Geriye dönüp bakmak, atılmaması gereken o adımı atmak, inanmak, inanmamak, her bir eylem risktir, en azından Dufourmantelle’in metninde riske dönüşür. Kulaçlar gibi görünüyor, her konu bir biçimde riske bağlanırken çok yoğun bir sözel-oluşun içinde ağır ağır ilerlemek için bir kol atımı, ardından bir çağrışım, bir metafor ki bunlar da ayrı konu başlıkları olarak karşımıza çıkacaktır, Dufourmantelle kendi metinlerini başka metinlerle de besler veya içten ayrılmaz, terapi seanslarından aldığı örneklerle açımlar değindiklerini, inanma riskini Simone Weil’ın dediği gibi hitap ettiği nesnenin yokluğunda sözün duaya dönüşmesi bağlamında ele alırken inancı genişletir. Yaratıcıya inancın yanında kişiye, söze, dünyaya inanç yer alır, ayrı ayrı ve başka, tekrar ve farkın gölgesinde, bu açıdan bakınca düşünürlerin sözleri de düşer ara ara metne, düşünceyi besler. Akıştır ama dizginsiz değildir, belli belirsiz sınırlar korunur, yazı düşüncenin zirvesinde sonlandırılır ki yüzeyde bir pürüz oluşmasın, yapı tekrarlanırken bütünleşsin. Biçemde de iki şekilde ortaya çıkar bu, ikinci ve son bölümde Eurydike arkada kalmıştır, arkada kalmışlığın anlamları incelenir, belki ilk bölümü Orpheus’u düşünerek okumalı. Orpheus’a söyleneni duymuş mudur acaba Eurydike, kaderi başkalarının elindeyken edilgenliğini hissetmiş, o da arkasını dönüp döneceği yere bakmış mıdır? Tüketmiştir orayı, hislerinin yok olacağı müddetçe kaldıysa hiçbir şey hissetmemiş olabilir mi, zaten aşina olduğu yere dönmenin rahatlığını biraz olsun yaşamış mıdır? Melankoliyi hissetmiş midir Eurydike, hissettiği düşünülmüştür de hangi kaynaktadır? Hiçliği değil de boşluğu anlatan? Önce “Hayatını Riske Atmak”, riskin neyle karşı karşıya geldiğimizce belirlenmesi, bileşenleri. Saf bir delilik, sapkın bir davranış, kahramanlık, Dufourmantelle’e göre kültürün dönüşümüyle değişen. Ölümle karşı karşıya gelmek sabit, bilinmeyenle yüzleşmek genel kabul ama hiç ölmeme korkusunun, dürtüsünün sonu aynı zamanda, bir ihtimal. Riskle ilgili kairos kavramı öne çıkar, eylem uygun ve doğru zamanda eşiğin aşılmasını sağlayabilir, “özgürlük rezervinin açığa çıktığı” an ileriye doğrudur ama diğer tüm olasılıkları geri çağırdığı için çift yönlü bir etkiye sahiptir. “Riskin alındığı karar ânı, tıpkı travma gibi, bir başka zamanı başlatır. Ama olumlu bir travmadır bu. Mucizevi bir şekilde, alametifarikası geleceği tuzağa düşürmek olan nevrozun tersi olacaktır, öyle ki nevrozda şimdimiz geçmiş deneyimlerin kalıbına göre şekillendirilir; geçmişte benzeri olmayanın kilidi zorlamasına, ufuk çizgisinin açtığı küçücük bir yer değişimine yer yoktur.” (s. 17) Hélène L’Heuillet aynı kavramı Gecikmeye Övgü‘de ele almış, timing‘le kıyaslayarak şeyleşmemiş bir bütün olarak kairos‘u kutsamıştır, işaret ettiği ayrımda ontolojikle ontik arasındaki ilişkinin bir benzeri vardır, doğru an bölümlemelerden bağımsız, yaşamı kuşatıcı bir bütünlüktür. Eurydike’ye döndüm, Dufourmantelle bir seanstan örnek verir ve gecikmenin olanaklarını gösterir, açıkçası iki düşünürün birbirlerinden ne ölçüde etkilendiğini incelemek de ayrı bir bahis. Ölümden korkan biridir terapiye gelen, otuz yaşında öleceğini düşünmektedir, korkusunun kaynağını bulmak için psikanaliste gider ve beklerken düşünmeye başlar, düşündükçe korkusunu seyreltir, psikanalistin geç kaldığında o kadar korkmuyordur artık söylemek zorunda olacağı şeylerden. Yolda karşılaştığı bir başkasının kısa süre önce öldüğünü öğrenir, ölmeme riskiyle korkuları çatışınca sağalma başlar. Var olmanın riski seçimden bağımsızdır, belki de esas korkulması gereken budur. “Gönüllü Kulluk ve İtaatsizlik”le birlikte istencin sınırlarına biraz daha yaklaşırız, köleliği istemek bağlarımızı candan sevmekse demokrasiye bağlılığımız da bir nevi köleliktir, bunun yanında itaatsizlik bir nevi itaat kapasitesini gerektirir Dufourmantelle’e göre, aksi halde itkilerin silik anlamına indirgenmiş demektir. Dile itaat silsilenin ilk adımıdır, kodları dille öğreniriz, Joyce’un tersyüz ettiği yapı bağların sıkılığı ölçüsünde rahatsızlık vericidir. Kendine itaat ikinci aşamadır, kültürel geçişler Ortaçağda vicdanı, sonraları aklı işaret eder, serpildiği alan her neresi olursa olsun kendine itaat diğer itaatsizliklerin kaynağı olabilir. “İtaatsizlik, serapların boydan boya geçilmesidir. Islık çalarak baskıdan çıkmanın bir yoludur, çünkü her şeyi kaybetmeyi kabul etmiştir kişi, hayatı da dahil. Evet, küstahlığın yumuşaklığı bütün tiranlıklardan daha güçlüdür, ama onda aynı zamanda mizahın patavatsızlığı da vardır.” (s. 30)
“Muallakta” zirve değildir de zirveye yakın noktalardan biridir, Dufourmantelle kararın henüz alınmadığı ama aslında alındığı, öznenin kararı aldığının farkında olmadığı o an parçasına odaklanır. Soluğu tutmaktır, pürdikkat bakmaktır, istikametin çağrısını duymaya çalışmaktır, trapezdeki sıçrayıştır, artık nereye bakmaksa, gitmekse. “Felsefe yapmanın kendisidir. Gerçekten de zeminle temas etmeden kavramsal bir salıncakta askıda olmak ve yargılamamayı, karar vermemeyi, eylememeyi tercih etmek.” (s. 32) Uzakdoğu medeniyetlerinde eylemin olumsuzlanması, eylemsizlik hali, kameradaki duraklama. O âna getiren adımlar belliyse bir sonraki öngörülebilir ama doğrulanamaz, zamanın bir döngüde akış hali. Descartes’a göre kimliğimizden şüphe ettirir çünkü benliğin yeniden inşa edildiği anlardan biridir, kendimizi sağlarız veya değilleriz, aslında hangisine teşne olduğumuz belki bellidir ama özne kendi varlığının dışına çıkamaz, Wittgenstein’ın dediği gibi kendinin dışında konuşamaz. Bir nevi körlük veya görmemeyi tercih. Yargılama yetisinin askıya alınması ve şüphenin düşünceleri ayıklamasının da ötesine gidiyor Dufourmantelle, Kant’ın estetik İdea’sının hayal gücünü coşturduğuna dair fikrini irdeliyor. Anlama yetisinin hayal gücünce işgal edildiği zaman “düşünce fazlasının idrak edilebileceği upuygun bir kavram” yok, estetik İdea’ya hiçbir bilgi içeriği tekabül etmediği için gerçek diye adlandırdığımızla bildiğimizin dışında bir ilişki kurabiliriz, kuramayabiliriz, muallak bu kaynağın ürünüdür ihtimal. Yaratıcı bir işlevdir bu, hayal gücü ve yargı olsun olmasın irade edilgenliğe göğüs gerdiğince özgünleşir, eylemi yeniler. “Askıda olmak, bizi alacakaranlığa, bir görece körleşme noktasına ve bu noktaya belli bir tarzda tutunmaya geri döndürür. Zira ona tutununca başka bir şey, başka bir sınır, başka bir kıyı görünür.” (s. 33) Berraklığa kavuşmak isteyen özne tüm faaliyetleriyle bağını koparmaya çalıştığında evrenselleşir, cambaz askıdayken bütün bir bedendir, sade düşünce değil. Bilmenin başlangıcı dehşete düşürür, belki gerçek anlamıyla düşürür ama bir yükten kurtulmanın hafifliği boşlukta süzülerek veya ayağın altındaki zemini hissederek ortaya çıkacaktır. Böyle buyurur Dufourmantelle, seanslarından yine bir örnekle bağlar mevzuyu: Ne yapması gerektiğini öğrenmek isteyen adam çaresizlikle sorar, bir şeyleri saplantı haline getirmiştir, uyuyamıyordur, sessizliğe çarpmaktan yılmıştır ve bir çözüm için yalvarır. Stutz‘u düşünüyorum, Stutz Bey çözüm sunması gerektiğini düşünür ve aygıtlarını serer ortaya, danışanlarına aygıtları nasıl kullanmaları gerektiğini söyler, iyileşme o yöntemlerin olumlu sonuç doğurduğu durumlarda başlar. Bu da bir risktir, soyut düşünce yeteneği yeterince gelişmemişler için bir yıkıma yol açılmaz mı öyle? Örnekte analist konuşmaz, muallaklığın kapısını sessizliğiyle açar, riske davet eder. Diğeri analist cevap vermediği için anlatmaz da konuşur sırf, bir ufuk için yalvaracak noktaya gelir, umulur ki kırılma noktasına yaklaşmaktadır. Analist yargılamaz, danışanın yaşamının yankılanmasını işitir ve yankıları danışanın da duymasını bekler. Görmek istediği ufkun niteliği bir anahtar, kendi kilidini açacaktır o iki kişilik muallakta. Duyguyla düşüncenin oyalandığı ânı aşmak için bir adım, muallaktan başka risklere doğru ilerleyiş. Böyle de buyurur Dufourmantelle, daha da pek çok şey buyurur, okuru zorlar, yeni düşünce şemaları oluşturur. Her iyi filozofun yaptığı gibi.
Cevap yaz