Marc Augé, Unutma Biçimleri: “Çocukken dedemin siperlerdeki yaşamdan söz etmeye yanaşmamasına şaşardım; daha sonra ölüm kamplarından kurtulanların ketumiyetinde, yaşadıklarını en sonunda anlatmaya karar verenlerin bile ihtiyaç duydukları o uzun ertelemelerde, aynı inancın izini yakalar gibi oldum: Dehşetin kurbanı olmayanlar, iyi niyetleri ve merhametleri ne kadar büyük olursa olsun, o dehşeti gözlerinde canlandıramazlar; ancak, o dehşetin kurbanları da yaşamak, hatta yalnızca ayakta kalmak için, unutma’nın payını teslim etmelidirler; gündelik yaşama inançlarını tazeleyebilmek ve zamana hâkim olabilmek için, Pascal’ın deyimiyle, alıklaşmak zorundadırlar.” (s. 73) Romana dönelim, Walter’ın oğlunun birleştirmeye çalıştığı birkaç sözcüğe: Otuz yıllık madencilikten sonra Walter emekli olur, güzel bir defter hediye eden oğlu babasından geçmişe dair izlenimlerini yazmasını bekler. ’45 yılının ilkbaharını cümle -“tümce”, tümlenebilmek- bile değil, sözcükler halinde bulunca daha fazlasını ister ama Walter yeterinden fazlasını verdiğini söyler. Romanın ilk cümlesi: “Suskunluk, hele ki ölüm konusundaki o derin suskunluk, sonuçta hayatın bir gün kendiliğinden içini gerçekle doldurduğu bir boşluktur.” (s. 7) Alıklaşmayı doldurabiliriz, Walter aşağı yukarı bir yılıyla ilgili hemen hiçbir şey söylemez, sessiz bir adamdır, yaşamını geçmişin bir yerinde bırakıp sadece var olmakla meşguldür adeta. Arkadaşı yoktur, etrafındakiler onu iyi biri olarak tanımlar ama bu iyiliğin içini dolduramazlardı herhalde, öylesine bir gölgedir. Sessizliğin içinde sesler duyar, etrafındakilere duyup duymadıklarını sorar, gerçekten alıklaştığını fark eden eşine göre “yine savaşa gitmiştir”. Bilincine varmayan, varsa da dile uğramayan geçmiş, bir parçasıyla tümden ele geçirilmiş, şimdiye musallat olarak günceli içine hapsetmiş ve geleceği yekten yok etmiştir, oğlun görevi bu kalın perdenin ardındakini aynı “alıklığı” sürdürerek ortaya çıkarmaktan ibarettir. Babasının annesiyle kurabildiği, sağlıklı denemeyecek kadar bulanık ama geçmişin dehşetle örselenmemiş açıklığını imleyebilen ilişkiyi anlatının tamamına yaymaktan başka çaresi yoktur, insana dair en korkunç gerçekleri biraz olsun yumuşatabilen aşkın sağladığı berraklıkla kuracaktır anlatıyı. Bu açıklık Walter’ın şahit olduklarıyla ilgili düşüncelerini yansıtmaya yetmeyecektir tabii, bu yüzden Walter sadece davranışlarıyla var olacaktır. Bir iki yerde hislere kadar iniyor oğlan ama çok uçucu bir tavır, belki anlık bir bulantı, pinçik korku, ardından akışa dönüş. Rothmann’ın göstermeye dayalı anlatısına bundan daha iyi bir temel olmazdı, bir şeyi göstermekten öteye gitmemek için mesnet lazım değil ama doğrudan hikâyeyle ilgili bir bağ, karakterlerin bilinç halleriyle ilgi sağlandığında böylesi sağlam, sıkı bir yapı çıkıyor ortaya.
Alıklığın sonucu olarak kaybolan geçmişten birkaç somut kalıntı var, Manet’nin bir röprodüksiyonunu anlatının sonunda görürüz, onca badireyi atlatan Walter nihayet geri dönebildiğinde Elisabeth’i bulur, savaş sırasında birbirlerine karşı sadakatlerini yitirmiş olabilecekleri için önce tartarlar birbirlerini, sonra aynı yaşam düzleminde yer aldıklarını anlayıp mutlu(?) bir geleceğin varlığını olumlarlar. Walter çok şey gördüğünü söyler ama savaş öyle bir şeydir, yaşanır ve unutulur. Resim birlikte kaldıkları odada asılıdır, Walter hayatından geriye ne kalmışsa ona döndüğü zaman o resmi bir emniyet gibi görür, anlaşıldığı kadarıyla son günlerine kadar yanından ayırmaz. Çiftlik evi vardır bir de, Beth’le Walter’ın tanıştığı, Walter’la can arkadaşı Friedrich’in birlikte süt sağdıkları ve cepheye gönderilene kadar sakin bir yaşam sürdükleri eve benzemektedir resimdeki ev, böylece travmanın başıyla sonunu belirginleştirir. Çiftlik eviyle resim arasındaki sürecin nasıl anlatıldığına değinmeden önce hikâyeyi aktarmalı: Tipik bir sağ kalma hikâyesi aslında, Walter ve Friedrich çiftlikte çalışırlarken dinlenmek için gittikleri mekana gelen askerlerce punduna getirilirler, yallah cepheye. Aynı bölüğe düşerler, birlikte Macaristan’a giderler ve yolları zaman zaman ayrılır, Walter ordunun işlerini görürken müttefiklerin saldırılarından zor kurtulur, mensubu olduğu ordunun kahraman askerlerinden de zor kurtulur, bir zaman bölüğüne döner ve görür ki Friedrich firar etmeye kalkıp yakalanmıştır, idam edilecektir. Walter da idam mangasında yer alır, yıllara yayılacak alıklığının en büyük sebebi. Sonrasında savaş esiri olarak iş görmeye devam eder ve bağımsızlığını kazanınca doğrudan Elisabeth’i bulmak için çabalar artık, bulur da. Ruslar kapıyı kırmıştır çoktan, savaşın kaybedildiği bellidir, Walter’la arkadaşının şanssızlığı Almanların bütün tuşlara bastığı dönemde askerlere yakalanmalarıdır. Sonrasında da bahtsız gerçi Walter, eğitimini aldığı süt sağma işinin makinelere bırakılmasıyla işsiz kalacak, yeniden açılmaya başlayan madenlerde deneyecektir şansını, ciğerlerini helak edecektir ama birkaç sözcüğü yazmak için gücü kalacaktır yine de.
Gösterilenin ağırlığına bakalım, köy hayatı anlatılırken savaşın çaldığı zilleri birkaç sembolle görürüz, mesela Danzig’den kaçan bir karakterin çizmeleri, Hitler Gençliği eğitimlerinden kalan birkaç atış anısı, Walter’ın eline alıp çok hafif bulduğu Stalingrad haçı, Hollanda’dan içerilere doğru ilerleyen İngilizler, tepede vızır vızır uçan Rus uçakları, irili ufaklı bir dünya detay çıkar karşımıza ve hikâyeyi parça parça kurar. Führer’in başarısızlığını yorumlayan partisiz adam gibi parlak türleri de vardır bu detayların, törenlerde gamalı haçını yakasından düşürmemesine rağmen gerçeği bilen adam ancak güvenli ortamlarda konuşur, mekana askerler gelmişse sesini soluğunu çıkarmaz. Walter hiç çıkarmaz ama büyük bir hata yapar, hani şu Contagion‘ın sonunda bütün o salgının nasıl başladığını gösterene kadar geriye sarılır akış, burada da araya dereye sıkıştırılmış bir iki eylemin birkaç hayatın sonunu belirlediğini düşünmek aşırılık olmaz: “Walter tamam anlamında başını salladı, sandviçten bir lokma daha ısırdı ve selam vermeden kapıya yöneldi. Askerlerin keplerindeki gümüş rengi şeritler ve kurukafa işlemeleri donuk donuk parlıyordu ve hiçbiri daha büyük ya da daha güçlü olmadığı halde ona tepeden bakar gibi bir halleri vardı, öyle ki geçmesine izin vermekte bile tereddüt ettiler. Geçerken tabanca kılıflarına ve fişek çantalarına çarptı, galiba birinin ayağına da basmıştı; ışıklandırma kötüydü.” (s. 25) Walter’ın da suçu yok, ışıklandırma kötü. Walter katakulliyle silah altına alınır, babası gibi askerdir artık ama kaderlerinin benzememesi için elinden geleni yapar. Baba bir iki çöpü Yahudilere verdiği için cehennemin dibine sürülmüş, sesi soluğu kesilmiştir. Walter’ın amacı babasını arayıp bulmak, sağ kalabilirse tabii. “Ölüm korkusuyla ibne olan”, yaşamak istediğini yaşayan arkadaşlar edinir, yardıma ihtiyacı olanlara yardım eder ve hesapsız kitapsız konuşur Walter, kendisine kötü davrananlara misilleme yapmayı düşünmez, pratik zekâsı düştüğü durumlardan çıkmayı kolaylaştırır. Zaten çok bir şey hissetmediğini söylemek aşırı yorum olur, Forrest Gump değildir Walter, sadece oğlunun gözündeki halidir. Şimdiyi olduğu gibi geçmişin inşasında kullanmak. Çok örnek var, son bir alıntıyla bitirmeden önce özetleyeyim, insanlar ölümlere üzüldüklerini söylerlerken ellerinin tersiyle ağızlarını silerler, su birikintilerinde cesetler belirir ve karakterler duraksayıp yollarına devam ederler, idam mangasında arkadaşını vuracak olanlardan birinin burnunda su damlası görülür. Duygusal tansiyon yaşamın olağan akışına karışıp gider, anlatının derinliğinde hiçbir değişim olmaz, sanki her ne olursa olsun aynı şekilde sürecekmişçesine sabittir hayat.
Ölümün orta yerindeyiz, uçan kuştan korkuyoruz, sabah olana kadar ölmemek için dua ediyoruz, olan şu: “Uzaklarda tek bir bombardıman uçağı kuzeye doğru ilerliyordu. Motorunun sesi bu bayırdan duyulmuyor, toplarından atış yapıldığı sadece bir iki yerde yükselen dumandan anlaşılıyordu. Güneşin ilk ışıklarında dumanlar kiremit tozu gibi görünüyordu. Uçak küçüldü, Walter ceketinin göğüs cebini açtı, içinde biraz kafeinli çikolata kalmıştı; üçgenlerden birini ağzına attı. Ayrılık kargasının tüyleri de kutudaydı; başparmağını kutunun kenarında gezdirdi ve tam Henschel’in kaportasının doğuya baktığı, ön camın sabah ışığını yansıtıyor olması gerektiği ve ıslak siyah ormandaki parıltının dikkat çekeceği aklına gelmişti ki, uçak onlara doğru döndü.” (s. 63) Zeki bir adam Walter, yine de camları örtmeyi akıl edecek kadar değil. Son derece insan, o tehlikenin içinde bile varlığının uzantısı olarak gördüğü eşyalarını yokluyor, kafeinli çikolatayı yerken keyif alıyor, sonrası dehşet.
Şahane roman, tez okuna.
Cevap yaz