Şurada olayların özeti var, metnin çevirmeni İlknur Özdemir de “Çevirmenin Sunuşu” bölümüyle okura malumat vermiş, ortaya karışık bir şey yapayım çünkü lazım, Mahfuz çoğu metnini bodoslamadan girerek kurmaya başladığı, Mısır’ın siyasi tarihiyle ilgili karakterlerin ortaya attığı yarım fikirlerden başka bilgi vermediği için o siteden bu siteye zıplayıp tarih dersi almamız gerekiyor. Çok alakasız ama okuduğum kaçıncı Necib Mahfuz metni bu, Cebelavi Sokağı’nın Çocukları gibi şahane bir romanın yazarı otomatik üretime geçip onca üfürükten metni neden yazmıştır, derdi nedir, ülkenin her dönemine bir metin patlatıp anlatı şablonunu aynen korumak niyedir, akıl almaz muamma. Başkanın Öldürüldüğü Gün de aynı, değişen hiçbir şey yok. Tarifi vereyim: Bir tane dindar karakter koyun, mümkünse yaşlı olsun ve ülkenin muazzam zamanlarını hatırladıktan sonra etrafındakilere anlatarak kafa ütülesin ve ölümün şefkatini beklemekten başka bir işi olmasın, bir tane yenilikçi koyun ki her şeyin çok iyiye gideceğini düşünerek umut versin ama şapşallığı, sevgi kelebekliği yüzünden başı yansın, bir tane patron koyun da el âlemin eşine çocuğuna yan gözle bakıp parasıyla önüne çıkanı dövsün, başına bir iş gelip gelmemesi opsiyonel, işçi koyun, asker koyun, profesör koymaktan çekinmeyin çünkü profesörlüğe dair hiçbir derinleştirme çalışmasına girmek zorunda değilsiniz, sınıfsal ayrımı gösterme amacına hizmet etsin yeter. Bunları tokuşturun. Rüşvetsiz iş yapmasınlar, anarşistler hapislerde inim inim inlesinler, vatanperverler de inlesin ve ülkeye küssünler, yaşlılar görmeyi umdukları ışığı bir türlü göremeyip umutsuzluğa kapılsınlar, ancak ölerek kurtulsunlar o acı dolu ülkeden. Neyse, Cemal Abdülnasır’ın döneminde devletçi politikalar izlenmiş, yabancı sermaye kamulaştırılmış, toprak ağalarının mülkleri zart diye ellerinden alınmıştır, aslında Mısır’da hemen hemen her şeyin zart diye yapılması Mahfuz’un metinlerinin esas konusunu teşkil eder, karakterlerin yaprak gibi savrulmalarını görürüz. Abdülnasır’ın hayali Arapları birleştirerek İsrail’i hacamat etmektir, Altı Gün Savaşı’nda halkına zafer hediye edeceğini ülkenin bütün iletişim kanallarından pompalar ama o ne, harikalar yaratan ordunun ilerleyişi bir anda durmuş, yenilgi haberleri verilmeye başlanmıştır. Korkunç bir travma, halk ne yapacağını bilemez, bu metindeki dede Muhteşim Seyid de bilemez, düştüğü boşluktan bahseder sadece. Abdülnasır istifa eder ama gösteriler yapılır, destek mesajları verilir, Abdülnasır ardındaki gücü görünce görevine geri döner ve ölümüne, 1970’e kadar ülkenin başında kalır. Öldükten sonra yerine Enver Sedat geçer, ülkenin kayık şaftı iyice duman olacaktır o andan sonra. Sosyalist Abdülnasır’dan sonra kapitalist Sedat hemen ayarlarla oynamaya başlar ve Sovyet askerî danışmanları şutlar, yerlerine Batılı danışmanları alır, selefinin önayak olduğu kamu kuruluşlarını özelleştirerek Mısır piyasasını Batı’ya açar. Enflasyon, devalüasyon derken alım gücü düştükçe düşer, özellikle orta sınıf dehşet verici biçimde yoksullaşır. Elvan’la Randa’nın çok uzun süre nişanlı kalmalarında, bir türlü evlenememelerinde bu İnfitah nam politikanın doğrudan etkisi vardır, karakterler birbirlerine duydukları aşkı yiyemeyecekleri için daha yenebilir hedeflere doğru yol alacaklardır. Sedat ne yapacaktır, zaten Batı için yapabileceğini yapmıştır ama o sırada 1972’deki Münih Katliamı yaşanır, Filistinlilerin saldırısıyla hayatını kaybeden Yahudi sporcular Araplara karşı nefret dalgasını tetikleyince Sedat’ın hayalini kurduğu yakınlaşma hayalinde kalır. 1973’te bir savaş daha, Sedat bir noktaya kadar görece başarılıdır ama İsrail’den ve ABD’den beklediği tepkiyi alamaz, üstelik İsrail çok hızlı ilerleyerek kaybettiği toprakları geri alır ve Kahire’ye çok yakın bir noktaya kadar gelir. Tam o sırada ABD devreye girerek barış anlaşmalarına hamilik eder. 1977’de İsrail’i ziyaret eden Sedat ve dönemin İsrail Başbakanı Menahem Begin pek üstün çabalarından ötürü 1978 Nobel Barış Ödülü’nü alırlar. 1981’de bir tören sırasında suikasta uğrayan Sedat hayatını kaybedecektir, anlatının sonlarında bu olayı radyo dinleyen ailelerin duyduğu, “Hainler! Hainler!” haykırışlarıyla öğreniriz. Bir dönem kapanır, diktatör Hüsnü Mübarek’in hayt hoytu başlar, Mısır’ın derdi tasası bitmez. Mahfuz anlatılan zamanı bu suikastın az gerisinden başlatır, meşum olayla da noktalar, üç karakterin bakış açısından bir aşkın, ölüm güncesinin ve türlü çeşitli namussuzlukların hikâyelerini takip ederiz. Kadroyu dar tutmuş Mahfuz, aslında iki aileye üç beş kişi daha katıp kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi sırasında gerçekleşen dalaverelerden polislerin göstericilerle münasebetlerine kadar pek çok yönden yaklaşabilirdi tarihe, yapmamış, dar aileler üzerinden kurmuş anlatıyı.
Muhteşim Seyid mütedeyyin bir dedemizdir, yaşlıdır ama sağlıklıdır da bir yandan, o zaman neden kısa süre sonra ölür? Ölür mü ölür. Oğlu, gelini ve torunu Elvan’la birlikte yaşayan Seyid kahvaltıda fasulye ya da falafel yediklerini söyler, İnfitah öncesi günlerde sucuklar, salamlar, peynirler taşarmış masadan. Elvan’ın hocası Aliye Semih’in babası boş zamanlarında taksiye çıkıyormuş, Elvan’ın annesiyle babası sabah ve akşam bakanlıkta çalışmak zorundaymış artık, dört koldan kuşatılmışlar. Eskiden ne kadar iyiymiş oysa, Seyid daha küçük bir çocukken ülkeye bağımsızlığını kazandıran Said Zaglül Paşa’nın hayranıymış, üstelik kızarmış tavuk ve patates bile yermiş. O devir geçmiş, Nil aynı kalmışsa da suyu bulanmış, Seyid normalde hiç ses çıkarmayacağı bir mevzuda Elvan’ı sıkıştırarak Randa’nın geleceğini kurtarıyor. Aşkın önüne set çekmeye çalıştığı için mahvediyor ya da, Elvan ve Randa çok mutlu olmalarına rağmen dedesinin sözünü dinleyen Elvan ayrılıyor sevgilisinden, kaç yıllık nişanı bozuyor. Dünyanın halini onun gözlerinden görelim: “Her tarafı saran bu ahlaksızlığın içinde sevginin ayakta kalabilmesi şaşırtıcı değil mi? Şu kırık-dökük kaldırım bir hava saldırısının kalıntısı mı? Köşelerdeki çöp yığınları âşıkları gözlerden gizliyor. Günaydın, otobüsleri tıka-basa dolduran insanlar, çatlak camların arkasındaki suratlarınız ziyaret günlerindeki mahkûmların yüzlerine benziyor.” (s. 13) Bütün yüzler birbirine benziyor aslında, karakterler farklı fikirlere sahip olsalar da aynı biçimde düşünüyorlar, korkuyorlar, üzülüyorlar, duyguları farklılık göstermiyor. Düşünceleri oluşturan kafalar, sesin çıktığı ağızlar, her şey aynı. Çok sesli monolog. Randa’ya bakalım, Elvan’la aynı işyerinde çalışıyorlar, patronları Enver Ellem’in meşum amaçlarından haberleri yok. Bu kişioğlu Elvan için kendi kardeşi Gülsüm’ü uygun görmektedir zira Gülsüm’ün malı mülkü tamdır, bir eşi yoktur, o da inşallah Elvan olacaktır. Ey, Randa ne olacaktır, o da Ellem’in olacaktır, böylece denklemler kurulur ve Ellem iki âşığı ayırmak için elinden geleni yapmaya başlar. Seyid de fiştekleyince ayrılırlar, Randa bir süre sonra Ellem’le evlenir, evine gelen Batılı patronların oyuncağı olmasını isteyen eşinden dank diye ayrılır sonra. Elvan az biraz Gülsüm’e yanmıştır ama Randa’nın boşandığını duyunca aklı gider, tekrar birlikte olmak için uğraşır. Zaten fazlasıyla yokmuş gibi hemen bir dert lazım olur, oyuncak olma meselesini öğrenen Elvan bir koşu patronunun evine gider ve yumruğu çaktığı gibi adamı tepetaklak eder, Ellem kalp sektesinden küt diye düşer. Gülsüm feryat figan, sonra olayı açık etmemeye karar verir çünkü çıkarı vardır o ölümden. Elvan eve döner, yaptığını anlatır, Randa sessiz kalması için yalvarır ama vicdanı elvermez Elvan’ın, doğruca hapse. Anlatı bu noktada sonlanır, muhtemelen hapisten çıkar çıkmaz hemen Randa’yla evlenir Elvan, bu kez de ya bir iç savaşa ya da başka bir soruna denk gelerek yine bir yerlere sürüklenir, saadeti bulamaz. Saadeti bulan bir Mahfuz karakteri yok sanıyorum, namussuzlar hariç.
Tipik kere tipik Mahfuz metni, hâlâ sabrı olanlar okuyabilir.
Cevap yaz