Abraham Merritt – Mehtap Havuzu

Lovecraft’in kaynakları belli, Arap hikâyelerinden Binbir Gece Masalları‘na, Lord Dunsany’nin metinlerinden dedesinin hediye ettiği kimya setiyle oyun oynadığı çocukluğuna ne bulduysa toplamış, metinlerine yerleştirmiştir. Lord Dunsany’nin Ay’a doğru yolculuğa çıkan gemisini Lovecraft’in “Celephais”inde görürüz, elbet değişmiştir ama kozmik yolculuk fikrinin temeli bellidir. Katmanlı bir inşadır, Jules Verne’i çocukluğunda okuduysa Dünya’dan kurtulmanın yollarına aşinadır zaten, üzerine daha tekinsiz metinlere doğru yönelince kurtuluş bir nevi çaresizliğe, karanlık rotalara dönüşmüştür. Dünyanın Merkezine Yolculuk keşfin heyecanlarıyla doludur, derinlerdeki dünyanın açıklanamayan fizik yasaları vasıtasıyla karakterler bilinmeyeni açığa çıkarma misyonunu yüklenirler, yanardağ föşkürmelerine denk gelmeleri sayesinde yeryüzüne fırlarlar da dünyanın bilmem ne ucundan çıktıklarında yeni keşifler için yol da açılmış olur, oysa Lovecraft sınırları çoktan belirlediği için korku ögelerini yerleştirir hikâyelerine: insan dünyanın taşıdığı gizemleri, maddenin potansiyelini eşelerse Antarktika’nın derinliklerine ilerleyip dehşetengiz varlıklarla karşılaşabilir, ölüleri diriltip insanlığın başına musallat edebilir, arada metruk şatolardan çıkar da halka karışmak isterse herkesi kaçırabilir çünkü çağlar kadar uzun bir yaşam süresinden sonra kabuğundan çıkmak canavarlığıyla yüz yüze gelmesi demektir. Örnekler artırılabilir, bilinenin dışına çıkmaya cüret edenin belasını bulacağı dünyalar yaratır Lovecraft, hikâyelerinin mutlu sonu yoktur. Merritt’in romanı kozmik korkunun temellerini taşıdığı için çok önemli bir esin kaynağı, arka kapakta Cthulhu Mitosu’nun oluşumunda pay sahibi olduğu söyleniyor ki doğrudur, bazı temalar çok tanıdık, Dungeons & Dragons deniyor, bilemiyorum, Lost da sayılmış ama o kadar derinden etkilediğini sanmıyorum senaristleri, düş mekânlardan zibilyon tane uydurulmuştu zaten. Neler var, misal “el yazması tekniği” çok uzak zamanları, erişilmesi zor mekânları imlediği için hikâyenin etkisini artırıyor, iyi tercih. Başta belirtmeliyim, çevirmen Çiğdem Erkal’ın 1910’larda yazılan bu romanın dilini o yılların sözcükleriyle karşılaması süper isabetli bir iş, orijinaline bakmadan sallıyorum ki günümüzün sözcüklerinin ağırlıklı olduğu bir çeviri zamansallığı ıskalamaya neden olurdu, Cem Yılmaz’ın “mabada duhulu” muhabbetindeki inceliğin eşi. Evet, teknik gereği başta bir açıklama olacak ki hikâyenin yer aldığı metnin hangi şartlarda yazıldığını, olayların öncesini ve sonrasını öğrenelim. Her şey olup bitmiştir, başlangıcın öncesini de görürüz böylece, anlatı zamanıyla anlatılan zaman arasındaki fark doğrudan merak unsurudur.

Beynelmilel Bilim Cemiyeti Yürütme Kurulu’nun “Önsöz”de belirttiğine göre anlatıcı Dr. Walter T. Goodwin’in fantastik serüveninde yeterince bilim ve ilim var. Tartışmaya açık, ilerleyen kısımlarda göreceğimiz üzere “Throckmartin Gizemi” denen açıklanamamış olaylar belki Goodwin’in metniyle aydınlanmıştır ama bilimsel açıdan kabul edilebilirlik o kadar sorunlu ki Throckmartin’in akıl sağlığından şüphe duyulabileceği gibi anlatının yazarı Goodwin de kaçık olarak görülebilir. Tayfanın karşılaştığı fantastik nesneler, mekânlar güncel bilimle bir dereceye kadar açıklanabiliyor ama tamamen spekülatif, bilinmeyene yaslanan açıklamalar bunlar, örneğin Ay’dan gelen ışınların somutlaştırdığı varlıklar için elektronlardan, atomlardan kaynaklı bulanık nedenler uydurmak, ulaşım araçlarının eşsiz teknolojisi için yerçekimini ortadan kaldıran aparat sıkmak, yüzeyin altındaki dünyada zamanın akışındaki farklılığı göreliliğe bağlamak, adını bilim tarihine füzeyle yazdıran Einstein’ı anmak bu vesileyle, güzel ama hikâyede defalarca üzerinde durulan “bilimsel kanıt” meselesi es geçilmiş oluyor, koca kurumun hurafelere karşı hassasiyeti rafta. Dipnot düşülmüş teoriler fizik ve biyoloji bağlamında tatmin etmeyen varsayımlarla dolu olduğu gibi, gerçi bu anlaşılabilir bir şey: sosyolojik kıyaslara hemen hiç girilmiyor. Nedir, Goodwin dünya çapında bir biyologdur, kaybolan arkadaşı Throckmartin’in kaybolmadan hemen önce -Ay’ın ışınlarıyla çekilmiştir ama aslında o gizemli yerde karşılaştığı varlık lüpletmiştir adamcağızı- anlattıklarından yola çıkarak kayıp toprakları bulur, yeraltı canlılarıyla karşılaştığı zaman gördüğü toplumsal hiyerarşiye şaşırmaz, gıda başta olmak üzere pek çok üretim biçimine şaşırmaz, en önemlisi de enkazdan kurtardığı, dost olduğu O’Keefe’in yeşil ve parlak mambo cambo karakterlerden biriyle aşk yaşamasına hiç şaşırmaz. Metnin zayıf noktasıdır bu, uzun uzun anlatıldığı için sıkıcı noktasıdır da, Merritt uygarlığı hem yetersiz bilgilerle hem yüz ikinci sınıf çatışmalarla kurar. Başta dandik kaçmaca kovalamacalar yoktur, Lovecraft’i etkileyebilecek kadar karanlıktır her şey, ekip R’yleh’in eşi sayılabilecek batık şehrin derinliklerine doğru ilerledikçe korku açığa çıkar zira dış katmandaki tuhaf geometri, sırf ışıktan ibaret garip varlık, yedi farklı renkteki ışık kürelerinin enerjisiyle beslenen havuz falan, tuhaf kurgunun esas ögesini şöyle bir gösterse de ne zaman o dünyanın sakinleriyle tanışıp birlikte takılmaya başlarlar, o tuhaf atmosfer bir anda dağılır, sıradan bir maceraya dönüşür hikâye. Hayal kırıklığı. Bizimkileri yakalarlar, birilerinin huzuruna çıkarırlar, O’Keefe yanındaki silahın yapabileceklerini gösterdiğinde dahi kimse paniğe kapılmaz, adamın elinden almazlar silahı. Gerçi çok ilerledim, başa dönüp anlatmalı.

Kurul’un açıklamasına göre metni A. Merritt kaleme almış, Goodwin’le konuşmalarından elde ettiği verileri de süreçte kullanmıştır, “Vallahi Billahi Gerçek Bunlar” tekniği. Şöyle başlıyor tantana: Polinezya’nın derinliklerinde, Papua civarlarında bir grup adada bulunan harabe şehir Nan-Matal’a araştırma için giden Dr. David Thockmartin ve genç asistanı Dr. Charles Stanton büyük buluşların arifesindedirler. “Bu harabeler arasında en az bir yıl geçirmeyi planladığını biliyordum, üstelik sadece Ponape değil ama Lele’de de: Henüz Mısır’ın tohumları ekilmeden yüzyıllar önce tomurcuklanmış bir medeniyetin garip çiçeği, sanatları hakkında çok az şey bildiğimiz, bilimleri hakkında ise hiçbir şey bilmediğimiz insanlığın muazzam ikiz bilmecesi Ponape ile Lele.” (s. 11) Goodwin tam bu araştırmanın ortasında rastlar Thockmartin’e, belli ki korkunç şeyler yaşamış adamın ürkütücü halinden çekinir ama hikâyesini de dinlemek ister. Throckmartin kalıntılar arasında ışığın dokunduğu eşi ve çocuğunu kaybetmiş, Parlayan’ın temasına maruz kalsa da kaçmayı başarmıştır, göğsündeki beyaz çizginin anlamınıysa acı bir şekilde fark eder Goodwin, hikâyeyi dinlediği gemide dostunun göz açıp kapayana kadar mehtaba karıştığını geç anlar. Mirası devralarak araştırmayı sürdürmek, onca insana ne olduğunu anlamak zorundadır artık, ekipman toplayıp yola çıkar. Kaptan Da Costa bildiğince anlatır o adalarda neler olduğunu, sayısız hurafe. O’Keefe’i gemisinin enkazından alırlar, Marakinoff nam Rus’la bu ikisi sıklıkla atışacaktır zira Devrim yeni gerçekleşmiştir, kutupların daha o zamandan oluştuğunu görebiliyoruz, nihayetinde Marakinoff bilimsel becerilerini o dünyanın kötü adamlarının silahlarını geliştirmelerinde gösterecek, bizimkilerin önüne bir dünya engel çıkaracaktır. O’Keefe’in olayı ilginç, Kelt söylencelerine gönülden inanıp dünyanın katılığına da kusursuzca uyan bir karakter, git gelleri sayesinde bütün tuhaflıklara uyum sağlayabiliyor zira şahit olduğu olağanüstülükler çok tanıdık, doğup büyüdüğü toprakların kadim hikâyelerindeki karakterlerle karşılaşıyor sanki, efsanelerdeki olaylara bulaşıyor. Uygarlığın tarihine baktığımızda anlıyoruz mevzuyu, Sessizler nam yüce güç yaratmış Parlayan’ı, Parlayan kendine bağlı ışıktan varlıklarıyla küstahlaşmış, babalarına karşı koymuş, babalar çok sevdikleri için yok etmemişler Parlayan’ı da durdurmaya çalışmışlar, iki canlı türü bu sayede ortaya çıkıp savaşlar kavgalar, sonra Sessizler çok güçlenen evlatlarını yok edememişler isteseler de, basıp gitmişler. Nereye, kara okyanusların ardındaki yemyeşil diyara. İrlanda bayağı. Kültürler arasındaki benzer temaların hoş bir açıklaması bu. Tolkien’ı da etkilediğini söyleyesim var, ırkların yaratılmasıdır, güçlerin çatışmasıdır, çok benzer. Kısacası etki alanlarını görmek açısından bu metni okumak lazım, Merritt çok kötü anlattığı iyi bir dünya kurmuş, tabii bir yerde Wells’ten bahsettiği için onun da esinlendiği kaynakları görebiliyoruz.

Matrak bir olaydan bahsedip bitireyim, O’Keefe’le Marakinoff arasında tartışma çıkınca anlaşmazlıkları bir yana bırakıp bilimin ışığında işbirliği yapmaları gerektiğini söylüyor Marakinoff, sonraları mambo cambolar için silahların hasını imal ediyor, O’Keefe pek zeki biri olmadığı için hemen kişiselleştiriyor meseleyi ve o dünyaya “Büyük Britanya İmparatoru, tüm İrlanda, İskoçya, İngiltere, Galler ve cümle mücavir sular ve adaların Hükümdarı Birinci Larry”, yani kendi adına el koyduğunu söylüyor. Centilmenlik akıyor resmen, elinden gelse komünizmi bitirir oracıkta.

Dönemin siyasi eğilimleri, tuhaf kurgu, çok kötü anlatılmış şahane bir dünya. Diyaloglar evlere şenlik, dehşetten gevşekliğe pamuk gibi bir geçiş.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!