Bir şey okuyorum, daha kötü ne okuyabilirim diye düşünüyorum, şükür ki çıkıyor piyasaya, yüzümde güller açıyor. “Ah Münevver” mesela, onlu yaşlarının başındaki dallama âşık, Münevver’i alsa olur, Münevver’in kızı Burçin’i alsa da olur. Serbes’in çocuk karakterlerinin kopyası olduğu için her türlü embesilliği bekleyeceğiz ondan, kafamızı şişirecek başta. Annesi el kol yapmamasını, kafasına tası geçirivereceğini söylüyor. Dallama: “Tası kafamda kırması için boynumun üstünde bir kafa olduğundan şüpheliydim. Benim hissiyatıma göre annemin acil bir göz doktoruna görünmesi şarttı. Hem zaten ikide bir kafasız deyip elinin yumruğuyla kafamı itekleyen o değil miydi? Hani yoktu?” (s. 9) Bacağının yumruğuyla itelememiş neyse ki, hali nice olurdu o zaman. Her öyküde var böyle gevezelik, bardağın yarısının dolu olduğunu söyledikten sonra aslında yarısının boş olduğunun da söylenebileceğini ifade etmesi, “Yok anacım baş edemezdim bunlarla ben,” diyerek annesiyle babasını küçük görmesi, yani pedagoji eğitimi de aldım ama şuna şarlamak, “Sus lan kütük!” diye ünlemek ister şu deli gönül. Kendi evinde gram huzuru yokmuş büyümüş de küçülmüş hıyarın, dillere bak. İletişim’in kurgu kodlarını görmek açısından bahsetmeli, elbette hükümet, iktidar, bilmem ne eleştiriliyor laf arasında, mesela Münevver’in eşiyle anlatıcının babası oturup muhabbet ederlerken hükümeti çekiştiriyorlar, Münevver laf arasında bir şey sıkıveriyor, başkası başka şey, insanın içi bunalıyor aynı dokundurmalardan, aynı teknikten. Biri söylüyor sanırım, “Bak şunlar konuşuyorlar ya, o araya yapıştır reisiumum eleştirisini,” falan diyor, ekleyiveriyor ya da, başka türlü bu tırtoluk mümkün değil çünkü aynı yayınevinin bastığı diğer öykülerde de var bu. Barzodan devam edelim, Burçin’le “oynamak” için Münevver’in evine gidiyor, kadına evlenme teklif ediyor falan, likör içmeden rahatlayamadığı için çakmış evde, dumanlı. Kılkuyruk kocasından boşanmasını istiyor kadının, Münevver şaşırmış numarası yapıp düşüneceğini söylüyor, başına gelenlerin, hay Allah, ne olduğu? “Bir kahve yap da içelim,” diyor sığır, gerisini bilmiyoruz çünkü sahne değişiyor, evde annesi şorluyor sığırı, sığır ağlıyor ve muazzam bir vecize fiştekliyor: “İlk aşkın acısı hâlâ yakar ağzımı. Sonrakileri hep üflediğim için bir türlü ısınamadım kimseye.” (s. 13) İnsan gerçekten çaresiz kalıyor. Bu taşak kokan öykülerden de gına geldi, kasaba öykülerinden de gına geldi, köylü ak sakallı dedeli öykülerden de gına geldi, camili çay kokulu boktan öykülerden de gına geldi, delili gecekondu mahalleli öykülerden de gına geldi, nostaljik devrimcili romans öykülerden de gına geldi, kısacası öykümüz o kadar boktan bir yere geldi ki gelecek gına kalmadı artık, burama kadar geldi. Ucuz diye aldım bu kitabı, bir kez para verdiğim şeyi pintilikten dibine kadar tüketmeden rahat edemiyorum, keşke almasaydım diyeceğim ama İletişim’den bir şey aldığım zaman neyle karşılaşacağımı onda dokuz tutturarak biliyorum, kendim edip kendim buluyorum. Bok.
“Plan Basitti” kitaptaki bombastik öykülerden biri. Bu kez anlatıcımız -davardır- kapıcı Haydar Abi’yle anlaşır, alt kata yeni taşınan Betül’ün boksör babasıyla birlikte yaşadığını, her sabah sekizde evden çıktığını öğrenir. Haydar ekmekle gazeteyi verir, para üstünü vermez çünkü verdiği hizmetin bir bedeli vardır. İnsanlar gördükleri işin karşılığını isterler, kimse haybeye iş yapmaz, herkes üçün beşin derdindedir. Gibi yalellilerle dolu paragrafın sonu, anlatıcı gereksiz harcama ve karşılıksız yatırım konusunda cimri olduğunu belirtir, ne harcadığı paranın karşılığını almamış değildir ne de cimriliği işimize yarayacaktır, kısacası yine baş ağrısı. Adı Ceyhun bu gebeş anlatıcının, saat sekize doğru aşağı iniyor ve komşu kadınlardan biriyle karşılaşıyor, “obezite sınırlarını fersah fersah aşan” kadının elinden zor kurtuluyor. “Arka fondaki şarkı Emine Abla’nın her durumda sevişebileceğini anlatır gibiydi: ‘Şehirlere bombalar yağardı her gece, biz durmadan sevişirdik.’” (s. 17) Öğüreceğim, kendimi zor tutuyorum. Başka bir kadınla daha karşılaşır camış, sonra beklediği kızla çarpışır, birbirlerine kalp kırıcı laflar ederlerken gürültüyü duyan baba çıkar piyasaya, tabii, boksörlüğünden sağladığı kazanımlarla birtakım işlere girişir. Ekran kararır, tekrar aydınlandığında Haydar pansuman yapmaktadır Ceyhun’a, iyilik timsalidir. Ceyhun ne yapar, para üstünü ister. Çok komik bir öykü, gülmekten altıma çişecektim ama sıçmaya karar verdim ansızın. Hava temizleyicim taşak kokusunu gidermeyi başaramayınca öyle oldu. “Galiba Gönül”de biraz duruldum, ilginçliklerden başım döndü. Her lafına “galiba”, “sanırım”, “umarım” sıkıştıran sevdiğiyle pek mutludur, o kadar mutludur ki kadının annesiyle tanışmaya gidecektir anlatıcı, gider, işsiz güçsüz olduğu için paparayı yiyip eve döner, sevdiğiyle biraz daha zaman geçirir. “Uş baboo!” diye haykırırken buldum kendimi, dudağıma hemen sigara tıkıştırıp açtım Ferdi Tayfur’u, artık ideal bir İletişim okuruydum. “Allah’ın İşine Karışılmaz” adeta bir Gürpınar öyküsü, yaklaşık yüz yıllık falan mizahıyla enfes bir vatandaş panoraması sunuyor. Teyzenin yakasını yapıştığı genç anlatıcı sözünü geri aldığını söylüyor ama çok geç, kalabalık toplanıyor, polis geliyor, o sıra teyze gencin ateist olduğunu söylüyor. Ortalık karışıyor, ne demek ateizm. Gençten daha az genç biri gelip kendisinin de ateist olduğunu, bunun pek de önemli bir şey olmadığını söyleyince yallah karakola. Entipüften bir sebebi var kavganın, daha az genç karakoldan çıkınca ateist olduğunu söylemenin utanılacak bir şey olmadığını söylüyor gence, gidiyor. Giderken hapşırıyor, genç çok yaşamasını söyleyecekken söylemiyor çünkü teyzeye aynı şeyi söyleyince arıza çıkmış, teyze Allah’ın işine neden karıştığını sormuş gence, bu. Hikmeti derin bir öykü, bunu teslim edelim.
“Ben Özgür Değilim” kitaptaki tek iyi öykü, bunu da teslim edelim. Ayarı tuttuğu için öyle, yoksa berbat edilmesi iki edebî atağa bakardı ki bazı bölümleri sınırda geziniyor. Yanlış arama mevzusu, anlatıcıyı arayanlar Özgür’le konuşmak istiyorlar ama anlatıcı Özgür değil, başkası, onlarca kadın aradığı için bıkıyor ve numaralardan birini değiştirerek telefon ediyor tanımadığı insanlara, nihayet Özgür’ü buluyor ve arayanlara yeni numarayı veriyor. Hepsine de vermiyor, Ankara’da yaşayan biriyle sevgili olup taşınıyor hemen, evleniyorlar, çocukları oluyor. Çok güzel. Buna bir şey diyemem, derim ama zorlama olur. Bu yüzden “Seke Seke”yle bitireceğim, müstesna öyküdür, Ceyhun efsanesinin devamı olarak görebiliriz. Son halka son öyküdür, yine Ceyhun, yine kadınlarla birtakım sekssel meseleler, fantastik gerilimler. Köy var öyküde, Ceyhun ailesiyle birlikte ilk kez köye gidince kadınların salyalı öpüşlerine maruz kalıyor, kurtulamıyor, annesine ne zaman döneceklerini soruyor. İki hafta orada kalacaklar ve hain anne Ceyhun’un ne sorduğunu akrabalarına da söyleyince çocuk utançtan yerin dibine giriyor iyice. Köydeki çocuklarla oynar artık, araziye gittiklerinde üstün futbol yeteneklerini gösterir. De, biri tekmeyi basınca kırıyor bileğini, hemen hastaneye gidiyorlar, alçı takılıyor. Dönmek lazım artık, biletler alınıyor, vedalaşılıyor, eve geliyorlar ve bir bakıyorlar ki Ceyhun’un abisi bir kadınla bum çiki bum etmiş, cıbıl yatıyorlar yatakta. Derken, o da nesi, nene yorganını kaldırıyor annesi, Ceyhun’u uyandırıyor, dışarıda top oynayabileceğini söylüyor. Meğer hâlâ köydelermiş yahu! Rüya görmüş Ceyhun! Vay benim başıma küller yağa, âlem çocuk Ceyhun ya, rüya görmüş de hani rüyasında olmuş onca şey, sokağa çıkıp top oynayabilir artık! Ulan ne sevindim akşam akşam ya. Sonra trenin ilk vagonuna bindim, Umut’la sohbet ettik, inerken alkışlar herkeseydi, yüzeye çıkınca yokuş yukarı, insanların arasından geçip kendimize yer aradık, bulduk, bağlamalı bir dayı çıkınca dinletiye gelmediğimizi haykırdık, dayı indi, birileri çıkıp bir şeyler söylediler, ben yolda aldığım düdüğü öttürdüm bol bol, sonra öksürmeye başladık çünkü birtakım gazlar dolanıyordu ortalıkta, daha çok öksürdük, o sıra aklıma Ceyhun gelince bir afallamışım, ulan ne kadar çok sevindiğimi bilemedim. Kısacası uzak durun, denk gelen dahi okumasın, bu kadar katılaştırdı bu öyküler beni.
Cevap yaz