Sevinç Çokum’un şiirleri için beklediği övgü öykülerine gelince bir burukluk, yine de Necatigil’in edebî görgüsü öyle diyorsa öyledir, öyküden ve romandan devam edilecektir. Çokum da öyle yapıyor, “Değerli hikâyeci” diye başlayan Necatigil’in mektubu geldiği için sevinçli, üslubu çıkışmaktan kabullenmeye dönüyor. “Şiirlerinizi ille de beğenmeye mecbur değildim, değil mi? Hikâyelerinizi de beğenmeye mecbur değilim, ama cidden özlü, dolu hikâyeler o işaret ettiklerim.” (s. 304) İkisi de Beşiktaşlı, aynı yerleri yazıyorlar, samimiyet kendiliğinden ama fişeklemiyor Necatigil, neyse o, söylemekten erinmiyor. Kibarlığına çok mektupta değinilmiş, saygısızlığa gelemediğini de görüyoruz, biraz çıkıntılık yapılırsa nazikçe uyarıyor muhatabını, sonraki mektupta tamam, mesaj alınmış. Kâğıt okumaktan başını kaldıramadığına değiniyor, yazmayı geciktirirse hiç yazamadığına değiniyor, yani bir iş, uğraş olacak da anca o zaman yazacak, özür diliyor bu yüzden. Memet Fuat’ın istediği kitapları yolluyor, zaman kısıtı koymuyor geri almak için, yine de bir yere not aldığını düşünüyorum zira öyle kolay bulunan kitaplar değildir Fuat’ın istedikleri, er geç geri dönmesi gerekir. Biri sitem mi ediyor azıcık, hani Necatigil’i görmek için gelen biri var diyelim, tanıdıklarla bekliyor ama Necatigil ortalarda yok, mektubunda ikinci kez buluşma talep ediyor ve Necatigil’den gelmesini rica ediyor bu kez, diğerlerini istediği zaman görebilirmiş zaten. Necatigil hemen not düşüyor, “görüldü”. Şiir isteniyor diyelim, “gönderildi”. Arşiv sistemi sağlam, derlemek çok zor olmamıştır sanıyorum. Bu kitaptaki mektuplara verilen cevapları araştırmış Serenad Demirhan, bazılarını kitabın sonuna koymuş, Necatigil’in gönderdiği mektuplardan ulaşamadıkları varmış. Terekeler nasıl dağıldıysa artık. Demirhan iş güç mektuplarını elediğini söylüyor, yine var ama mektupta muhabbet ağır basıyor, yollanacak şeyler arada derede bahis konusu. Bir de Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü konusu var, sanatçılar yanlış bir bilgi varsa düzeltmesi için Necatigil’e başvuruyorlar. Biri ilginç, Hisar‘ın kurucularından Mustafa Necati Karaer’in, Gültekin Sâmanoğlu’nun ve Nevzat Yalçın’ın adı metinde geçmiyor diye Mehmet Çınarlı’nın sitem ettiği mektup. Evet, 100’ü aşkın nüsha itinayla taranmış, metinde adı geçen yazarlardan dergiye katkı sağlayanların maddelerinde derginin adı belirtilmiş, çok güzel ama o üç isim niye yok? Çıkışıyor Çınarlı, dergiyi kuranın yanında yöneticilik yapanların adını yazmamak ne ola, herhalde kasıt var. Çınarlı adı gibi eminmiş Necatigil’in tutmadığı birçok şair ve yazara yer verdiğinden, husumetin kaynağını merak ediyor. Lüzumsuz bir öfke, Necatigil’in cevabı Mektuplar‘da varmış, nezaketle yanıtlamıştır büyük ihtimal. Şu da var, on beş yıl önce Muzaffer Erdost’un bir şiiri yayımlanmış dergide, ey, sözlükte iki ismi yan yana gören okurlar ne düşünecekmiş, edebiyat meraklılarını yanıltmaya hakkı var mıymış Necatigil’in? Tuhaf adammış Çınarlı, elbette ilgili kısma üç ismi ekleyen Necatigil’e saygısızlık yaptığı söylenebilir. Yeni şiirlerini “anlamayanlara” ne demeli, Necatigil nasıl bir tepki vermiştir acaba, merak ettim. Mehmet Kaplan başta olmak üzere babalar takımı açıktan eleştiremiyorlar da anlamamaya vuruyorlar işi, Necatigil’in zirvelerden biri olduğu yıllarda böyle. “Şiir kitaplarına da çok teşekkür. Fakat itiraf edeyim ki onları artık anlayamıyorum. Yüksek kültür ve şahsiyetine inandığım için kusuru kendimde buluyorum.” (s. 125) Bazı mısraları “anladığını sanıyor” Kaplan, bütün şiirleri okursa muammayı çözermiş bir gün. “Yokken de var olacağına eminim. Bambaşka bir, derin bir şiir dünyan var. Ben şiirin bir şair tarafından bilinmeyen de bir araştırma olduğuna inanıyorum. Sende bu var. İdeolojiler bilinmezi öldürüyor ve insanı boğuyor.” (s. 123) UNESCO’nun antolojisi için davet de var, gariptir ki bu hadisenin kaydı kuydu hemen hiçbir yerde yok, Cevdet Kudret’te mi ne rastlamıştım. Özetle şudur, on veya on iki kişilik bir kurul oluşturuluyor 1966’da, UNESCO’nun bir projesi kapsamında şiirimizi en iyi temsil eden şairler seçilecek. Bir yere kadar tamam, seçilen seçiliyor da iş Nâzım Hikmet’e gelince ikiye ayrılıyor kurul, hangi tarafta kimlerin olduğunu hatırlamıyorum da Yaşar Nabi’nin ve Necatigil’in Nâzım Hikmet’ten taraf olduklarını hatırlıyorum. Ki Necatigil de aşağı yukarı Kaplan gibi düşünür, hele Yaşar Nabi hemen hiç yer vermez siyaset kokan şiirlere. Ne olur sonunda, proje rafa kaldırılır, şiirimiz hava alır bu yüzden. Edebiyatımızda böyle süper olaylar çoktur, geri kalmış ülkenin münevverleri bu kadar. Bir mevzu da sağlık, Necatigil’in burun ameliyatı geçirdiğini dergilerden, gazetelerden öğrenenler mektup yazıp sıhhat diliyorlar, iletişime geçmeden ziyarete gidenler de var, hatta kimdi o, gitmiş de kısa süre önce taburcu edilmiş Necatigil, göremeden döndüğünü yazmış. İzlenimim şöyle, Necatigil başı çok dolu bir adam, kızlarının eğitimiyle ilgileniyor, eşiyle ilgileniyor, öğrencileriyle zaman geçiriyor, sınav kâğıtlarıyla boğuşuyor, kalan zamanında da okuyor, çeviriyor, yazıp çiziyor. Pis dedikodu olacak, utanıyorum da hassasiyetine rağmen ortaya çıkan ihmallerine dair hikâyeler duymuştum, bilemiyorum artık. Fakat öyledir, öyle olması gerekir, odasına kapanıp çalışmalı insan. Öngörülemeyen engeller çıktığında huysuzlanır, çekilmez birine dönüşür belki, dünyayla yaratıcılık arasındaki dengeyi tutturmak zor olduğu için istenmeyen şeyler yaşanmıştır, normaldir. Yazları gönlünce çalışabildiğini söylüyor Necatigil, yılın diğer zamanlarında hep bir şeylere yetişmeye, işleri yetiştirmeye çalışıyor, bu yüzden gecikebiliyor ve arada bazı şeyleri unutabiliyor. Mektuplara not alması bundan, antoloji için şiir istendiğinde gönderdiğini yazıyor işte, dergi için şiir isteniyorsa gönderiyor. Yine sitem, Varlık‘a gönderdikleri kadar iyi değilmiş mesela arkadaşının dergisi için gönderdikleri, arkadaş hemen “daha iyi şiir” istiyor. Vurgulanıyor bu, kimler zıttırıbık metinler gönderiyorsa artık. Balıkesir’de çıkan dergiyi dahi takip ediyor, istendiğinde şiir yolluyor Necatigil, en büyük tanığı Vedat Günyol. Güne Gün Katmak‘tan alıntılıyorum, başı çeken dergilerin dışındakileri takip etmekle ilgili: “Oysa, yetiştiğim yıllarda, bir Behçet Necatigil’in, bir Cemal Süreya’nın ilgisini çeken, onlara zaman zaman yazılar yazdırtan taşra dergileri vardı. Cemal Süreya, ‘taşra’ sözcüğünden kaçındığı için mi bilmiyorum, bu dergilere ‘anadolu dergileri’ diyordu. Necatigil; konuşmalarında, söyleşilerinde taşra dergileri dediği gibi, taşra sözcüğünde galiba bir yücelik de duyumsardı.” (s. 74) Sözlük’te Anadolu dergilerinde yazan şairlere, edebiyatçılara da yer verirmiş Necatigil, ülkenin sanatçılarından biri bile kaybolsun istemez gibi. Necati Zekeriya’nın mektupları da hoş, anlıyoruz ki Balkan ülkelerinde yaşayan sanatçılarla da iletişim kurmuş Necatigil, Türkçenin batıdaki temsilcileriyle.
Yazı bitecek, mektuplara hemen hiç giremedim. İki şairin şairce mektuplaşmalarına bir Gülten Akın vasıtasıyla denk geliyoruz, Necatigil’in sesi değişiyor resmen, oysa o kadar şair var kitapta. Rüştü Onur havadis soruyor, Muzaffer nasıl? Muzaffer de Onur’un yolunda olduğunu söylüyor, kısa süre sonra öleceğini bilmiş. Mübeccel İzmirli gibi kıymeti zerre bilinmemiş bir yazarın -Feyza Hepçilingirler hakkını teslim ediyordu, başka da eden varsa bir Selim İleri vardır herhalde- söyledikleri acı: “O kadar her bakımdan harcandım, öyle gadre uğradım, öylesine büyük hayal kırıklıklarım oldu ki bu çevrede, küçük öğrenciniz Ayşe’ye de söylediğim gibi, yalnız sanat çevreleriyle değil, adeta bütün insanlarla günün birinde bir duvar yükseldi aramda.” (s. 152) Necatigil şiir kitaplarını göndermedi diye gönül koyanlar, yazı yazacak diye ağa paşa çekenler, dört dörtlük bir toplam.
Cevap yaz