Tütengil’in katilleri ortaya çıkarılmadı, dava dosyası kapatıldı, kaybedildi, olay karanlığa gömüldü. Levent’ten otobüse binecekti, olmadı, kanı yerde akarken otobüsler yanından geçip gitti. Memleketin önemli aydınlarından biriydi. Cumhuriyet‘te yazıları çıkıyordu, bu kitaptakiler 1964-1974 arasında yayımlananlar. Dr. Rıza Nur’la ilgili iki makalesi ilginç zira British Museum’da yaptığı çalışmalar sırasında Nur’un günlüğünü keşfedip ülkeye tanıtan o, Ziya Gökalp’in ilk yazısını keşfeden de o, konuyla ilgili verdiği bilgilere bakmalı. 1935’te Sir George Hill’e yazdığı mektupta üç şart koşuyor Nur: mirasçıları bile hiçbir şekilde satın alamayacak yazmalarını, ne varsa bağışlayanın mührüyle paketlenmiş halde saklanacak ve 1960’a kadar okura sunulmayacak. 1961’e kadar Doğu Yazmaları Kataloğu’na geçmiyor gerçekten dört yazma da, Tütengil bulduktan sonra hepsini inceliyor, Türkiye’nin Yeni Baştan İhyası ve Fırka Programı‘na değiniyor yazısında. Adı “Türkçü” olacak fırkanın, hükümet şekli cumhuriyet, idare sistemi laik ve içtimai. Din ve devlet kesinlikle ayrıştırılacak. Resmî din Müslümanlık, eski ve yeni yazı birlikte kullanılacak, tekkeler ıslah edilip Türkçü amaçlara uygun hale getirilecek, sosyalizm ve komünizm gibi garabetler defedilecek, Türkiye asla sanayi ülkesine dönüşmeyecek. “Alınacak Tedbirler” bölümünde Mustafa Kemal Paşa’nın ıskatı ve cezalandırılması, İsmet Paşa’nın cezalandırılması yine, Fevzi Paşa gibilerin ordudan uzaklaştırılması, Meclis’in feshedilmesi var, ardından heykellerin yıkılması, Türk olmayan memurların işten çıkarılması, ziraat işlerinin sistemli bir şekilde yürütülmesi geliyor. Hilafet tekrar tesis edilecek, bütün Türklerden mürekkep büyük bir konfederasyon kurulacak, kadınlar sosyal yaşamdaki yerlerinden edilerek eve tıkılacak. İkinci yazmada “Altın Dağ” adlı ilmî bir cemiyet kuracağını söylüyor Nur, üyelerinin arasında Vâlâ Nurettin, Nâzım Hikmet, Reşat Nuri Güntekin, Peyami Safa, Zeki Velidî Togan, Mehmet Ağaoğlu gibi isimler var, üçüncü yazmada Moskova Sefarethanesi, Moskova Konsolosluğu’ndaki cinsel işlerin eleştirisi var, oralar adeta fuhuşhaneye döndürüldüğü için öfkeli Nur, dördüncü yazmadaysa Fevzi Çakmak’a ağıza alınmayacak, alınsa dehşete düşürecek şeyler söylemiş. “İnsanların tanrılaştırılmasından yana değiliz. Hakikatler aranırken, elbette olaylara ve insanlara değişik, hatta karşıt açılardan bakılması gereklidir. Bu düşüncede olduğumuz içindir ki, Ankara’daki Türk Devrim Tarihi Enstitüsü’nün dikkatini bu yazma eserlere çekmiştik.” (s. 28) Atatürk’ün sömürülmemesi için uğraşan Tütengil aynı hassasiyetle Nur’un yazdıklarını açığa çıkarmış, bu bombastik adamın yazılarını duyurmuş, eleştirilse de doğru bildiği yoldan sapmamış ki Nur’a bu açıdan saygı duyuyor belli ki.
Gezip gördüğü yerlerden ve güncel olaylardan yola çıkarak yazdığı makaleleri var Tütengil’in, adını sıklıkla andığı Otyam’ın izinden giderek memleketin nabzını şaklatıyor. Kilis’ten manzaralar: Suriye sınırına 6 kilometre uzaklıkta bulunan Kilis’in otobüs işletmesine ait olan tek otobüsün sol yanındaki camda iki kurşun deliği var, kaçakçılık işlerinden kalma. Haber olma özelliğini de yitirmiş kaçakçılık, 60’lı yıllarda sıradan bir olay, giden canlar, kopan uzuvlar ve akla gelmez kötülükler basında yer almıyor. Bilmem kaç kilo kaçak mal yakalanınca belki, o sıra Kilis’teki küçük dükkânlarda kahve çekirdeğinin iki türlüsü var, askerler Gaziantep yolundaki araçları arıyorlar da bu dükkânlarda satılanlara hiç bakmıyorlar. 1956 yılında boydan boya mayınlanan Suriye sınırı arıza çıkarıyor sıklıkla, Suriyeliler koca taşlarla sınırı aşmaya, toprak aşırmaya çalışıyorlar, tapulu araziler istimlak edilerek yerleştirilmiş mayınlar, yüzlerce hayvan telef olmuş, her türlü zarar. Üç beş kişiyle görüşmüş Tütengil, aralarında “sırtçı” denen kaçakçılar var, motosikletlerle fişek gibi gidip gelenlerin yanında araç kullanmayıp kaçak malı sırtlarında taşıyanlar asıl zorluğu yaşıyorlar. “Mayın temizleyicisi rolü oynayan orman yangınları güney sınırlarımızda kaçakçının başvurduğu tedbirlerden biri olmuştur. Askere alındığı vakit ‘istihkâmcı’ olmağa can atan güneylinin bu davranışında ise, ilerisi için teknik bilgi ile donatılmış olma düşüncesi yer almaktadır.” (s. 31) Eski evlerin kalın duvarlarla çevrili avluları depolara döndürülmüş, çarşıda dünyanın her yerinden gelen eşyalar satılıyor, Türk malları da kaçak eşyaların arasında. Mayınlar hiçbir şeyi değiştirmemiş, iğne deliğinden deveyi geçirmeyi bilenler güven içinde çalışıyorlarmış, mayın tarlaları büyük çapta iş yapanların işlerini kolaylaştırmış zira bilgiyi elinde tutanlar almış yürümüş, tekeller oluşmuş bu yüzden. Tütengil’in iktisadi açıklamaları var konuyla ilgili, kaçakçılığın sürmesine yol açan dinamikleri durdurmak için yasaklar hiçbir işe yaramaz, ekonomik yönden yaklaşmalı mevzuya. Fabrikalar kurulmalı, zeytin ve üzüm işlenmeli, en başta trahomun önü alınmalı ki körlük belası ortadan kalksın, kayıpların ruhsal yükünün yanında maddi sorunları da kalksın ortadan. Devlet el atmış gerçi, yetersizse de iyi, reçine ticaretiyle bağcılık ve tavukçuluk emeklemeye başlamış o dönem. “Kaçakçılıktan sağlanan yüksek kazançlar, ‘Haydan gelen…’ deyimindeki gibi savrulur gider. Bir sıçrama yaparak Gaziantep veya İskenderun’a, bazen de daha ötelere ulaşarak eğlence yerlerini ve ‘pavyon’ları besler. Buna karşılık şehirde ve çevresinde hırsızlık hemen hiç görülmez, söz ise namustur. Yargıçları uğraştıran olaylar da kendine özgü bir biçim kazanır. 1961 yılında Kilis mahkemelerinde görülen davaların 17’si kaçakçılık, 62’si pasaportsuz seyahat ve 28’i de görevi kötüye kullanma konularında idi.” (s. 36)
“Hak Yerini Buldu mu?” ile bitireyim, Tütengil’in tipik yazılarından. 1963’te Polatlı yakınlarındaki Dümrek’te işlenen cinayet büyük tepkilere yol açmış, nişanlı Alman turistler Renata ve Peter iki köylü tarafından öldürülünce kıyamet kopmuş resmen. Duruşmalar sırasında Türk ve Alman basını olayı ayrıntılarıyla vermişler, mevzu ilginçleşiyor buradan sonra. Yargılama sonunda iki köylü suçlu bulunmuş, Allah’tan af diledikten sonra asılmışlar. Almanların aileleri suçluların asılmamaları için uğraşmışlar, Meclis’te ikinci defa görüşülen idam hükmünün onaylanma meselesi Alman milletvekilleri grubunun müdahalesiyle karşılaşmış, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e başvuran bu grup suçluların Alman Ceza Kanunu’na göre yargılanmasını teklif etmişler, ağır hapis cezası var bunun sonunda da sonuç belli. “Aşırı duygululuk” yüzünden millet acayip tepkiler vermiş Tütengil’e göre, bir kere böyle vakalar dünyanın her yerinde yaşandığı için bize özel olmamasına rağmen Türklere çıkışanlar olmuş ama sonra hemen susturulmuşlar, bu kez suçluların Türk olmadıklarına dair laflar dolanmaya başlamış ortalıkta. Altmış yılda hiçbir şey değişmemiş, süper. Suçlular cahil olduklarını, “turistlere o derece kıymet verildiğini bilmediklerini” söylüyorlar, acayip bir insanlık yoksunluğu. Türk vatandaşı olduklarını söylüyorlar üstelik, hakaretlerden alınmışlar. Türk oğlum adamlar işte, turist öldürdüler diye atmayın ocak dışına. Yakın akrabalara göre alın yazısı bu, suçlular doğar doğmaz alınlarına yazılmış. Tütengil’e göre cinsel dengesizlik, cahillikle birleşince cinsel içgüdü gemi azıya alıyor, cinayete kadar gidiyor. “Bir dağ başında geçen olayda köyde yaşayan değerlerle kelimenin gerçek anlamında Batılı olan değerler karşı karşıya gelmiştir. Kadın-erkek eşitliği ile kadının köy topluluğundaki aşağı durumu, Batılının kılık kıyafeti ve sevişme özgürlüğü ile bizim, kadının açıklığını ve başkalarının gözü önünde sevişmesini kabul etmeyen tutumumuz arasındaki çatışma, bu cinayet olayında yer almaktadır. Müsamahayı ortadan kaldıran bir dinî fanatizm, yabancıların olsun yaşama biçimi üzerinden ırak tutulması gereken denetleyici bir göz turizmin gelişmesinde ‘otel’den daha az etkili değildir.” (s. 19)
Antalya’nın kıyıları, büyük şehirlerin büyük köylere evrilmesi, ülkedeki üniversitelerin evrimi, Varto’nun depremden sonra devletsiz kalışı, İsmet Paşa’nın kısa monografisi derken bakıyorum, acayip zengin Tütengil’in yazıları. Okunası.
Cevap yaz