Manastır kilisesinin yeraltı mahzenlerinde keşişler piskoposlarını yakacaklar, azizler listesine dahil olmasına kesin gözüyle bakılan piskoposun kemikleri sağlam para edeceği için bedenini parçalara ayırıyorlar, iç organları kazanda kaynıyor. Şehitler için de aynı prosedür uygulanıyor, Teulé’nin Sağanak Altında‘sında kralın sevgili şövalyeleri kazanlara atılmıştı yine, memlekete götürülene kadar çürüyecek bedenlerle uğraşmaktansa kemikleri taşımak daha kolay. Burada sakrist bekliyor, kollarla bacakları gövdeden ayırmakla görevli keşiş biraz acele ettiklerini düşünüyor, piskoposun iç çektiğini sanmış bir an. Duruyorlar, kulaklar göğse dayanıyor, gözlere ve düşük çeneye bakıyorlar. Devam, satırlar çalışmaya başlıyor. İlk bölüm Hamilton’ın imzası, hemen her bölümde Orta Çağ’ın toplumsal, kültürel dünyasıyla ilgili detaylara boğuluyoruz, alışmak gerekiyor. Esas adamımız Straccan’ın tacirliğiyle ilgili öğreneceğimiz çok şey var, mesela kiliselerin ve mezheplerin kutsal emanetler konusunda birbirlerini yemeleri ticaretin ne kadar canlı olduğunu gösteriyor, piskopos o manastırda öldüğü için keşişler bayram ediyorlar. Bir parmak boğumunu bile kaptırmayacaklar kimseye, zamanı gelince parça parça satacakları kemikler küçük çaplı bir hazine olmasının yanında büyü gücüne paha biçilemez. Paul’un bir kemiği diyelim, cehennemi tek başına söndürebilir. Piskoposun hâlâ yaşadığını düşünmeleri nedir, hayaletlerin ve perilerin cirit attığı Britanya’da, 11. yüzyılda normaldir, adam organlarını yerine takmaları için bağırmaya başlayabilir. Batının en az zahir kadar güçlü, pratikte geçerli olduğu zamanlarda büyü, cinler, hepsi olağan hayatın bir parçasıdır, insanlar eylemlerini bu olgulara göre düzenlerler. Roman basit bir macera hikâyesinden ibaret, daha çok o dünyanın muazzam genişliğinde çıkıyor ortaya Hamilton’ın becerisi, dolayısıyla kitabı ortasından okuyabilirim: Straccan kızını kurtarmak için kötü adamın kalesine dostlarıyla birlikte ilerlerken insan eti yiyen bir gruba denk gelir, canını zor kurtarır, ne ki yoldaşı Bane ağır yaralanıp ölüme yatar. Umut yoktur, Straccan üzüntüden kaykılmışken bulundukları yere yaklaşan keşiş grubunu görür. Perişan haldedir keşişler, Straccan yardımcı olmaya kalktığı sıra sohbet ederken öğreniriz ki Bane’in birkaç gün önce karşılaşıp kuru üzümlerinden verdiği gruptur o, mezar soygunculuğu yapıp üçe beşe satılabilecek kemik ararken denk gelmişler, hayır duasını alarak yoluna gitmiştir Bane. İçeride ölümden bir adım uzaktadır, keşişlerden biri içeri girip hemen çıkar, Bane’in kendine geldiğini söyler ve hemen vedalaşıp grubuyla birlikte uzaklaşır. Günler sonra öğreneceklerdir, bir süre önce çıkan bir yangında hepsi ölmüştür keşişlerin, bizimkiler onların hayaletleriyle karşılaşmışlardır, hayalet kurtarmıştır/kutsamıştır Bane’i. Demirlerin şakırtısı kulakları çınlatacak kadar somuttur, hayaletlerin kol gezdiği dünya daha da somuttur, gerçekliği karakterlerin bilinçlerinden kurunca dört dörtlük bir karışım oluşturur Hamilton. İnsan eti yiyen gruba bakalım, bazı bölümlerde anlatıcının bilgi bombası atmamasını boşa bekledim ki varlıkların aslında tam da düşünülen veya düşünülmeyen şeyler olduklarını anlayan karakterlerin hayret edişlerini, tepkilerini görelim. Kötü adamın yardımcısı daha da kötü adamın yamakları olarak karşılaşıyoruz bunlarla, doğaüstü varlıkları andırıyorlar, civarda yaşayanların dediklerine göre peri taifesinden oldukları için yaşadıkları yerin yakınından geçmek çok tehlikeli, neler döndüğünü anlamak için tam takım giden şövalyelerin hiçbiri dönmemiş derken ortaya çıkıyor ki kanun kaçaklarıymış bunlar, yirmi yıl önce karı koca hırsızlar ormana saklanmışlar da çoğalmışlar. Bu, üç arı kovanıyla alt ediliyorlar, idam şov. Alıntıyla Hamilton’ın üslubunu, detaycılığını göstereceğim de Sugg’ın Periler‘inde anlattığı hemen her inanışla karşılaştığımızı söyleyeyim öncesinde, perilerin kendi bebeklerini insanların bebeklerinin yerine geçirdikleri, tepelerde ikamet ettikleri, Hıristiyan halkın arasında yaşadıkları Dennett’in terimiyle “halk bilgisi” haline gelmiş. Yamyamların liderine yapılan: “Sawney en sona bırakılmıştı; cellada hiç iş düşmedi. Sawney’nin üzerine ayılara saldıran köpekler salındı. Vahşinin bağırsakları, ayaklarının arasında bir yığın oluşturmuştu. Önce bir kolu, sonra diğeri ve daha sonra da bir bacağı ve diğeri kesildi. Koskocaman, şişmiş gövdesi ötekilerden daha uzun süre hayatta kaldı. Bağırsakları gözlerinin önünde yakılırken uluyor ve sürekli küfür ediyordu. En sonunda, tüyler ürpertici can çekişmesi bitti.” (s. 216) Bolton şerefsizinin kendi tazılarına yedirilmesi hafif kalır bunun yanında. Demişken, Game of Thrones‘un içerdiği pek çok ögeye rastlıyoruz bu romanda, büyünün tamamlanması için fedakârlık yapılması, örneğin büyüyü yapanın çok değer verdiği bir çocuğun kurban edilmesi var, yolda karşılaşanların tehlikesiz olduklarını göstermek için bir yiyecek veya içeceği paylaşmaları var, turnuvalarda hiyerarşinin şöyle bir sallanıp yine dengeye oturması var, dönemin sosyal ve mambo cambosal dinamikleri sıkı gözetilmiş. Sahne sahne görüyoruz bunları, söylediğim gibi romanın zayıflığı bu sahneleme tekniğinden kaynaklanıyor zira hikâyenin akışını değiştiren olaylar sırasında tansiyon yükselmiyor, olayları görmüyoruz bile, sonraki bölümde karakterlerden biri veya anlatıcı özetleyip geçiyor. Straccan tey gidip Kudüs’te savaşmış, Eyyubi’nin ordusuyla karşı karşıya gelmiş bir adam, Britanya’ya dönebildiğine göre başarılı bir şövalye olduğunu kabul etsek de yamyamlarla savaşını biraz daha yakından görmek isterdi şu deli gönül, öyle bir iki kılıç sallamayla kalmasa iyiydi. Doğaüstünün piyasaya çıktığı bölümler başarılı bu açıdan, kötü kadınla iyi kadın arasındaki zihin savaşında kimin galip geleceğini kestiremiyoruz ama suya bakıp geleceği okumaya çalışmaları, karakterlerden birinin yaşamı için savaşmaları ve nihayet baktıkları suda birbirlerini görmeleri, ettikleri lanetler dört dörtlük. Kötü olanın laneti daha güçlü mü bilinmez, diğeri sıradan bir kadın olarak yaşamını sürdürürken gücünü zor durumlarda kullanıyor, kötüsü işin ilmini öğrenerek ustalaşmış, süper çatışma. İyinin atına atlayıp Straccan’ı geride bırakması gibi şişirmeler var, sıkıyor. Evlenirlerse huzur bulamayacakmış Straccan da, iyiye cadı diyeceklermiş de, bir sürü tatava.
Hikâyeyi anlatıp bitireyim, öyle ahım şahım bir serüven değil ama kurtarıyor yine. Kızını geçici olarak verdiği manastırın baş rahibesinin verdiği işi alır Straccan, kısa süre önce manastırda hayatını kaybeden bir habercinin heybesindeki kutu ve kutsal emanet hakkında bilgi toplayacaktır. Hanlar, kasabalar, diğer yandan Bane de araştırıyor mevzuları, araya kontlar giriyor, Tapınak Şövalyeleri derken Lord Rainard de Soulis’in karanlık dünyasına giriyoruz, kötü adamımız Rainard iyi bir koleksiyoncu olarak bilindiği gibi çöllerde dolandığı sıra adsız şehri bulmasıyla da nam kazanmıştır. Merhaba Lovecraft. Keşfettiği yerden üstüne ahtapota benzer bir hayvanın işlendiği altınlarla ve deli bir Arap’la döner. İki kere merhaba Lovecraft. Siyasi katakullileri için karanlık güçleri yanına çekmeye çalışan Rainard yeni arkadaşının meşhur kitabındaki büyülere, yıldızlardan gelecek müjdeye bel bağlar, amacı son emaneti de ele geçirip karanlık varlığa karşı kendini korumaya almaktır, sonra dünyanın anasını ağlatacaktır. Kutudaki Arapçaya benzer tuhaf yazılardan işkillenir Straccan, araştırmaları Rainard’ı işaret etmeye başlar, o sıra kötü lord Straccan’ın kızını kaçırınca işler iyice karışır, büyük kapışma öncesinde taraflar safları sıklaştırırken büyük bir komplo ağını açığa çıkarır Straccan, öyle ki krallar düşecek, yeni krallar yükselecektir eğer kötülük hedefine ulaşabilirse. Güç taşlarının olduğu alanda son tango: iyi adamlar ortaya çıkıp ortamı dağıtırlar, Arap hemen uzar oradan, diğerleri ya yakalanır ya öldürülürler. Gerçekten de gelmiştir iblis dünyaya, kapı aralık kaldığı için başkalarının da geleceğinden korkan iki kahraman canları pahasına parçalarlar taşları, Nyarlathotep ait olduğu yerde kalır. “Cthulhu’nun Çağrısı”nda polisin ayini bastığı sahneyi hatırladım, yerlilerin bir kısmı kaçarken bir kısmı tutuklanıyordu, polis yaşlı adamı sorguluyordu falan, o bölümlere aşırı benzeyen bir bölüm var bu anlatıda da. Aslında paralelliği ortaya çıkarmak için iki kez okunmalı bu metin. Bir kezle yetineceğim, okunmasını tavsiye de edeceğim, ilgilisi kaçırmasın.
Cevap yaz