Leylâ İpekçi – Maya

Kafaya düşen fil gibi roman. Beynimize çivi çakmıyorsa bir romanın ne işe yaradığı bilinmez ya, bilinir de lüzumsuzdur o roman, göz sporudur onu okumak, bu romanın ne işe yaradığını biliyorum çünkü aklıma Neco’yu getirdi. İlkokul arkadaşım Neco’yu en son ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum ama annesinin sınıfın ortasında pantolonunu indirdiğini hatırlıyorum. Maya’nın tersi Neco, aşırı ilgiden bunaldığında vişne suyu içerdi. Neco’nun tersi de Maya’ysa ne suyu içer Maya, ne bulduysa onu içer çünkü doğru düzgün yemek yoktur evinde, içecek yoktur, Neco’nun evinde de yoktur ama vişne suyu her zaman vardır. Bunları daha o zamanlar bir şeylere çevirebilmemle bir şeyler yazabilmem aynı kaynaktan doğuyor, Neco’ya tam olarak ne borçlu olduğumu bilmiyorum ama en azından bir teşekkür borcum var. Bir de özür. Gülmüştüm, güldüğümü görmüştü, çok geçti artık. Neco’nun babası bizi basket oynamaya götürmüştü bir gün, oğluna zaman ayırabilmişti, oğlu daha rahat oynasın diye diğer çocukları nasıl kovaladığını hatırlıyorum. Klişeye klişe, çocuklarına aşırı düşkün çiftin yaptıklarını anlatacak dili bulabilsem özgün bir dille yazardım ama gerçekliği sorun olurdu, dili düzgün kurabilseydim olmazdı ama şüphe kalırdı, bir şey aşırıya kaçmış gibi tınlardı öykü, beceremezdim. Oysa gözümün önünde gerçekleşiyordu her şey, salonda oyun oynarken annesi gelip tülbent koyardı Neco’nun sırtına, üşütüp hasta olmasın diye oğluna duvardan da göz kulak olurdu zira gençlik fotoğrafı kocaman kocaman bakardı tepeden, o kadar kocamandı ve o kadar tepeden bakardı ki Allah’ın önünde oyun oynuyormuşuz gibi, mi hissederdik, annesi Neco’nun pantolonunu indirdiğinde korkuyu defetmek için güldüğümü hatırlıyorum çünkü donunu da indireceğinden, pipisini tülbentle saracağından korkmuştum, olur mu olurdu, olmazdıysa da olurdu, Neco ve annesi söz konusuysa hiçbir eylem aşırı değildi, imkânsız, şaşırtıcı değildi. Ve her seferinde şaşırırdık, gösteri başlıyordu sanki, dikkatle izlerdik. Çok garipti, çok komikti Neco, SEGA oynamaktan sıkılınca sözcük uydurur, aptal aptal gülerdik. “Sikalunga” dediği zaman burnumdan föşkürttüğüm vişne suyunun genzimde bıraktığı leş yanmayı yıllar boyunca geçiremedim, aklıma geldikçe, öyhk, midem bulanır. Huylarından hangisini aklımda tutacağımı bilemediğim için hayatla baş etme yöntemini tuhaflığa vurmakta bulduğunu düşünürdüm, ne kadar çok tuhaflık o kadar direnç, anneye ve babaya duvar. Neco’yu özlüyorum bazen, o günleri özlememin yanında Neco’yu da ayrıca özlüyorum, o kadar orijinal bir insana rastlamadığım için ve aradan neredeyse otuz yıl geçtiği.

Olaylardan yıllar sonra anlatıyor Maya, duygu namına pek bir şeyi kalmadığı için buz soğuğu dil. Bodoslama anlatım vıcık duygudan daha derine nüfuz eder, katılık çivi bu metinde. Maya ilkokula başladığı zaman annesi yemeğini eksik koyuyor, babası gidip gelmiyor uzun süre, geldiği zaman eşiyle bitmek bilmeyen tartışmalara giriyor. Maya’nın üstündeki gömleğin yerine başka bir kıyafet veriyor sınıf arkadaşlarının anneleri, ablaları, gömleği yıkayıp geri vereceklerini söylüyorlar. Anlıyoruz, kokuyor kız, arkadaşı az. Mehmet Amca, yakınlardaki esnaf dayı olmasa tamamen yalnız kalacak Maya, sık sık dükkâna giderek adamla birlikte zaman geçiriyor, muhabbet ediyorlar, Maya sık sık babası olmasını istiyor Mehmet Amca’dan. Sakınımlı yakınlık, en iyi böyle ifade edilebilir, Mehmet Amca kızın ihtiyaç duyduğu insan sıcaklığını sağlamasa çöküş çok daha hızlı gerçekleşir, Maya çok daha önce kafayı kırardı, kırmadı, çekeceği var. İlk regl zamanı otobüste bir kadın arkasına geçip uyarıyor kızı, gidip yeni üst baş almalı. Arkasında kocaman leke, sokaklarda koşturuyor Maya, ne yapacağını bilemiyor, Mehmet Amca’ya durumu anlatınca hemen ped. Kullanmayı da bilmiyor, ikisini birden koyunca aradan sızıyor tabii, tekrar eziyet. Annesi durmadan piyano çalıyor, ağlıyor, Maya sık sık tokat yiyor, pek bir şey yiyemiyor çünkü iştahı yok, tırnaklarıyla idare ediyor. Sınıfta öğretmenin zorbalıklarına zekâsıyla mukabele ediyor, rehber öğretmen istediği zaman konuşabileceklerini söylüyor ama dinlemeyecek, inanmayacak çünkü, hiçbir çocuk öylesi soğuk bir dünyada yaşayamaz, mümkün değil. Maya’nın beyaz yakalığı aslında beyaz değil, kirden kararmış. Yedi yaşından yirmi yedisine kir. Anne pataklıyor mutfakta, piç kurusu olduğunu söylüyor kıza. “Ne demek bilmiyorum. Çok iyi bir şey değil galiba. Yatağıma kaçıyorum, ama çarşaflarım çok pis kokuyor, uyuyamıyorum. Geçen ay annemin veli toplantısına gittiği günden beri hep aynı çarşafta yatıyorum. Çünkü o gün babamla benim yüzümden kavga etmişlerdi ve annem beni korumak istemişti.” (s. 16) “Bal damlası”dır Mehmet Amca’ya göre, annesine göre kötü bir şey, babasına göreyse hiçtir Maya, etrafında olan biteni anlayamaz, arkadaşlarının annelerine baktığında bir şeylerin yolunda gitmediğini anlar ama annesinin arızasını sökemez bir türlü. Kadın ortadan kaybolur bir gün, babası Maya’ya annesinin kısa süre sonra döneceğini söyler. Akıl hastanesine yatırılmıştır oysa, anne bir daha piyasaya çıkmayacaktır, kendini asmıştır. Londra’ya müzik eğitimi almaya gittiği yalandır, Maya annesinin piyano çaldığını söyler ama ne kadar iyi çaldığını söylemez. Bir çocuğun ustalığı ayırt edemeyeceği yaş. Annenin gizemi oracıkta son bulur, geride bir dünya acı kalır.

Metin Amca’ya aklında ne varsa döken Maya cevap alamayınca heykele dönüşen adamın son halini görür: tavana dikili gözler, ağız açık, sarkık dil. Kimsesi yok artık Maya’nın, Metin Amca dükkânın yarısını miras bırakınca o zamanki sevgilisinden varlığını sakınır Maya, tek başına yaşayacaksa paraya ihtiyacı olacaktır, payını alır. Dört ilişki yaşayacaktır anlattığı kısma kadar, ilkini çocuklukta bırakır, ikincisinde sevgilisi uzağa gider okumak için, Maya’yı geride bırakır. Üçüncüsü fotoğrafçıdır, anları dondurarak korumaya çalışan Maya’nın yaşamına ayak uyduramayarak piyasadan silinir. Dördüncüsü hızla devrilen dalgayı durduramayacak, Maya’nın trajik sonunu izleyecektir. Tan’ın iki çocuğu Maya’yı kıskanıyorlar ama öylesi şefkatli bir kadına dayanmaları zor. Sevgiye direnç göstereni Maya’nın meşrebinden, Maya anlayıp üzülüyor, diğeri anlayıp kızıyor, yine de birbirlerini özenle sarsıyorlar. Çocuk hastalanınca hemen hastaneye, Maya hem kendini hem çocuğunu iyileştirmeye çalışıyor. Annesinin yaşını geçtiğinde artık iyileştirmeye kalkmayacak, annesini tamamen yitirdi, daha genç bir kadın için yapacak hiçbir şeyi yok. Babası dövüyor ki eşinin izleri dökülsün yere, hiçbir şey kalmasın. Derslerine çok sıkı çalışıyor Maya, uğraşacak başka bir tutkusu yok, fotoğraf çekmek hariç. İlk makinesini Metin Amca hediye etmişti, babası hiçbir şey hediye etmedi. Suluboya takımına yemek artıklarını döküyor Maya, kanlı elbisesini ortadan kaldırmak istiyor. Giyecek birkaç parça kıyafeti var, yemeği buldu mu gömüp yüzünü sivilce tarlasına döndürüyor. Huzur bulacağı hiçbir eylem, yer yok, salt bir dehşet içinde de yaşamıyor, hissizlikten doğan boşluk hiçbir duyguya müsaade etmiyor. Sevgi kırıntısı Metin Amca için. Tan’a bağırıyor, yüzünde iz bırakmasına izin vermeyecek. Tan’dan özür diliyor, iz kalacaksa kalır. Kendini nereye koyuyor acaba, kendi için kendi ne demek, rüyalarından başka hiçbir şey yok elimizde. Annesini gördüğü zaman gidip konuşmaya çalışıyor, ipin ucunda sallanan anne bir şeyler söylüyor ama ne dediği anlaşılmıyor. Maya hiçbir doğum gününe çağrılmıyor. Altına işediği zaman üstünü başını değiştiren yok. Fotoğraf makinesi. Sevgililer. Balyoz gibi roman.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!