Kafka’dan ziyade Beckett ama yetkililer Kafka dediyse, eh, yine de Beckett, Tavares’in karakterlerini illa başkalarının karakterlerine benzetmeye ne gerek, yine de birileri benzetmiş, Beckett’in kendini sandalyeye bağlayan adamından bir tane de burada olsa hiç taşmaz, onun yerine akıl hastanesinden bir iki karakteri yerleştirebiliriz. Kendi özgül ağırlıklarını hangi düşünce dizgesiyle oluşturdukları açık açık verilmişse de bir numara var, Theodor Busbeck’in dünyadaki şiddet oranıyla ilgili araştırmasını üçüncü şahıstan -emin olabiliriz, başlangıçta karakterlere son derece uzaktır- dinleriz de sonlara doğru araştırmasının sonuçlarını dünyayla paylaşır Theodor, planlama aşamasını anlatan üçüncü şahsın sözlerini birebir kullanarak. Serbest dolaylı anlatıcının kendini gizlemesi nedir, hikâyedeki korku, dehşet ve delilikle dolu atmosferin bir yansıması mı, aslında kendisinin de her an kimlik değiştirebileceği mi, birebir tekrarlanan diğer bölümleri de sayıklama olarak mı görmeliyiz? İhtimalleri bir başına çoğaltan, hikâyenin niteliğini her an değiştirebilecek anlatıcı. Hemen zıplamıyor oradan oraya, ilk bölümde Mylia’yı işliyor az. Ernst Spengler’ın on dört kez çalan, anlatıcının her bir çalışı sıralamasından sonra, Ernst kendini çatı katından aşağı atmaktan vazgeçmeden hemen önce. 29 Mayıs, sabahın dördü, on iki yıl öncesinin metinde genişçe bir yer kaplamasına daha var, kronolojinin darmaduman olmasını görmedik henüz, Mylia’yı uyku tutmamış çünkü midesinin hemen altında bir ağrı var, ölümü çağrıştıran ve ölümüne korkutan bir ağrı. Gerekçesini de sonraları göreceğiz, Tavares seviyor hikâyenin bir köşesinde şöyle bir değindiği mevzuyu başka bir köşede açmayı. Mylia’nın yaşamının temel sözcüğü ıstırap, birkaç yıl sonra hayatını kaybedeceğini, aynadaki kadının canlı olduğunu ama yanlış bir adım attığını biliyor. Adım, edim, eylem ve statik Mylia’da belirlenmeye dirençli karakterin izlekleri olarak karşımıza çıkıyor, Mylia’nın gecenin bir köründe açık bir kilise bulmak için uğraşmasında ayakkabılarının sabitliğine bir isyan var: “Kendi iradesiyle ilerleyen maddelerle statik bir boyun eğişle bekleyenler (kimi erkeklerin de ayırıcı özelliği budur) daha ilk andan itibaren nasıl da farklıdırlar! Ayakkabıları saf boyun eğiş, dar görüşlü kölelik demekti ve o anda kadını iğrendirdiler. Bu malzeme insan karşısında nasıl da köle ruhlu! Hiçbir köpek bu malzeme kadar köle ruhlu olamaz.” (s. 7) Ölüme atılan yanlış “adım” -mecaz olsun olmasın- ölümden beter bir korkuya yol açsa da iradenin eseri, güçlü adımlarla kiliseye doğru ilerleyen Mylia’nın aklından “bekleyen bir şey olmadığı” fikri geçiyor. Kilise kapalı, hademe tanımadığı birinden özür dilediği için önemsiz ama Mylia adamın hademe olduğunu düşündüğü için utanç dolu, sanki hayalî bir kalabalığın önünde konuşuyormuş gibi. Kilisenin duvarına işiyor bir yerde, görüldüğü zaman deli damgası yiyeceğinden korkuyor, karnı açsa da asıl acısını perdelediği için açlığa minnettar, eğer açlıktan ölmezse sonsuza kadar yaşayacak demektir ki ölmeyeceğini düşünüyor, o kadar açken ölmek imkansız. Açlığın verdiği acı ölümsüzlük garantisi. Mylia’nın patolojisi doldurdu bu bölümü, kadın arada telefon da etti, şu on dört kez çaldırma işi. Ernst’le Mylia bir yerlerden tanışıyorlar, hikâyelerinin ne kadar geriye gittiği, aralarında nelerin yaşandığı paramparça anlatılıyor, takibi kolay ama hikâye çizgisine oturtmak uğraştırıyor. Geçmişe gitmeden önce şu çizgiyi tamamlamak lazım, Theodor’un kerhaneye gitmek üzere yola çıkmasıyla devam. Evinde vajina resimlerini inceleyen Theodor yapılabilecek tek şeyi yapar, denk getirdiği kadınla yatacaktır. Giderek solan ününü, eski eşi Mylia Busbeck’i düşünür, tanışmalarını hatırlar da ayrılmayalım şuradan, anlatının parçaları yoldan çıkarmaya çalışıyor ama Hinnerk çıktı piyasaya, savaştan geriye kalan silahı ve korkusu tüm yaşamını ele geçirmiş durumda, bilinmeyenin en korkunç şey olduğunu düşündüğü için hayatını müthiş bir düzenle sürdürmeye çalışıyor, en basit eylemi bile determinizme hizmet etmek zorunda. Yakınlardaki okulun öğrencileri katil yüzlü olduğunu söyleseler de önemli değil, savaşta birilerini öldürmüş zaten, tüfeğinin namlusunu çocukların kafasına çevirip dürbünle hedefini on ikiden vuracakken parmağını son anda tetikten çekmesi de rahatlatıyor biraz, nasıl daha ideal yaşanır? O da sokakta, Hanna’yı bulmaya gidiyor ama Theodor’la karşılaşacak Hanna, Hinnerk’e sonra geleceğini söyleyecek, böylece Hinnerk’in Mylia ve Ernst’le karşılaşmasını sağlayacak. Karşılaşma, ihtimal, tesadüf, her karakter bir şekilde deliliğini veya akıllılığını sabitlemeye çalışıyor ama kaosa engel olamıyor, kaos zincirlerini her karakterin üzerinde kırıyor bir güzel. Nedir, Kaas Busbeck uyandığı zaman babasını evde bulamaz, adamın kendisini bırakıp gitmesine içerler ve sokaklarda dolanmaya başlar. İki bacağı da inceciktir, genetik bir arıza, komik yürüyüşüyle Hinnerk’in dikkatini çeker. Hanna’nın refüze ettiği adam kurbanını hemen karanlık bir köşeye çeker ve öldürür. Mylia oğlunun vahşice öldürüldüğünü hiçbir zaman öğrenemeyecektir, yanlarından gitmek bilmeyen ve Ernst’in yanlışlıkla kafasını patlatacağı adamın katil olduğunu da bilmeyecektir, maddeler üzerine düşünme gücü sadece bildikleriyle sınırlı olduğu için o kadar da güçlü olmadığını keşfedemez. Ernst’in yıllar sonra akıl hastanesine dönerek Mylia’nın telefonunu almak istediği zaman düşündüğü: Aslında hiçbir şey değişmemiştir, doktorlar yeni bir şey koymayıp eksiği de tamamlamamıştır, Ernst hâlâ hastadır ama salınmıştır artık, bir nevi iyileşme sanrısı da aklının gacır gucuruna eklenmiştir. Bu eksikten Mylia’ya bahsedebilse belki kadını aydınlatabilecekti ama Hinnerk gitmedi yanlarından, silah patladı.
Geriye, on iki yıl öncesine. Mylia on sekiz yaşındayken Theodor’la terapiye başlar, şizofrenisi tedavi edilebilir gibi değildir ama Theodor’un niyeti de tedavi bulmak değildir aslında, Theodor bu meslek etiğini çöpe atalı çok olmuştur, onun tek tutkusu teorisini kanıtlamaktır. Uzun uzun anlatılmış, kısaltmalı: Savaşların haricinde topluluklar birbirlerini şiddet seviyeleriyle yok ederler, Theodor bu seviyenin asırlar süren değişimini incelemek ister. Yöntem, metodoloji hak getire, Tavares böylesi bir uçukluğu mantığa tıkmaya çalışmaz, zaten Theodor’un da mantığı kendine kadardır, evrensellikle ilgili değildir. İki ihtimal vardır Theodor’a göre, öngördüğü gibi pozitif ve negatif değerler eşitlendiği, tarafların şiddet oranları denklendiği zaman dünya sona erecektir, ardından daha iyisi kurulacaktır ya da bir taraf diğerini tamamen yok edip çatışmayı ortadan kaldıracaktır, ikisi de iyidir. Beş ciltlik eserini on yıllık bir sürede yazar Theodor, başlarda bilim dünyasını sarsar ama teorisinin dandikliğini açıklayan yazılar arka arkaya gelince unutulur neredeyse. Bu bir yana, kendi mantığını tanrı bellediği için Mylia’nın patolojisini anlayınca direkt normalleştirir ve kadınla evlenmek ister. Tamam, evlenirler de Mylia’nın kayış kopar kopmaz akıl hastanesinin yolları gözükür. “Deliler” diye bir bölüm var, hastalar sırayla deliliklerini sergiliyorlar, acayip matrak ve başarılı bir bölüm. Mylia orada Ernst’le tanışır, tanışmaktan da ötesini yapar ve üstü örtülecek bir skandala sebep olur. Bir matraklık daha: Theodor’un düşünceleri taşlaşmıştır artık, inandıklarını orasından burasından bütün detaylarıyla görürüz ama yanıldığını anlama ânı vıjt diye geçiverir, Tavares anlatının hızını karakterlerin çöktükleri ve yükselişe geçtikleri bölümlerde değiştiriverir, bu da kıyak. On küsur yıl boyunca yaşananlar malum geceye bağlanacaktır nihayetinde, o gecenin sonrasını Mylia’nın gözünden bir başarı hikâyesi olarak mı okuruz bilmem, sonuçta ne Ernst’in ne kendisinin kolları çürümüştür, Kudüs ayaktadır, yeminlerini tutarlar. Kudüs bahsi kısacıktır ama inancın gücüne dinî bir referanstır, önemlidir. Metinde dinin bir bu bahiste yer alması da hoş, tamamen felsefeyle alakalı bir anlatıyla karşı karşıyayız. Ne onduracak ne öldürecek, sağlam bir çarpacak ama.
Cevap yaz