Dracula Bey, “Süper bir çift olmadık mı?” diye sorar, kadın aynaya bakar ve dopdolu salonun bomboş halini görür. Daha da korkuncu elleri kolları havadadır, aslında orada olmayan bir şeye dokunmaktadır. Vampirlerin ruhu yoktur, yansıma insanın ruhudur, ruhsuz olan şey kötüdür, öyleyse vampir kötüdür. Tabii insanın kanını içtiği için de kötüdür, nefes almaya ihtiyaç duymaz çünkü oksijenle işi yoktur, hasılı insan değildir. Katledilmelidir, insan olmayıp insana benzeyen her şey ortadan kaldırılmalıdır. Türdeşlerinin alışılmış formuna sahip olmayan ne varsa ortadan kaldırılmıştır, en kapsamlı ve yakın tarihli örneğini İkinci Dünya Savaşı’nda gördük. Yansımadan gölgeye geçebiliriz, Peter Schlemihl’in olayı gölgesiyle. Nina Edwards, Karanlık – Kültürel Bir Tarih‘te insanın düşürdüğü, insandan düşen gölgenin önemini anlatır, Bram Stoker’ın vampirinden yola çıkmıştır o da: “Gölgeleri olmadığına göre insan olamayacakları fikri belki de gölgenin ruh belirtisi olduğunu ima eder. Hayat ve ölüm arasındaki belirsiz alana sıkışmış olan eşikteki bir ‘hortlak’ yaratığın gölgesiz ya da yansımasız oluşu, ahlaki vicdandan yoksunluğa işaret eder.” (s. 80) Adelbert von Chamisso’nun doğumu Aydınlanma’yla Romantizm arasındaki çatışmanın ayyuka çıktığı döneme denk gelir, dolayısıyla gölgesizliğin yarattığı korku ve öfkenin karşısında bilimin henüz tükenmemiş gücünün yer alması anlamlıdır, Chamisso kendi zihinsel çatışmalarını Peter Schlemihl’le çözmeye çalışmıştır denebilir. Gerçi Schlemihl’in başvurduğu bilim de uçarıdır biraz, bilimsel kurguya daha çok benzer. Yeri gelsin de bakalım, Chamisso’nun uzun öyküsünün başında adamımız uzun ve yorucu bir yolculuğun ardından limana varır, gittiği handa şöyle bir baştan ayağa incelenir ve tavan arasına çıkarılır. Tavan arası o zamanlarda hizmetçilere ve yoksullara aittir, zenginler genellikle giriş katlarda otururlar. İyi bilgi. Neyse, Schlemihl oraya Thomas John’u bulmaya gelmiştir, ertesi gün en iyi elbiselerini giyer, tavsiye mektubunu yanına alır ve şehrin kuzey kapısının hemen dışındaki beyaz mermerden yapılmış, bir sürü sütunu olan büyük ve yeni binaya gider. İyi bilgi, şehrin kuzey kapısının hemen dışı genelde zenginlerin mekanıdır ve geri kalan zımbırtılar da, sütunundan mermerine her şey zenginliği gösterir. İlk söylediğimi uydurdum da ikincisi doğru, bugün bir kilo mermer alamayız valla. Evet, John zengin bir adam olarak fakir adamları nasıl karşılıyorsa Schlemihl’i de öyle karşılar, kardeşinden gelen tavsiye mektubunu görünce pek de etkilenmez ve harcayacağı bir dünya paranın neye dönüşeceğini etrafındaki zengin misafirlerine anlatmaya devam eder. Adamımız grubun peşine takılır, kadınlardan birinin eline diken batırdığını ve gri ceketli bir adamın küçük bir cüzdandan yara bandı çıkardığını görür. Kadın teşekkür etmez. Sonra uzaklarda bir yere bakmak ister John, uşaklarından dürbün ister. Gri uşak değildir ama ceketinin cebinden şak diye çıkarır dürbünü, yine teşekkür yok. Mantık da yok, şaşkına dönen Schlemihl küçücük cepten hayvan gibi dürbünün nasıl çıktığını anlamıyor. Biz anlıyoruz çünkü Maske‘nin neler yapabildiğini biliyoruz. John yere çöküp yemek yemek istiyor ama toprağın neminden çekiniyorlar, Gri hemen pahalı bir Türk halısı çıkarıyor, uşaklar doğal bir şeymiş gibi halıyı adamın elinden alıp yere seriyorlar. Schlemihl aklını kaçıracak gibi oluyor, kodamanlara o tuhaf adamın kim olduğunu soruyor, kimse tanımıyor adamı. Sonra direkler, ipler, civatalar ve bir branda çıkarıyor ortaya, en sonunda üç tane binek atı. Bizimki sessizce sıvışmaya karar verip şansını ertesi sabah denemek üzere oradan ayrılıyor da dönüp baktığında Gri’nin yaklaşmakta olduğunu görüyor, korkudan ölecek. Gri gayet kibar, Schlemihl’den bir şey istiyor, gölgesini. Yanında sihirli kökler, kendi kendine çoğalan paralar, lamba cinleri var, bir de talih kesesi. Elini her attığında on altın çıkarıyor keseden, Schlemihl’in aklını o keseyle çeliyor. Gölgeyi bedenden ayırmak kolay, Gri baştan tutup ayaklara kadar kaldırıyor, sonra dürüp cebine atıyor.
Zengin ve gölgesiz bir adam ne yapar? İlk gördüğü kadın uyarıyor hemen, beyefendinin dikkat etmesi lazım, gölgesi yok. Teşekkür ediyor Schlemihl, bir altın atıyor kadına. Yumurcağın teki musallat olup adamın kıçına teneke takmak istiyor adeta, başka yumurcaklar da etrafı sarınca bir avuç altın fırlatıyor adam, uzuyor oradan. Bu hikâyeyi Chamisso’ya anlatıyor bu arada, bir dostun anlattığı hikâye o zamanlar gerçeğin yerine geçebildiği için anlatımın tipik şekli. Schlemihl odasının taş zeminini altınlarla kaplıyor, Bendel isimli bir yardımcı alıyor yanına da zenginliğin çözemediği şeyler var, halkın arasına karıştığı zaman karşılaştığı: “Kadınlar genellikle onlarda uyandırdığım derin acıma duygularını ifade ediyorlardı; sözleriyse de en az çocukların alay etmesi ve erkeklerin, özellikle de kocaman gölgeleri olan, göbekli, irikıyım erkeklerin kibirli küçümsemesi kadar eziyordu ruhumu.” (s. 21) Bir ruhu varsa tabii. Bendel’e para veriyor, Gri’yi bulduracak da adamı hatırlayan kimse yok, o günkü misafirler John’un cömertliğini övüyorlar, Gri’yi hatırlayamıyorlar. Her zaman etrafta bu iblis, Bendel’in karşısına çıkıp denize açılmak zorunda olduğunu, Bay Peter Schlemihl’le bir yıl bir gün sonra görüşeceğini ve avantajlı bulabileceği bir alışveriş teklif edeceğini söylüyor. Yıllık tuzağı kurmuş, Schlemihl’in tamamen umutsuzluğa kapılmasını bekleyecek. Çare düşünüyor o ara Schlemihl, şehrin en ünlü ressamına giderek bir boy gölgesi çizdirmek istediğini söylüyor. Ressam da azarlıyor bir güzel, insan nasıl bir beceriksizlik ve özensizlik sonucu gölgesini kaybedebilir ki? Yapay gölge sabit durmak zorunda üstelik, bedeni takip etmedikten sonra hiçbir anlamı yok. Yılıyor adam, eve döndüğünde Bendel’e gerçeği anlatıyor ve adamı ağlatıyor, gölgesiz bir efendiye hizmet etmek korkunç. Yine de merhametli bir yardımcı olarak alınabilecek bütün önlemleri alıyor, kendi gölgesini efendisinin olmayan gölgesinin yerine koyuyor, altının satın aldığı körlükler de var, bir süre idare edebilir Schlemihl. Zenginlerin arasında gördüğü Fanny’ye gönlünü kaptırmasa, kadının gölgesizliğini fark edince duyduğu dehşet olmasa apar topar kaçmak zorunda kalmayacak, düzenbaz Raskal’ın yardımcılığını da istemeyecekti belki. Şansı yaver gitmiyor artık, kaçtığı kaplıca bölgesinde tanıştığı Mina’yla güzel bir gelecek kurmaya çalışıyor ama etrafındakilere yalan söylediği için ruhunun kirlendiğini, yaşamını mahvettiğini düşünüyor sonradan. Altınların ışıltısı gölgenin yerini doldurmuş, kaplıca bölgesinin yerlileri kanmaya zaten müsait, Mina da dünyadan habersiz zavallı. Bir hırsız gibi Mina’nın ruhunu çaldığını düşünüyor Schlemihl, o sırada kendi ruhunu da Gri’den kurtarmaya çalışıyor. Ortaya çıkan adam gölgeyi geri vermeye razı ama ruh istiyor onun yerine, Schlemihl kabul etmeyince psikolojik savaş başlıyor. Zaferle sonuçlanacak ama bedeli var, Schlemihl’in etrafında kimse kalmıyor, Raskal’la Mina altınları alıp arazi oluyorlar, Bendel efendisiyle vedalaşıyor, köylüler gelip evi yakıyorlar bir güzel. İş yine olağanüstüye sarıyor burada, Schlemihl kaçtığı yerden bir çift çizme alıp yürümeye başlıyor ama bir bakıyor ortam Çin, bir bakıyor okyanus, büyülü çizme almış meğer. Bilimle uğraşmak için ne mükemmel bir zımbırtı, Schlemihl bitkileri inceliyor, Afrika devekuşlarının hareketlerini kaydediyor, kendini bilime veriyor yani. İç içe geçmiş bu iki zıt yapının açıklamasını Minsoo Kang’ın Avrupa İmgeleminde Otomatlar: Yaşayan Makinelerin Olağanüstü Düşleri nam metninden alıntılayıp mevzuyu bitiriyorum: “Romantiklerin reddettiği şey, bütün yanlarıyla Aydınlanma ve rasyonalite değil, matematiksel, mantıksal ve nicel akıl kavramı ve dünya, devlet ve bedene dair statik modelleriyle klasik Aydınlanma’nın mekanikçi felsefesiyle ilişkilendirilen fikirlerdi.” (s. 257)
Döneminin dünyasını şahane yansıtan bir metin, keyifle okunur.
Cevap yaz