Sadece muç muç değil, dişlemek, yalamak, ısırmak, bir iletişim yolu olarak oral hareketler ele alınıyor bu kitapta. Kirshenbaum arayıp taramış, bilimsel adıyla oskülasyon hakkında şöyle derli toplu bir araştırmaya rastlamamış, girişmiş işe. İnsanlar neden öpüşürler, öpüşmenin manası nedir, manasının derinliği ne ölçüde kültüreldir, biyolojinin ve evrimin bu işteki önemi nedir, öpüşürken beyinde neler olur, hangi hastalıkları bulaştırabiliriz, meseleler bunlar. Yazarı çok muteber Vilayanur S. Ramachandran desteklemiş, Ramachandran’ın yine ALFA’nın bastığı Öykücü Beyin‘den biliyorum ben, toplamı yaşamımız haline gelen hikâyelerin nasıl bir araya geldiğini araştıran müstesna bir kişidir, onun kitabını da tavsiye ederim. Öpücüğe dönüyorum, süper bir şey. İnsan sık sık öpüşmeli. Bir araştırmaya göre evden çıkarken partnerini öpenlerin trafik kazası geçirme olasılığı düşüyormuş, işleri güçleri rast gidiyormuş, ispatlanmış bunlar. Yine araştırmalara göre çok fazla insanla öpüşenler bakterileri oradan oraya taşıdıkları için hastalık kokteyline dönüyorlarmış, mesela diş çürüklerinin müsebbibi haline gelebiliyorlarmış, üzücü. Çok insanla öpüşebiliriz ama ağız sağlığımıza dikkat etmemiz gerekir bu durumda, yanımıza fıs fıs alırsak hem sağlıktan ödün vermeyiz hem de ağız kokumuz yüzünden reddedilme ihtimalimiz azalır. Ayna nöronlar tetikleniyormuş öpüşürken, partnerimiz soğan yediyse ve soğanı seviyorsak, daha da önemlisi partnerimizin genleri, haliyle kokusu çekiciyse sorun yok, aksi halde diş fırçalamayla giderilebilecek bir kusur yüzünden müstakbel eşimizle yolları sonsuza kadar ayırabiliyoruz. Kadınlar erkeklere göre öpüşmeye daha fazla anlam yüklüyorlarmış, iyi bir öpüşme partnerin anlatacaklarından çok daha fazlasını içerebiliyormuş mesela, erkeklerse testosteron saldırısı düzenleyerek tükmüğe, dile sarılıyorlarmış, böylece partneri hemen sekse yönlendirmek istiyorlarmış ama ters tepebilirmiş bu. Teper, hölöö diye girişene iyi gözle bakılmaz. Alkol de muhteşem hatalara yol açabiliyormuş, klişe bir gerçek. Feromon salgılatan alkol yanlış bir öpücüğü doğru gibi gösterebilir, sabah kalktığımızda ne halt ettiğimizi düşünürüz sonra. İyi bir öpüşmeyi daha iyi hale getirebiliyor da, kişi ne istiyorsa artık. Hayat kadınlarının öpüşmekten kaçınmaları Kirshenbaum’a göre makul, seks öpüşmekten bir bakımdan çok daha anlamsız. Sinirlerimiz dudaklarda ve dilde partiliyor resmen, şu garip temsili biliyorsanız insanın neresinde ne ölçüde hassasiyet olduğunu da biliyorsunuz, hani şu ellerin ve ayakların, ayrıca dille dudakların da kocaman olduğu ucube adam resmi. Beden küçücük çünkü normal beden. Bahsettiğim bölgelerse beş duyu organının yer aldığı bölgeler. Parmak uçları kocaman mesela, ayaklar da hassas. Dudaklar ve dil bu açıdan önemli, erkekler için öpüşmek bir sonraki adıma geçmek için ara basamak gibi gözükse de kadınlarda durum anlattığım gibi, onların temsilinde bazı bölgeler daha büyük. Kültürel kodların da etkisini unutmamalı, Avusturalya’da yerlilerden bazıları vedalaşırken koltukaltlarına sürdükleri ellerini vedalaştıkları kişinin koltukaltlarına da sürüp birbirlerinin göğüslerine dokunurlarmış, vücudun yaydığı kokuyla ilgili. Öpücükle, ağızla doğrudan ilgili bir şey, ağız kokumuzu pek çok zımbırtıyla düzenleyebiliyoruz ama genlerimizden, yağ bezlerimizden gelen koku tamamen kaybolmuyor, dolayısıyla tercih edilmemiz veya edilmememiz bir ölçüde genetik ama diğer açıdan öpüşmenin yaygınlaşmadığı bir kültürde zaten öpüşemiyoruz. Zamanında Afrika’ya giden gezginlerden birinin hatıratında ilginç bir mevzu var, adamımız yerlilerin birine âşık oluyor, kadınla öpüşmeye kalkıyor ama kadın korkuyla, çığlık çığlığa kaçıyor. Adamın kendisini yemek istediğini düşünmüş, normal. Yani ağız bakımına dikkat edeceğiz ve partnerimizin geldiği coğrafyaya dikkat edeceğiz, en azından onu yemek istemediğimizi dile getireceğiz. Gerçi öpüşmenin olayı evrensellik kazandı artık, biriyle öpüşmek istediğimiz zaman maksat belli. Şu sahneyi hatırladım, mevzunun özeti ve çok matrak.
Öpüşmenin kökeni nedir, öpüşmek en başta öpüşmek miydi? Kuramlar var, atalarımız zamanında rengi kırmızı olan ne varsa denemişler ve zehirli şeyleri yiyip helak olanlardan öğrendiklerini de akıllarında tutarak olgun meyvelerin kırmızı olduğunu anlamışlar. “Kırmızı eşittir ödül” sinyali Ramachandran’a göre cinsellikle birleşmiş, primatlardaki kırmızıya düşkünlük insanlarda da var muhtemelen. Dudaklar dolgun ve kırmızıya yakın bir tonda, o zaman temas etmeliler. Ruj da bu süreçte ortaya çıkmış, tarihi beş bin yıl öncesine, Sümerlere dayanıyor. Mısırlılar, Yunanlar ve Romalılar da boyalarla ve güçlü şaraplarla dudaklarını renklendirmişler. Başka bir kurama göre anne karnındaki ilk üç aylık süreçte parmaklarımızı emmemiz dudaklara karşı hassasiyetimizi artırıyor, Freud da parmak emmenin yarattığı aşağılık duygusunu meme emmekle veya memeye karşılık gelen bir organla münasebete girmekle giderdiğimizi söylüyor, makul. “Macunlaştırma” denen bir olay da var tabii, eskiden bebekleri ve çocukları beslemek için kaskatı besinleri çiğneyip yumuşatan büyükler ağızlarından çıkardıklarını küçüklere verirlermiş, bir de anne kuşların yavrularını aynı şekilde beslemeleri var. Bu olay için de şu şahane sahneyi izlemenizi öneririm, hatta seriyi izleseniz süper olur. Neyse, koklaşmak ve öpüşmek gibi eylemler kişisel alana girilmesi anlamına geliyor, yani bir samimiyet şart. Mesela tanıştığımız bir insanla hemen höy diye yanaklaşmamız tuhaftır çünkü o ne, önce el sıkışılır, sonra samimiyet ilerlediyse sarılınır falan. Ben biriyle tanıştığımda aşırı samimi bir şey hissettiysem direkt ikinci basamağa geçiyorum bazen, sonra kendi kendime kızıyorum çünkü kişisel alanı hemen ihlal etmek kabalık. Gerçi nadiren oluyor bu, genellikle de o kişiyle samimiyet ilerliyor falan, sezgisel bir şey.
Tükürük alışverişi gibi pek çok etken var öpüşmeye yönlendiren, bazılarına değinilmiş. Doğurganlığın zirvesinde olan kadınlar erkek kulüplerinde dans ederlerken daha fazla bahşiş kazanmışlar örneğin, iki taraf da kızışma emareleri gösteriyorsa hemen tükmüklüyorlar birbirlerini. “Senin genlerini seveyim” manasına gelen bu hareketin öncesinde başın sağa eğilmesi ve gözlerin kenetlenmesi geliyormuş, araştırmalara göre standart sıralama bu. Başın sağa eğilmesi ilginç, solak veya sağlak olmakla bağlantısı çok belirsiz. Fetüsken başımızı sağa eğiyormuşuz, anneler de bebeklerini genellikle sol kollarına yatırdıklarından memeye ulaşmak için başımızı sağa çevirmek zorundayız. Bu iş dopamin de salgılatıyor haliyle, şahane bir öpüşmenin sonsuza kadar sürmeyeceği düşünülürse bu hormona bağımlı olanların yeni heyecanlar aramaya başlamaları şaşırtmaz. Öpüşmenin tek eşlilikle ilgisi var, beynimizde havai fişeklerin sık sık patlamasını istiyorsak başka partnerler arıyoruz ama eşimizle aynı hormon seviyesine sahip olabiliriz mesela, bu durumda aramıyoruz çünkü her öpücük ilk öpücük o zaman. Araştırılmış bu, gen ortaklığı ne kadar azsa insanlar birbirlerini o kadar arzuluyor. Şu sahnede görebiliyoruz, bazı salgılar korkunçtur, bazıları çok güzeldir, çeker.
Öpüşmenin tarihine de eğiliyor biraz Kirshenbaum, bir iki bilgiyle bitireyim. Chat dilinde sıklıkla kullanılan “xoxo” kalıbındaki “x”in kökeni aşağı yukarı bin yıl öncesine dayanıyor. O zamanlar okuma yazma oranı çok düşük, bir anlaşma, belge vs. imzalanacağı zaman kişi “x” yazıyor ve öpüyor harfi, böylece sözleşmeyi tamamlıyor. Damatla gelinin öpüşmesinde de yazısız bir sözleşme var, o öpücükle taraflar birbirlerine sadık kalacaklarının sözünü vermiş oluyorlar, eskiden hukuken bağlayıcıymış bu öpücük. İneklere tapan Mısırlılar kutsal saydıkları hayvanı yedikleri için Yunanları ağızlarından öpmezlermiş, Rodin’in “Öpücük” adlı heykeli Japonya’da bambu perdelerin arkasında sergilenmiş çünkü Japonlara göre çok ayıpmış öpüşmek, Hollywood filmleri ülkeye ilk geldiği zamanlarda öpüşme sahnelerini sansürlerlermiş falan. Böyle pek çok ilginç bilgi var kitapta, meraklılar kaçırmasın.
Cevap yaz