Erendiz Atasü – Kadınlar Da Vardır

Paris’ten Lyon’a giden bir trenin kompartımanlarından birine kamerayı yerleştirin, başka bir kamera sırayla karakterlerin yüzlerine odaklansın, iç sesler, kurgu, tamam. Madam Duval gecikmekten hiç hoşlanmadığı için erkenden gelir, kadın dergisi ve bisküvileriyle pencere kenarındaki köşesine çekilir. Ayla Akman ve Gülseren Dede karşılıklı otururlar, Madam Duval konuşulan dili bir şeye benzetemez, gözlüklerinin üzerinden iki genç kıza bakar. Esmer olan İspanyol mu, konuşulan dil İspanyolca mı, Güney Amerikalılar Portekizce mi konuşur, sorar da sorar ve “bakışlarını gözlüklerinin içine çeker”. On numara beş yıldız benzetme. Yabancıları da hiç sevmez Madam Duval, kompartımana gelen iki adamdan sonra daha da sevmeyecektir. Matmazel İvon Dölarö de gelir, oturur, gözlerini boşluğa diker. Yıpratıcı bir ilişkiden yeni kurtulmuştur, Lyon’daki ailesini görerek teselli bulacaktır. Ayla kadının üzüntüsünü sezer, köşeden köşeye sevgi dolu bir bakış gider. Gülseren çantasından koca bir çikolata çıkarıp Ayla’ya ikram eder, geçmişlerini görmek için şans. Fakülteden arkadaşlar, birlikte mezun olup çalışmaya başlarlar, biriktirdikleri parayla Avrupa seyahati. Eve dönmeyi dört gözle beklerler trendeyken, konuşacak şeyleri kalmamıştır. Yorgunluk, biraz da bıkkınlık, aradıklarını bulamadıklarından. Filmlerde gördükleri, romanlarda okudukları Avrupa gizlenmiştir, Almanya’da Türk işçileri, Bulgaristan’da güller, Paris’in karmaşık metro ağı yüzünden yitirilen yarım gün. Özgürlüklerini arayıp bulamamışlardır, önlerine çıkan adamlarla da yakınlaşamazlar. “Ürküntü, çekingenlik, yetiştirilme… Hem ‘he’ deseler şimdi daha mı iyi olacaktı sanki? Sevmediğin bir erkekle özgürlük uğruna sarılıp öpüşmek… Özgürlük filan değildi bu… Düpedüz zevksizlikti.” (s. 9) Kafa göz kırmaz bu açıklıklar, nadirdir, bozmaz yani öykünün özgüllüğünü. Cinsellikten önce -veya sonra, ben şuradan bakınca önce- çözülmesi gereken sorun öz saygıdır, Madam Duval biraz temiz hava almak için pencereyi açınca içeri dolan rüzgâr Ayla’nın iltihaplı boğazına dolar, kadın pencereyi küt diye kapayıverir. Yaşa Ayla. En azından bir sorsaymış kadın, yabancılara karşı kaba. Daha da kabaları var, kompartımana gelen Hasan Yakar, Musa Demir ve Mehmet Sağlam terör estirmeye başlarlar resmen, Ayla ve Gülseren hiç konuşmazlar, Türk olduklarının anlaşılmaması için nefes bile almazlar adeta. Kompartımandakiler birer birer kaçarlar, işçilere yakından bakmak için fırsat bu da. Musa Demir’e kibarlıktan bahsetseler “kömürlerini çıkardığı şu memlekete geleli beri kimsenin ona kibar davranmadığını” söyler, kendince haklı çıkarır kendini. Diğerlerinin aklında köydeki eşleriyle çocuklarını Paris’e aldırmak veya Fransız bir kadınla birlikte olmak vardır da ayıptır ikincisi, hemen tepki görür, çoluğunu çocuğunu düşünmeyen adam ahlak kaideleri gereği depiği yer. Biri zaten beceriksizdir, kendisine gülümseyen Fransız kızına yanaşıp dokunmaya, sürtünmeye başlar, aslında konuşmaya niyetli kızı iter ve bağırtır en sonunda, mekandan tekme tokat atılır. Anlaşılmaz âdetleri vardır şu ecnebilerin, ne biçim insanlardır. Ataerkinin türlerine örneklerle devam eder hikâye, Ayla’yla Gülseren’in Lyon’da inip etrafa şaşkın şaşkın bakmalarıyla sonlanır. Küçücük bir alan karakterlerin iç dünyalarıyla genişlemiştir, egemen eleştirilmiştir, öykü sadece trenin sallantısıyla tamamlanmıştır. İyi bir ilk öykü, Atasü’nün diğer öykülerine biçimce uzak.

İkinci öykü, Fikret Bey’le Nurten Hanım’ın yıpranmış evlilikleri. Takır tukur sesleri duyarız, kişiliklerin biricik özellikleri bir türlü uyuşmaz, aslında yıllardır uyuşmamaktadır da çift geleneksel yapıyı bozmayı hiç düşünmemiştir, girişmeyen parçalarını yıpratmak pahasına birlikteliklerini sürdürmüştür. Eh, çocukları büyütüp başka evlere yollamışlardır, sokakta millet birbirini vururken ölmemeyi başarırlar da, başka bir şey istemezler. Sıradan yaşamlar gücünü sıradanlıktan alır da sesler çoğalmıştır öyküde, Fikret Bey eve gelince kaç gündür aynı yemeği yemekten bunaldığını düşünür, merdivenlerden çıkarken soluk soluğa kalmasının nedenini Nurten’in manzara merakına bağlar, böyle küçük küçük öfkeler bulur sağdan soldan. Gençliğine dek iner yetmezse, parasızlık yüzünden okuyamadığı için Suavi Bey’den azar işittiğini düşünür, akşam içtiği rakı da olmasa mutsuzluktan patlayacağını düşünür. Baloya gidecekleri gün Nurten’in giydiği elbiseyi görünce deliye döner, “orospu kadınlar gibi” giyinen Nurten gelinliğini makaslamış, Fikret’e göre berbat etmiştir. Gece baloda Suavi Bey’in eşi Şermin Hanım’ı dansa kaldırdığında zafere benzer bir duygu büyür içinde, o sıra kendisini izleyen Nurten’i çoktan unutmuştur. Karşılıklı büyüyen nefretler. Anlatılan zamanda patlar nihayet, yemeğin yandığını öğrenen Fikret zayıf yumruklarını bir bir indirmeye başlar. “Fikret, Nurten’e delirmiş gibi vuruyordu. Fikret, Suavi Bey’e, Fikret kambiyo servisine, Fikret ölüp de kendisini liseden eden babasına, Fikret kendisine vuruyordu.” (s. 32) Nurten tuvalete kaçar, ertesi gün örgüsüne devam eder. Hiçbir şey olmamıştır, bir ters bir düz, bir öfke bir kayıtsızlık, toplumsal rollerine sıkı sıkıya bağlı iki insanın mahvolmuş yaşamları.

“Kadınlar Da Vardır”la birlikte Atasü’nün tipik üslubuna yaklaşıyoruz yavaş yavaş, olay örgüsüne değil de bir tür dengeye yaslanan öykülerle karşılaşıyoruz, insanlar sorguluyorlar, farkındalar, kadınlar üniversite mezunu ama bağımsızlık mezunu değil, bu yüzden düştükleri tongalara şaşıyorlar, kendilerine ait bir pencere açmaya çalışıyorlar, birbirlerinde güç arıyorlar, erkeklerin neden o kadar duyarsız olduğunu düşünüyorlar, kıskaçtan kurtulmak için çabalıyorlar veya çabalamıyorlar, sadece düşünüyorlar. Hikâyelerin kabası bu. “Kadınlar Da Vardır”, Servet Hanım’ın ailesini dik tutmaya çalışırken hastalanmaya vakit bulamamasına rağmen rahim kanserine yakalanmasıyla ilgilidir. Hastaneye gitmek istemez Servet Hanım, yapılacak işleri vardır, ağrılarının artmasından endişelenen komşusunun telkinine kulak asmaz. Eşi de asmaz, kadın evde iş güçle uğraşmaktadır, hastane nesi? Çocukları da girer araya, hastaneye giderler ve Servet’in rahim kanseri olduğu ortaya çıkar. Doktor Gülşen yaşlı kadına sevgiyle yaklaşır, yaşamlarını kıyaslayarak kendisinin de o kadından farksız olduğunu düşünür. İki çocuk, evde yemek bekleyen iyi eğitimli koca, sağaltmanın coşkusu yitip gitmemiş bir. Servet’le yakınlaşırlar, başta yaşlı kadın mesafelidir, doktorla pek münasebet kurmaz ama Gülşen kararlıdır, kadına o hayattan kurtulmak için adım atması gerektiğini söyler. Olurdu, olmazdı derken Servet ayar, yaşamındaki temel yanlışı görür ve değişmiş olarak ayrılır hastaneden, Gülşen’in çabaları işe yaramıştır. Da güzelliği ölçüsünde kötü bir biçimde biter öykü ya, Servet hastanenin bahçesinde torunu Yeşim’le oynarken Gülşen düşünür, serbest dolaylı anlatıcı düşünür daha doğrusu: “Ne kadar da çok engel bekliyordu bu şirinliğin önünde, onu küskünlüğün silik sessizliğine ya da küçük hesapların git gide acılaşan sinsiliğine döndürmek üzere… Yeşim bu tuzaklara düşmemeliydi. Yeşim’ler için çok geç olmamalıydı.” (s. 69) Kıssadan hisseyle bitirmek neden? Gülşen camdan bakmaya devam etsin mesela, Yeşim’in zıp zıp zıplayışını izlerken dalgınlaşsın, gözleri dalsın, gülümsemesi durulsun, bir şey olsun da kafasının içini bilmeyelim o kadar da.

“Balkon Saati” çocuklu kadınların kendilerine sağladıkları boşlukların keyfini çıkardıkları bir öyküdür. Büyükler okulda, küçükler uykuda, yemek ocakta, ortalık temiz, bir iki saatliğine kafa rahatlığı. Kadınlar hemen balkona çıkıp sohbete dalarlar, kahveler ve sigaralar içilir, sonra sil baştan. Ne hoştur diğer öyküler de, arızaları hemen hiç yoktur, Ankara’nın boğucu atmosferinde kadınların mücadelelerini anlatır. Köyünden gelip Çankaya’daki evlere besleme olarak girmeye çalışan genç kızlar, geçmişte kalmış devrimciliklerini hatırlayıp nasıl değiştiklerini anlamayan kadınlar, apartmanlara hapsolmuş, sokaktaki çatışmalar yüzünden burunlarını çıkaramayan insanlar, her çeşit çıkmaz. Atasü geri dönüşlere sıklıkla başvurur, karakterlerini içerinde görür de anlatmaz uzun uzun, olaylarla denkler içleri. Kısa, yalın cümleler, arada bir iki benzetme ve olumlu imge yığınağı.

Büyük yazarın ilk kitabı, tavsiye ederim.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!