İsmail Kara – Aramakla Bulunmaz

Bulanlar arayanlardır ama neyi arayanlar, bir metnin izini sürerken başka bir metne rastlatan arayış bitecek gibi değil. Kırk yıldan sonra hiç beklenmeyen bir yerde denk gelinebilir veya gelinemez, tesadüf. Veya tevafuk. Veya rastlantı. Mustafa Kutlu yazmasını söylemiş, İsmail Kara yazmış, zaten aklındaymış ama zamanın geldiğini düşünmüş, söyleneni emir bildiğinden. “Tesadüf” rast gelmek, “tevafuk” uyuşmak, yardımlaşmak, uygun düşmek. İkincisini özellikle Nurcular kullanırmış bir zamanlar, Kara “ünsiyet kesbetmediği” için tesadüfü kullanırmış öğrenciliğinde de. “Talebeliğinde” demek lazım çünkü Kara’nın kelime tercihleri eski şiirin rüzgârını taşıyor, okur olarak Ahmet Rasim’le Refik Halid Karay’ın ortasında bir yere varıyorum, dil görgümden ötürü sözcükleri değiştireceğim ama bu tasarrufu belirtmem lazım, Kara eski zaman muharrirlerinden biri. Türkçe olmadığı için kullanmamış tevafuku, bunu da belirteyim, Bediüzzaman’ın eserlerini incelemeye başladığında ikiliğin felsefî ve itikadî sorunlar doğurduğunu fark etmiş. İsmail Fenni Ertuğrul hazırladığı felsefe terimleri sözlüğünde tesadüfün “bir yaratıcının mutlak iradesinin neticesinde değil de ‘rastlantı’lar sonucu, aniden, sebepsiz olarak belirmesi’ni hem de İslam’a uygun halini birlikte vermiş, Bediüzzaman odağına aldığı ilk anlamdan ötürü “sersem tesadüf”ü dışlayarak “tevafuk”u kullanmış, meşhur külliyatında Kuran’daki ögelerin uyumundan yola çıktığı için tercihi bu yöndeymiş Kara’ya göre. Başka bir mesele de o dönem Anadolu’da sıkça olan depremlerle halkın külliyata olan ilgisinin artması arasındaki tevafuk, hani sadece eserlerdeki sayılar ve kendisiyle talebelerinin başına gelenleri katmamış mevzuya Bediüzzaman, Nurcuların rahat yüzü görmesinde gündelik yaşamın, ülkenin vaziyetinin şakirtlerin okuma sevdasıyla doğrudan ilişkisi var. Kara bir araştırma yapmış, iki kavramın dijital kıyası: “Üstad’ın eserlerinde tesadüf kelimesi 246 defa, tevafuk ise 369 defa geçiyormuş! Sizi bilmem ama ben buna inanır mıyım? Tesadüf kelimelerinin önemli bir kısmının menfi mânasıyla geçtiğini kabul ederek durumu kurtarmaya teşebbüs etsek bile tevafukun bu kadar az geçmesini hangi ‘tesadüf’le açıklayacağız? Teknolojiye itimat etmeyerek tabii!!!” (s. 27) Çok matrak, bir iki siteye daha bakıyor Kara, durum yine can sıkıcı. Rast da dışlanıyor mesela, eh, bu durumda “Allah rast getire!” diye dua ederken baştan yanıyoruz. Örneğini Blumenberg ve Rossi’nin yazdığı gemili kitaplarda bulabileceğimiz filolojik seyrin iyi bir örneğini veriyor Kara, zaman içinde anlamları değişen terimler yoluyla bulmanın, aramanın özüne biraz daha yaklaşıyoruz. Basit aslında, bundan bir uhuvvet falan çıkaramadığım için kitabın benle ilişkisi kitabın kitapla ilişkisidir, öbür türlüsünde ilmidir, kelâmıdır, fıkhıdır, insan okyanuslara dalıp gider. Ben başka okyanuslara dalmayı tercih ediyorum, sadece denk gelme kısmıyla ilgilendim ama önümüzde bir âlim var, Kara’nın düşünce dünyasını anlamak lazım ki neyi aradığını, nasıl bulduğunu daha iyi kavrayalım. Kendimi son kez atıyorum ortaya, hikâye olmasına rağmen tutarlıdır, tutarlılık iyidir: “heyecanlı bir hikâyeye dönüşmüş ‘hakikat'” olarak gök kapılarının açılması. Kara’nın çok yakını olan genç hanım anlatıyor, sahuru yapıp yola çıkan grup yayla tahtası tedarik edecek, namaz kılmak için durduklarında suyun başına oturuyorlar ki ne görsünler, aman Allah, ateşin içine düşmüşler! Her yer kıpkırmızı kesilmiş! Göğün bir noktasında narın ikiye ayrılması gibi kor bir yer! Hemen dua etmişler, kadın kendi kısmetine “okunmuş” birinin düşmesini istemiş. Mucizeye şahit olan anlatıcının halası kimseye hiçbir şey söylememelerini istemiş ki duaları kabul olsun. “Başını Vermeyen Şehit”te de vardı ya, gaziye gördüğü şeyi kimseye söylememesini tavsiye eden diğer gazi haklı çıkıyordu, mucizenin vergisi kayboluyordu da kafayı yiyordu ilk gazi. Neyse, okunmuş biriyle evlenir kadın gerçekten, hikâyeyi anlatır. Evlendikten sonra anlatmanın sakıncası yok herhalde. Kara uzun zaman sağlam bir kaynak arar, hani gök kapısı, rahmet kapısı, daha çok folklor, edebiyat ve türkü malzemesi cinsinden bulur aradığını da kesmez bunlar, nihayet Elmalılı Hamdi Efendi’nin Kadir suresi tefsirinde verdiği kısa bilgilere rastlar. Özeti şu: Kadir gecesini görmek ona mahsus olan nurları ve meleklerin yeryüzüne inmesi gibi hususi şeyleri bilmeyi ifade eden alametleri görmek demek. Kara’ya göre “Elmalı Hamdi” -ah, tashih- sırrîliği sürdürmek için ifadesini bilerek muğlaklaştırmış. “O muğlaklaştırsın ben sırrı fâş edeyim: Çok yakınımız olan anlatıcı genç hanım anamdır.” (s. 18)

“İz Sürmek” ikinci bölüm, asıl alengir burada. Dedektiflik hikâyesiyle açılıyor resmen, Kara daha önce künye olarak bildiği ve aradığı Ulemâ-yı Din-i İslâma Davet-i Şer’iye risalesinin geniş bir özetine rastlamış Türk İnkılabı Tarihi‘nin ciltlerinden birinde, 80’li yılların sonu. İttihatçı muhalifler II. Abdülhamid’den korktukları için kitaba yazarın adını koymamışlar ama ilmiye sınıfındanmış yazar, belliymiş. İstibdat aleyhinde bir metin, İTC’nin İslâmcılık hareketiyle ilişkisini de gösteriyor, önemli. Risalenin kendisini aramaya başlıyor Kara, kütüphanelerden soruyor ama olumsuz cevaplar alıyor, İTC üzerinde çalışan tanıdıklarda da yok. Yıllar sonra mı artık, eline bir kütüphane kataloğu geçiyor Kara’nın, hemen Atatürk Kitaplığı’nı arayıp -tesadüf, telefonu açan kişi Kara’nın öğrencisi- künye ve numaraları veriyor, sonra fotokopisini elde ediyor metnin, hemen neşretmeye yolluyor ama aranacak dünya şey var daha, bu kez Sada-yı Hak gazetesi. Batı Anadolu’dan çekilen Yunanlar bazı Türkleri zorla gemilere bindirip Girit’e götürmüşler, götürülenlerden biri malum gazetenin yazarlarından İbnülcemal M. Rağıb. Hanya Mevlevîhânesi’yle ilgili bir hatırat yazmış bu zat, gazetenin eski sayılarında habere denk gelen Kara o hatıratı aramaya başlıyor. İÜ Eski Eserler Kısmı’nda bulamıyor istediğini ama ulema ağırlıklı muhalefetin Mısır’da kümelendiği yıllarda Kahire’de neşredilen bir başka İttihatçı gazete Mizan‘ın sayılarına bakarken, o da ne, bulduğu risalenin gazete yazısı halindeki ilk versiyonuna rastlıyor. Daha basılmamış risale, tashih ve ilave için zaman var, süper. Bitmedi, yıllar sonra Beşir Ayvazoğlu bir risale vermiş Kara’ya, elbette bizim risaleymiş verdiği. “Gel de bu memleketin bazı risâlelerine melâmet neşvesi bulaştı deme!” (s. 38)

Günümüze doğru geliyor Kara, Tevfik Fikret’le ilgili metnin bulunuşundan bahsedip bitireceğim, ilgilisi diğer kayıp ilanlarını ve kavuşmaların hikâyelerini okumak için kitabın ellerinden öpsün. Ha, Yahya Kemal’in mahalle mektebi hatıraları ve medrese icazet merasimleriyle ilgili bölümler hazine resmen, keyif aldım okurken. Hüseyin Kâzım Kadri’nin “Tevfik Fikret: İnsan ve Şair” nam yazısının peşindeyiz bu kez, Hüseyin Cahit bir zamanlar gitmek istedikleri “Nuvel Zeland”la ilgili bilgilerin adı geçen yazıda yer aldığını belirtmiş. Kara bulmuş hatıratı da Hüseyin Kâzım sonradan çıkarmış ilgili yazıyı, “Tevfik’in rûhen rencide olmasından korktuğu için”. Kitapta yok, mecmuaya bakıyor Kara, fotokopiyi elde ediyor, gerisi güzellik: Amerika’da yetişseydi Fikret’in o memleketin en büyük adamlarından biri olacağını söylemiş Robert Kolej müdürü, Hüseyin Kâzım gençlik yıllarına dönerek dehanın nasıl serpildiğini anlatmaya başlıyor. Sultanî’den mezun olur olmaz ev toplantıları başlıyor, gençler ilimden, şiirden ve ihtilâl emellerinden bahsediyorlar, Fikret daha çok edebiyat ve şiirden dem vuruyor. Zengin değil, Hariciye’de çalışıyor ve babasının maaşıyla yaşıyor o zamanlar, Sadaret’e geçirildiğinde ilk kez maaş bağlanıyor. İlginç bir olay, İngilizlerle Boerler arasındaki savaş başlayınca İngilizlere sempati duyan yazar çizer tayfa hemen bir destek metni oluşturuyor, Hüseyin Kâzım az itelese Fikret’in imza atacağını söylüyor ama atmamışlar. Bazı hatıratlarda attıkları söyleniyormuş, muallakta bu. Her neyse, metnin geri kalanında Yeni Zelanda, Manisa, Aşiyan konuları genişçe yer bulmuş, Fikret’i daha yakından tanımak isteyenler için yol arkadaşının hatıratı eşsiz.

Ben istifade ettim bu metinden, bir kitap düşkününün arayışına eşlik de ettim bir süre. Sağ olsun, keyifliydi.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!