Metnin biçimine ağırlık vereceğim, hikâyeye daha az değineceğim çünkü biçim daha ilginç, hikâye pastiş, kırkyama, anakronik klişe. Roman Nedir?‘de Marina MacKay’in tarih yazımıyla kurmacayı kıyasladığı küçücük bir bölüm var, Gray’in -yazar olanın, gerçek olanın?- oyunlarından önce oraya bakmalı: tarihin bugünkü ideolojik kurmacalara meze olmasına yol açan, hikâyelere dayanan özünü somut kanıtlarla desteklemenin bütün gedikleri kapatamadığı kadar uzak zamanlarda iki türü ayrıştırmak mümkün değildi, yazım ve anlatım açısından günümüzde dek pek bir farkın olmadığı fikrini Zavallılar‘da da görebiliyoruz. Gray -yakılmak üzere hazırlanan eski belgelerle dolu kutuların torbaların içinde bulunan metnin, okuduğumuz romanın giriş yazısını yazan araştırmacı, okuduğumuz anlatıdaki editör, tarihçi, her neyse- ve iş arkadaşı Michael Donnelly kitabın muhtevasıyla ilgili fikir ayrılığına düşerler, Donnelly’ye göre kişisel yaşantılarla tarihsel olguların kurnazca, ustaca karıştırıldığı bir metin vardır elde, Gray’e göreyse okuduğu “tam bir gerçek olaylar örgüsü”, otobiyografik bir anlatıdır. MacKay bu türü tamamen olumlasa da -“Norman Mailer’ın kurmaca olmayan otobiyografik romanı”ndan bahseder bir yerde, oksimoron- türlerin ögelerini ayrıştıramadığımız noktaya vardığımızı sanıyorum çünkü Gray gerçekliğe dair çok kuvvetli kanıtlar bulduğunu söyleyip metindeki karakterlerin geçmişlerine dair sağlam kaynaklardan bilgi verir, tamam da Donnelly karakterlerin var olduklarını reddetmez zaten, “tamamen gerçek” olanı sorgular, daha temel bir düzlemde mevzunun imkansızlığını dile getirdiği gibi Gray’in kanıtlarını da yeterli görmez. Nedir, evet, Archibald McCandless yaşamış, Godwin Baxter yaşamış ki zaten çok uzak bir zaman da yok arada, yüz yıl öncesinin bilgilerine haiziz, McCandless bir zamanlar Glasgow Üniversitesi’ne kaydolup anatomi kürsüsünde asistan olarak çalışan Baxter’la tuhaf bir yakınlık kurmuş, mu, son yargıya kadar Donnelly’nin hikâyeyi kabul edeceği noktadayız, son cümleyle birlikte Gray’in topraklarındayız. “Ayrıca Donnelly’ye, okuduğumda tarihi tanımama yetecek kadar kurgusal metin yazmış olduğumu söyledim. O da bana, kurguyu tanımasına yetecek kadar tarih metni yazmış olduğunu söyledi. Buna verilecek tek bir yanıt vardı; ben tarihçi olmak zorundaydım.” (s. 17) Yeterince iyi bir tarihçi olamaz Gray, metinde Baxter’ın kullandığı tekniklere dair çok az bilgi yer aldığı için söylenenleri doğrulayamaz, sadece anlatının sürmesini sağlayan insanlara, mekanlara ulaşır, doğrulayabildiği bu. Kronotop muhtemelen Gray’in sağlıklı bir araştırma sürdürmesini engellemiştir, zamansallığın verilerinde herhangi bir arıza yoktur ama tutarlı bir hikâye de “tarih olmak” için yeterli midir, tartışılır. Kısacası var olanların üzerine kurar gerçeğini Gray, yokluğu, gediği hiç eşelemez. İkinci mesele, yani Frankenstein ve şürekasının dahil olduğu onca kurmacayı bilen Gray inanmaya baştan teşnedir, hem kendi önsözünden referanslar yağdırır hem de bulunan metinden referanslara boğulur, e, işkillenmez? “Bulunmuş elyazması” tekniği MacKay’a göre gotik romanın amiral gemisi, Zavallılar‘da 1970’lerin kentsel dönüşüm fırtınasının hızla değiştirdiği Glasgow’un çöplerinden matbu bir eser olarak ortaya çıkıyor, Gray -editör olan, yazar olan da, amaan neyse- bodoslamadan dalarak kendini bir karakter haline getiriyor/metni yayımlayarak edebî eser haline getiriyor, bir şeyler bir hallere getiriliyor. Hasılı McCandless’in 1909’da basılan malum metni -filmi üç gün sonra izleyeceğim, muhtemelen sadece bu metin üzerinden ilerliyor, çerçevenin orijinali varsa belirtirim- çok ses getiriyor, yetmiyor, bir de McCandless’ın eşi Victoria McCandless’in mektubu çıkıyor ıvır zıvırın arasından, eşinin metninin dayandığı gerçeklik boyutunu bambaşka bir açıdan ele alan bu metinle birlikte yeni bir soru doğuyor: Gray’in gerçekliğinden emin olduğu kısım bu mektubu da düşününce tam olarak hangi kısım? Herbert West’e özenerek yeni bir hayat yaratan Baxter’ın mucizesi mi, bu mucizenin ürünü “Bell”in, beyin gelişimi tamamlanınca formal eğitim almak üzere adını “Victoria” olarak değiştiren kadının mektubuyla bambaşka bir noktaya evrilen hikâyenin tamamı mı, alımlayış nasılsa öyle artık. Bu arada onca metin sayılmış ama Lovecraft’in “Herbert West-Reanimator”ı bence hikâyeye en yakın metin, adı geçmiyor. Benzerliklere bakalım, iki tıp öğrencisi tamam, dâhi olanının zamanla tıp çevrelerinden dışlanması tamam, yancının bir süreliğine olayların dışında kalması tamam, daha da çıkar ama bu kadarı yeterli.
Aşağı yukarı şöyle: Archibald yokluktan gelip tıp okumaya başlar, eşiti olarak gördüğü Baxter’la tanışır ve “görece” arkadaşının aristokrat kökeninin liberal akademi sayesinde törpülendiğini, en azından öğrenciler arasında bir nevi sosyal denklik sağlandığını imler ki Gray’in ele alacağı pek çok meseleden biri budur, aristokrasinin düşüşüyle burjuvazinin yükselişi, ardından sosyalizmin adım adım ama emin bir şekilde yayılması, komünizmin öcüleşmesi, Britanya’nın üretip üretip üretip başta Hindistan olmak üzere sanayiye göre pek çok ülkeyi mahvetmesi, Bell’in kumar masalarında tanıştığı Rus arkadaşının tiratları üzerinden Avrupa’nın ahvali diğer mevzular. Bu arkadaşın Dostoyevski olabileceğini düşünüp not düştüm ama editör Gray değindi sonda, Bell oralardayken Dostoyevski öleli bir yıl olmuş, metinleri de İngilizceye çevrilmemiş henüz, gerçi anakronik tarihsellik söz konusuysa herkes her yerden fırlayabilir. Neyse, Godwin hokus pokus, ölü bedenleri tekrar hayata döndürecek bir mambo camboyla iştigal eder, kendisine inanmayan Archibald’ı evine davet edip yarattığı kadını gösterir. Değişik: hamile kadının doğumdan önceki beyin gelişimi tamamlanmış bebeğinin beynini takmıştır Bell’e, böylece yetişkin kadının bebek beyni etraftan her türlü bilgiyi emer, kadının konuşmayı yeni öğrenmiş haliyle cinsel açlığı grotesk bir manzara sunar. Sert, çiğ cinsellik ne Godwin’i ne Archibald’ı korkutur, Bell’i gözbebekleri haline getirirler, kısa süre sonra da Archibald ve Bell nişanlanırlar ama Duncan Wedderburn, kadın düşkünü bir avukat hemen kancayı atar Bell’e, birlikte Avrupa’ya giderler. Bizimkiler duygusal eğitimi gözeterek biraz, kadının gitmesini engellemedikleri gibi Godwin o günün koşullarında iyi de bir para verir kadına, hani bir şey olursa dönüş bileti için. Metin içinde metinlerden mektupları, kronolojik sıralamaları, el yazısıyla yazılmış bölümleri zenginlik olarak görebiliriz ama bir noktada tutarsızlık var sanki, Bell’in Avrupa’da yazdıkları matbu halde ve olduğu gibi metinde, Bell’in el yazısıyla yazılmış sayfalar da metinde, ikincisi bize Bell’in Shakespeare okuduğu ve onun üslubuyla yazabildiği halde yazısını henüz düzeltemediğini, bir dünya yazım hatasından kafayı yedirtebileceğini gösterirken ilkinde hemen hiç hata yok. Şuna bağlanabilir, Bell yetişkin bir kadın bedeniyle bebek beynini olabildiğince yaklaştırmıştır, yani beyin bedenden çok daha hızlı gelişmiştir ama en ufak bir travma bütün ilerleyişi durdurmuş, bilinci Freud’un gerileme kavramında gösterdiği gibi geçmişe göndermiştir, olabilir. Gray’in anatomik spekülasyonları da zamansallığı değerlendirişi kadar başarılı. Duncan Wedderburn’ün mektuplarının gösterdiği üzere Birinci Dünya Savaşı’nın bangır bangır yaklaştığı Alman sanayisine alan bırakmak istemeyen İngilizlerin her yere “uygarlık götürme” çabasından bellidir, geziler sırasında Bell’in yakınlaştığı kim varsa bu gerilimin başka bir boyutunu gösterir. Matrak, spiritüalizm o dönem zirvede, Bell’i hipnotize etmeye çalışan adam başarısız olduğunu görünce şaşırıyor, acaba neden hipnotize olmadı ki Bell?
Sonlara doğru Bell’in asıl eşi ortaya çıkar, kilisede muhteşem bir klişeyle -“Bu evlilik gerçekleşemez!”- evliliğe engel olur. General Blessington’ın iddiasına göre eşi “Victoria” tam bir seks hastasıdır, hamileliğiyle birlikte iyice kafayı üşütmüştür falan filan, bu sorun –spoiler vermeyeceğim- parodik bir tesadüfle Bell’le Archibald’ın lehine çözülür ve mutsuz namesut bir yastıkta kocayamazlar, meselenin orası ayrı dünya.
Roman iyi, Gray iyi.
Cevap yaz