Rozental’ın Moda’yı anlattığı kitabında da vardı buna benzer öyküler, mahallelinin gelmişinden çıkan istikamet boyunca yaşlılık öyküleriydi, bu kez Mişo’nun çocukluğundan yaşlılığına geleceğiz. Aslında geldik, kendi çocukluğunu anlatırken Moda Deniz Kulübü’ndeki konserlerden, Erkut Taçkın’dan, Ayten Alpman’dan bahsediyordu Rozental, mahallenin esnafını, Fransız Lisesi günlerini anlatıyordu, ölçeği küçülterek bağlantılı bağlantısız olayları bölümlere ayırıyor bu kez. Azınlıkların dertlerine değiniyor arada, sezdirmiyor da zulmün pörtleyeceğini, şok. Mişo’nun arkadaşı Mo var mesela, dostlukları babalarının dostluğundan geliyor, güreş maceralarıyla ilk otuzbir hikâyeleri anlatıyı sürdürürken bir anda şöyle bir şeyle karşılaşıyoruz: “Yirmi kur’a askerleri olarak Eskişehir’deki bir yol inşaatında birlikte kazma-kürek sallamışlardı. Tuhaftır, o karanlık dönemde yaşadıkları akıl almaz olayları hep gülerek anlatırlardı. Mo’nun ebeveynleri, annesinden ayrıldığından beri babasını yalnız bırakmamayı kendilerine görev bilmişlerdi. Hafta sonlarında Boğaz’a gezmeye gidildiğinde ya da Yakacık’ta pikniğe çıkıldığında mutlaka Mo’lar da olurdu. Hatta bazı bayram günlerinde Polonezköy’e, Bursa’ya, Çanakkale’ye, Edirne’ye tatile hep Mo’larla birlikte gidilirdi.” (s. 11) Alıntıyı uzun tuttum, üsluba örnek olsun, ayrıca çoğu epizodun konusu burada yığılı. Mo’nun annesiyle babasının ayrılışı sarsıcıdır, çocuk hiç beklemediği bir anda babasız kalır, sebebi yıllar sonra öğrenecektir. Aslında bilir ama çocuk bilişi, bastırmıştır hemen. Kemer vakaları var, babasının çıkardığı kemeri hiç şaklamamıştır üzerinde de kime indiğini de görmemiştir Mişo, babası uzun süre sonra tekrar evlendiğinde annesinden ve anneannesinin sevincinden, söylediklerinden hatırlar o karanlık günleri. Annesi ikinciye daha erken evlenmiştir eski eşinden, Mişo yeni babasının ciddiyetine, huylarına hemen alışamaz ama bakar ki eve disiplinle birlikte huzur gelmiştir, durumu kabullenir. Derbiye kadar. Galatasaray mı ne kazanmıştır o gün, babasının gözlerinden akan yaşları sadece takımın mağlubiyetine bağlamaz, adam mutsuzluğundan, oğluna yeni bir baba gelmesinden de ağlar. Mişo hemen anlamıştır vaziyeti, eve döndüğünde yeni babasının galibiyete sevinmesini kaldıramaz, belki de ilk ve son kez isyan eder, yemek masasından fırlar. Hafta sonu oğlanı, hafta sonu babası, zordur. Bölümün sonunda 4-3’lük ve 6-0’lık maçlardan bahseder Mişo, yaşlılığına denk gelir tabii bunlar, 60’lı yıllarda büyüdüğüne göre. İki babası da o maçları görememişlerdir ama mutlu bir ömür sürmüşlerdir oğlana göre, öz babası mutlu bir evlilik yapmış ve oğluyla bağını hiç gevşetmemiştir, yeni baba da şefkat damarını biraz daha çıkarmıştır herhalde, ikisini de sevgiyle anar adamçocuk. Polonezköy gezilerinden biri önemlidir, Polonyalıların eğlencelerine katılıp unutulmaz günler geçirirler. Tarihî kayıtlar bunlar aynı zamanda, o yılların köy yaşantısı, Moda havası, eşsiz. Domuz çiftliğindeki hayvanlardan birinin kafasına taş atar Mişo mu, Mo mu, hayvan ölünce parasını veren babanın suratını çekerler biraz, sofraya oturulunca unutulur olanlar. Akrabalardan birinin kızıyla nişanlısı havuç kafa da gelmişlerdir köye, Mişo’yla kız aynı odada uyurlar. Uyumazlar, havuç kafa kızı üzerine çıkarır geceleri, Mişo şahit olduklarını Mo’ya anlatınca uyanık kalmasında karar kılarlar gece boyu, Mişo kızın vücudunu şöyle iyi bir izleyip arkadaşına anlatır. Göğüs. Meme. Kalça. Ergenliğe girmiş bunlar, dergilere bakıp bilmem ne yaparlar, Bedri Koraman’ın çizdiği kadınlara yükselirler falan, ne bulabilirlerse. İyi arkadaşlar da yolları ayrılır bir süre sonra, yine Moda metnindeki karakterlerden inşa: Çocuğun teki, vapurda Rozental’a laf atan, arkadaş olur tayfayla da bir süre sonra göç edeceklerini söyler. Üzüntü. Amcası veya babası Tünel’de müzik dükkânı işletmektedir, kapatır giderler bir gün. Bu metinde Mişo’nun amcası Tünel’de plak dükkânını ayakta tutmaya çalışır zira plaklar iyidir ama kasetler çıkınca piyasaya, işler o kadar da iyi gitmemeye başlar. Mişo’nun aklına gelen fikir iyi, plakları kasede çekip satmaca. Led Zep, The Who falan dinlerler o dönem, Mişo’yla Mo sıcak yaz günlerinde eve kapanıp kaset doldurmaya başlarlar, bir süre sonra Mo sıkılıp ortaklıktan ayrılır ama Mişo güzel para kazanır, işi sürdürür. Arabesk furyası patlayıncaya kadar işler yolundadır, Orhan Gencebay’ı günde beş saat dinlemeye katlanamayınca işi bırakır Mişo, mahallede vakit geçirmeye başlar. Bir gün Mo’dan telefon gelir, Vancouver’a taşınacaklarını söyler Mo, doğru düzgün vedalaşamazlar bile. Babalarının akıbetini anlatıyor da Mo’ya hiç değinmiyor Mişo, çocuğun izini kaybettiğinden belki. Dünyanın öbür ucu. Akrabaları varmış orada, babası işleri bozulduğu için oraya gitmeye karar vermiş. Kaç dili birden konuşuyorlar zaten, bir ayakları Avrupa’da, Amerika’da, durmuyorlar. Ne çocukluk ama onlarınki, çok eğlenmişler. Kızlarla maceralar, mahallelinin tuhaflıkları, her gün bir olay. Yan mahallenin gençleri bir yanlış anlama sonucu bunların sokağını basıp önlerine geleni tekme tokat dövmeye başlayınca Devrim’den kaçıp gelen Rus madam -deli olduğunu söyler çocuklar, çok mutsuzdur bence- karmakarışık saçlarıyla fırlar sokağa, silahını elinden zorla alırlar da işgalcileri dağıtmayı başarmıştır. Niyet çektirme işi zerzevatçı yüzünden patlar, çocukların hile yaptıklarını anlayıp en büyük ödüle -oyuncak itfaiye arabası- el koyan adam çocukların şevkini kırmıştır. Baskın basanındır, adamı takip ederler, evine girdiklerinde zihinsel engelli çocuğuyla karşılaşırlar adamın. Mişo şaşırır ama arabasını da geri alıp uzar oradan. Bir süre sonra çocuğun öldüğünü, zerzevatçıyla eşinin köylerine döndüğünü öğrenir, başından aşağı kaynar sular dökülür. Sokakta ıvır zıvır satan amca hastalandığında yerine gelen dalavereci oğlu, bu bela. Çocuklara çatapat, maytap, bilmem ne zırtoluklar satar, mahalle bir anda serseri yuvasına döner, çocuklar yaramazlık yapmaya meyilliyken bu serseri herif yüzünden iyice raydan çıkarlar. Mahalle savaşı bu yüzden. Gerçi o mahalle bunların yepyeni topunu çalmıştır, husumet önceye dayanıyor. Bildiğimiz mahalle olayları, biz de yan sokağı basıp boncuk atan silahlarla savaşıyorduk. Mahalle gibi sokak o, çok uzun, bir ucu tren istasyonuna dek gidiyor, diğer ucu Şehit Anneleri Parkı’na çıkıyor. Üç dört apartmanın çocukları bir grup oluşturuyorsa beş altı grup var demektir, bizim sokak kısa olduğu için biz tek grup giderdik, koşa koşa dönerdik çöplüğümüze çünkü azdık, onlar çoktu, sopa yemekten zor kurtulurduk. Yani bu mahalle işi klasiktir, dayak yemek işten değildir. Gizem’e yüz vermedim diye İsa bir tane çakmıştı suratıma, herif tüy sıklet olduğu için pek bir şey hissetmemiştim, ikinciye çakınca adamın beni yumrukladığını anlamıştım. Neyse, Antuan var, artık liseye gidiyor Mişo, sessiz sakin takılan arkadaşının evine ders çalışmaya gittiğinde o da nesi, Antuan annesinin sutyenini takıp donunu giymiş halde geliyor yanına bir ara, Mişo’nun üzerine atlıyor, boşalıyor bir güzel. Mişo iğreniyor, bir tane çakıp fırlıyor evden. Aynı sınıfta bunlar, bir daha birbirlerinin yüzüne bakmıyorlar. Mişo da kendi annesinin şeylerini giyip aynada kendine bakıyor meraktan, tahrik olmuyor, Antuan’a benzemeyeceğini anlayınca mutlu oluyor. Keşif zamanları işte, ilk ilişki de saçma sapan zaten. Hikâyenin sonunda 2019’a ışınlanıyoruz, hiç anlatmadığım ama anlatı boyunca önemli bir yeri olan Jojo’yla elli yıldan sonra karşılaşıyor Mişo, ertesi yıl daha uzun görüşmek üzere sözleşiyorlar ama pandemi yüzünden ölüyor Jojo, Mişo’ya hatıralar kalıyor. Çocukluğun sonu ayrıca. Hikâyenin de sonu. İyi anlatılmamış yer yer, çocuklar yetişkinlerden daha yetişkince konuşuyorlar bazen, yine de okunası.
Cevap yaz