Sapkınlığın türlüsünü bir araya getirerek geniş alana yayıyor meseleyi Roudinesco, Mavi Sakal’ından de Sade’ına, psikanalizinden kuirine. Tanımların değişimi tabii, zamanında sapkınlık olarak görülen eylemlerin normlarla imtihanı, sağlık sıhhat gereği tedavi edilmesi gerektiği düşünülen arızaların arıza olmaktan çıkması, örneğin eşcinsellerin evliliği ve cinsiyet değiştirme ameliyatının evrimiyle birlikte pek çok başlıkta pek çok konu. Pervertere kapsıyor hepsini: tersine döndürmek, kural dışına çıkmak, sıra dışı şeyler yapmak, aşındırmak. Ortaçağ’da tanrısal otoritenin varlığına karşı küfürdü sapkın, cadıydı, işkenceciydi, şeytanla işbirliği yapmıştı, tanrının otoritesini bilimin, ruhun yerini vücudun aldığı zamanda sapıklıkla bir tutulmaya başlandı sapkınlık, nefreti, yok etmeyi, zulmü ve keyfi kapsadı. Konumuna göre büyüklük olarak da görüldü: “Sapkınlığın üzerimizde uyandırdığı büyülenme, onun bazen yüce, bazen iğrenç olabilmesinden kaynaklanır. Tam da insanların yasasına boyun eğmeyi reddeden, bu uğurda dışlanmayı göze alan, Prometheus karakterli başkaldıranlar ortaya çıktığında, yüce olan sapkınlık, her türlü doğallıkla kurulan bağın acımasızca yok edilişinin aldırmaz bir dile getirilişi olarak en vahşi diktatörlüklerin uygulamasında ise iğrençliğe dönüşür.” (s. 13) İnsanlığın gerçeğidir, hayvanların dünyasında yer almaz, doğasının düzeninden kopan varlığın parçasıdır, parodiye yanlayıp doğasına öykünür, alaycıdır. Toplumun normlarının oluşması açısından gereklidir, son derece lüzumlu bir günah keçisidir sapkın, içimizdeki karanlık yandır. “Yüce ve İğrenç”te anlatıldığı üzere başlangıçta tanrıların cezalandırdığı ölçüsüz davranan insandır, ne kadar yücelirse yücelsin tepetaklak düşebilir ki bunun ilk örneği Oedipus’tur. Hıristiyanlıkla birlikte vicdan azabından mustariptir insan, kurtuluşla düşüş arasında bir yerde salınır, acı çekmek kaderidir ve Tanrı’dan başka yargıcı yoktur. Mistikler vücutlarını sunar, İsa’nın tutkusunu yaşayanlar kendilerini kırbaçlar. Eski bir hikâyeye göre manastırın birinde deli numarası yaparak yaşayan bir kız her türlü pisliğe maruz kalır, acı çeker, bok yerse yer, akla ne gelirse. Azize olma arzusudur bu, iğrençliğe maruz kalıp yükselişe geçmenin arzusu, Freudçu anlamda da böyle. Martyrs‘ı hatırlıyorum, bedensel her acıyı çeken kadının son sahnede işkencecisinin kulağına ne söylediğini hâlâ merak ederim, işkenceci kadının tabancayla beynini dağıtmasında şahitlik vardır ama hangi türden, iğrenç biçimde kullanılan kadının düşüklüğünden mi, düştüğü hızla yükselip Tanrı’yla bağ kurmasından mı? Mesela Eyüp feryat ettikten sonra Tanrı’nın her şeyi geri vermesinin anlamı nedir? Acılara katlanmak, iman etmeyi sürdürmek ve Tanrı’dan cevap beklememek, bir nevi aşkınlık. Bedenle kurulan özel ilişkinin sonucudur bu, öyle ki “sefil vücudu görkemli vücuda dönüştürme ritüeli” ölü bedenin su ve şarapla kaynatılıp bembeyaz kemikler ortaya çıkasıya arındırılmasıydı, Agincourt’dan sonra V. Henry’nin yaktırdığı kazanları Sağanak Altında‘da görebiliriz, Teulé iyi anlatır. “Günümüzde kutsal kalıntı fetişizmi ölüseverliğe bağlı bir hastalık olarak, yani cinsel sapkınlık olarak görülmektedir. Yasaya gelince, insan kalıntılarının her türlü ticaretini ve oraya buraya dağıtılmasını yasaklamaktadır.” (s. 25) Söze dayalı Hıristiyanlık yaygınlaşıncaya kadar “barbar pratikler” sürmüş, aşırılığa karşı akıl çok sonra öne çıkmış ama sapkınlıklar hiçbir zaman tam olarak kalkmaz ortadan, Gilles de Rais örnek. Tournier’nin dört dörtlük romanına bakılabilir, Gilles ile Jeanne bir yanda kesip biçtikten sonra yakılan azizeyi, diğer yanda savaştan sonra masumları kesip biçmeye devam ederek savaşı sürdüren sapkını ne anlatır! İğrençlikle yüceliğin sıklıkla yer değiştirdiğini düşünebiliriz, iki karakter zaman zaman rollerini değişirler. Arkadaş olduklarına dair hiçbir belge yoktur, Bakire’nin kaderine kayıtsızdır Gilles de Rais, bir tek dedesini aşmak istemektedir ki hiçbir zaman ulaşamayacağı merhaleyi de aşağılayabilsin. Sayısız cinayet, tecavüz, en sonunda asılıp yakılma, gerçekten de öyle bir güç gösterisidir ki ancak kral tarafından durdurulabilir. Bataille’a göre Gilles bir çocuktur, suçluların en sapığı ve trajiğidir, muhtemelen kültürün ve eğitimin ürünü değildir ama bu da düşünülür, ilerleme ve uygarlık aracılığıyla öyle canavarlıkların sona erebileceği Rousseau ve Diderot gibilerinin aklına gelmiştir. Aydınlanma mantığı gereği umut da vardı, Marquis de Sade aydınlanma projesini tersine çevirip saptırdı. Devrim öncesinde şartlar olgunlaşmıştı pek çok açıdan, kralın mutlakiyetçiliği yavaş yavaş yok olurken hovardalık politik açıdan da rağbet görmeye başlamıştı. “En aşırı zevklerle baştan çıkmış olan aristokrasi, böylelikle kendi sonunu da içten içe hazırlıyor, ayrıca düşmanlarına karşı koyacak hiçbir şeyi olmadığından, körü körüne kendi mahvoluşuna doğru ilerliyordu.” (s. 48) Gilles de Rais de hovardalık idealine bağlı yetişmiştir ama de Sade yasayı tersine çevirmek için kan dökmemiş, yazmıştır sadece, yazdıklarının hayata geçirdiği kısımlarının dışında -ki çok çok azı pratiğe dökülmüştür- aile kurumuna ve ebeveynliğe karşı gelmiştir, yasanın -madalyonun- diğer yüzünü göstermiştir. Burjuva bireyciliğinin gelişmesiyle beraber cinselliğin doğadan ayrılmasının deneyimidir sapıklık, doğal düzenin taklididir özetle, kutsallıktan uzaklaşmadır. Bu yüzden yazar hapsedilir, Devrim’le birlikte serbest bırakılır, sonra tekrar hapsedilir zira hiçbir devirde dünyanın düzeniyle özdeşleşme çabasında değildir, öyle ki kraliçenin düşüşünde maruz kaldığı aşağılamaları hatırlar, içi acıyla dolar. Aynı devirlerde sapıklığın tıp yoluyla “düzeltilip düzeltilemeyeceği” tartışmaları başlar, sapıkların hasta olduklarına dair düşünceler sınanır, delilik de katıldı mı düğüm iyice sıkılaşır. Cinsellikle ilgili hararetli tartışmalar da o dönemde ortaya çıkar, bütün cinsel pratiklerin kontrolü elbet eylemin tarihsel anlamlarıyla birlikte yürür ama çağın normu başattır bu konuda, Roudinesco hayvanlarla cinsel ilişki dahil olmak üzere pek çok ilişkilenme türünün yeni ve eski normlara oturtulmaya çalışılmasını irdeler. Upuzun bir bölüm bu, Freud ve Darwin’in görüşleri üzerinden insanın hayvanla ilişkisine, sapkınlığın kültürel ve biyolojik kaynaklarına uzanıyor. Sonuç: “Bir zamanlar, nasıl ki din kendini erdemle kötü huyları ayırmaya verdiyse artık aynı biçimde, Aydınlanma adına, çağdaş devletlerin, insanların cinsel pratiklerinin tamamına müdahale edebilmesinin bir göre olduğu düşüncesi oluşmaya başladı. Böylece polisin vücuda müdahalesine ve biyokrasiye yol açılmış oldu.” (s. 99)
“Auschwitz İtirafları” aslında çok yeni şeyler söylemiyor ama sapkınlık zincirindeki halkaların niteliğini göstermesi açısından önemli, örneğin de Sade’ın sapkınlığıyla Eichmann gibilerininki arasında bir devamlılık ilişkisi yok, burada bambaşka bir mevzu var. Sapık değil soykırımcılar, korkutucu derecede normal kişiler Roudinesco’ya göre, kötülük olarak algılamaları gereken şeylere giydirilen norma bakarak işlerini güçlerini sürdürmüşler. Kant ahlak yasası gereği duygusallıktan arınmayı önerirken de Sade kötülükte mutluluk arıyordu, ikisi eşdeğerdir ve cellatların söz almamasını, harekete geçmemesini sağlar. Çarpık ahlak, ıstırap çektirmenin verdiği haz. Birbirini tuhaf şekilde içeriyor. “Gerçekte Nazi soykırımcılarının tanıklıklarında çarpıcı olan, kanıtlamaya çalıştıkları inanılmaz normalliğin, sözcüğün klinik anlamında bir sapıklığın (cinsel şizoid ya da başka tür bir sapıklığın) değil sapık bir sisteme bağlılığın ve kendi başına olası bütün sapıklıkların tamamını sentetik bir şekilde sunabilecek bir sistemin belirtisi olmasıdır.” (s. 141) Bütün güzellikleri yok etmeye meyil ayrıca, Yahudi müzisyenlerin çaldıklarından etkilenip gözyaşı döken subayın bütün müzisyenleri vurması. Hiçbir utanç yok, evine gittiği zaman eşini öper, çocuğuyla oynar, evinin yanındaki çitlerin ardında öldürülmeyi bekleyen milyonlarca insan aklına gelmez. Eşin hiçbir şeyden haberi yoktur, öylesi bir körlük.
Günümüzde sapıklığın durumunun incelendiği son bölüm en az önceki bölümler kadar dikkat çekici. De, uykum geldi, benden bu kadar. Tavsiye ederim, okunsun.
Cevap yaz