Herkesin keyifle çalıştığı, kayıkçıların fış fış kürek çekerek mutlulukla seyahat ettiği, çiftçilerin güle eğlene zerzevat yetiştirdiği sosyalist bir ütopya. Herkes çalıştığı kadar yiyor, çalışmayıp yedekte bekleyenler de yiyor anlaşıldığı kadarıyla, insanlar bir işten başka bir işe gidip geliyorlar. Her yönüyle ele alınan bir ütopya değil, dolayısıyla açığı çok. Eğitim sadece basit yaşam bilgilerine indirgenmiş, doktor yetişmediğine göre insanlar hastalıklardan nasıl kurtuluyorlar bilmiyoruz. Oxford açık, insanlar istedikleri eğitimi alabiliyorlar ama burjuva sömürgenlerin ayaklarını keserken toplumun ihtiyaç duyduğu çoğu dal da araya kaynamış gibi gözüküyor. Tarihle, matematikle uğraşan insanlara antika gözüyle bakılıyor örneğin, metnin yazıldığı 1800’lerin sonlarından yüz küsur yıl sonra beşeri ve pozitif bilimlere hemen hiç ihtiyaç duyulmayacağını düşünmüş Morris. İnsanlar bir asırdan daha uzun yaşıyorlar gerçi, uygarlığın yoruculuğu ortadan kalkınca ömür uzamış, sömürü bittiği için insanlar keyifle çalışmaya başlamışlar işte, sanat sepetle daha çok uğraşır hale gelmişler. Morris’e göre kapitalizm ortadan kalkınca insanlar patolojik vaka olmaktan çıkıp son derece sağlıklı bireylere evrilmişler, bu yüzden kolluk kuvveti diye bir şey de yok. Suç işlemek kimsenin aklından geçmiyor, sonra aşk cinayetiyle karşılaşıyoruz. Tuhaf, belli ki tehlike her zaman var ama muktedire dönüşebilecek her kurum ilga edildiği için insanı insandan koruyan hiçbir şey yok. Primatların davranışlarını insanınkilerle kıyaslayan araştırmaları okumuştum, insan şiddete kolay kolay meyletmese de arıza çıkarma potansiyeline sahip, dolayısıyla başarıya ulaşmış bir devrimin ardından kurulan dünyada bile caydırıcı, engelleyici bir güç şart aslında. Topluluktan dışlamak gibi olasılıklar dahi söz konusu değil, haliyle büyük bir açık bu da. Her türlü inanç kapı dışarı edilmiş, insan doğanın bir parçası olduğunu tekrar hatırlayınca ellerine ve toprağa duyduğu inançtan ötesini unutmuş, aklına getirmemiş bile. Eski yapıların işlevlerine baktığımızda daha iyi anlıyoruz bu büyük değişimi, parlamentodan meclisine her yer ya depoya ya da aynı minvalde başka bir yapıya dönüştürülmüş, insanlara eskinin korkunçluğunu hatırlatmak için korunmuş. Cinsiyet eşitliğinden bahsetmek zor, belli ki o açıdan bir devrim yaşanmamış, kadınlar evlerinde çocuk büyütüp yemek yapmak gibi işlerle boğuşmak zorunda hâlâ. Tarlada falan çalıştıklarını görebiliyoruz ama erkeklere hizmet etmek konusunda daha istekliler sanki, anlatıcı gittiği her yerde kendisine hizmet eden kadınları keyifle izliyor, birini şop diye öpüveriyor. Şu alıntının yeri: “‘Hadi ama dostum,’ dedi, ‘zeki bir kadın için bir evi marifetle çekip çevirmesi ve tüm ev arkadaşlarının mutlu ve ona müteşekkir olmasının nasıl büyük bir zevk olduğunu bilmiyor musunuz? Ayrıca herkes güzel bir kadından emir almaya bayılır, kur yapmanın en güzel yöntemlerinden biridir.’” (s. 81) Okurun yüzünü buruşturacağı çok şey var, en baştan almalı.
Dernek’te bir gece Devrim Ertesi neler olacağına dair tartışma yapılır, farklı grupların temsilcileri görüşlerini öne sürerler. Ayrışan anarşist düşünceler karşı karşıya gelir, sonra tartışma sonlanır ve anarşistlerden biri evine gidip uyur. Bambaşka bir dünyaya uyandığında neler olup bittiğini anlayamaz, muhteşem bir dünyada bulmuştur kendini, ikinci bölümden itibaren anlatıcı rolünü bu anarşist arkadaş, William Guest üstlenir. Yeni dünyada adı “Guest” olarak geçecek, “misafir”. “William” da yazarın personasının yansıması olarak düşünülebilir, Morris uyanmak istediği dünyayı anlatıyor biraz. Adamımız uyanır, evinin bir misafirhaneye dönüştüğünü şaşkınlıkla görür. Dışarı çıktığında Thames kıyısındaki kayıkları görür, kayıkçılardan biriyle konuşmaya başlar. Thames tertemizdir, hatta balıkçılar o sularda tuttukları balıklarla âleme ziyafet çekmektedir. Nehrin kıyısına şahane binalar inşa edilmiştir, yeni köprü 2003’te bitirilmiştir falan, değişim büyüktür yani. Thames’in yanlış hatırlamıyorsam 1800’lü yılların başında pisliğe bulanması ve halkı hasta etmesi olay olmuş, hatta parlamentodakiler dahi iğrenç kokudan ötürü çalışamamışlar uzunca bir süre, öyle bir geçmişi de var oranın. 1950’lerde de fabrikalardan çıkan atıklar koca kenti kimyasal bir sisle kaplamış ve solunum yolu enfeksiyonu yüzünden çok insan ölmüş, İngiltere’nin halk sağlığına verdiği önem malum. Neyse, nehir boyunca gidiyorlar biraz, William indiği yerde adama para vermek istiyor ama para diye bir şey yok artık, kayıkçı şaşkınlıkla durumu anlattıktan sonra William’ın bahsettiği para denen naneyi yaşlılardan dinlediğini hatırlıyor. William başka bir ülkeden gelip İngiltere’yi dolanmak istediğini söyleyince kayıkçı ülkenin tarihini bilen birkaç kişiden bahsediyor, eğer William isterse birlikte gezebilirler ve bilgi verebilecek kişileri bulabilirler. Kayıkçının arkadaşları birer ikişer ortaya çıkıyor zamanla, birinin söylediği: “Kitap basma vebasının gittikçe azalmasının yanı sıra makina baskısı da yavaş yavaş yok olmaya başladı; dolayısıyla ben de ilgim olan başka alanlara yönelmek zorunda kaldım ve matematikle uğraşmaya başladım. Aynı zamanda, esasen ülkenin savaş başlamadan önceki durumu hakkında bilgi vermek amacıyla, tabiri caizse on dokuzuncu yüzyılın sonlarının barışçıl ve kişisel tarihi hakkında bir kitap da yazıyorum.” (s. 29) İronik. William arada sorular soruyor tabii, yoksul insanlardan bahsettiğinde kimsenin bir şey anlamadığını görüyor. İsteyen Fransızca, Almanca ve Galcenin değişik bir türü olan İrlandaca öğrenebiliyor, tarih öğrenemiyor çünkü eğitim müfredatından çıkarılmış, geçmişin karanlık dünyasını öğrenmenin hiçbir anlamı yok. Hapishane diye bir şey bilinmiyor, şehirlerdeki nüfus köylere kaydığı için nüfus dengeli biçimde dağılmış, mahkeme yok, kanun yok. Herkes halinden memnun gibi görünüyor ama ütopyanın distopyaya dönüştüğünü düşünen, düşüncelerini açıkça dile getirmektense homurtularla sunan yaşlı adam tek çatlak sesi çıkartıyor ve etrafındakilerce susturuluyor hemen. Eski sistemin yaşattığı cehennem en iyi sanat eserlerini sunuyordu, yiyecek çeşitliliğinden kıyafetlerin bolluğuna kadar insanı cezbeden pek çok şeyin ortadan kalkması kimseyi rahatsız etmiyor mu? Yaşlı adam eski dünyaya dair özlemini bütün itirazlara rağmen yaşatıyor, Devrim’den pek memnun değil. Yüksek sesle konuşursa neyle karşılaşacağını bilmiyoruz, örneğin William alınması gereken önemli kararların nasıl alındığını sorduğunda azınlıktakilerin genellikle arkadaşça geri çekildiklerinden bahsediyorlar ama herhangi bir çatışmanın çıkıp çıkmadığından söz etmiyorlar, muallakta kalıyor burası da. Yaşlı adamımız belli ki “arkadaşça” geri çekilmiş ama tatmin olmamış, başka bir dünyanın mümkün olduğunu düşünüyor içten içe.
Terry Eagleton bu metnin politik değişimin nasıl gerçekleştiğini anlattığı için önemli olduğunu söylemiş, Morris kısa süre sonra gerçekleşecek devrimleri bu metinle hayali biçimde öncelemiş adeta. 1952’de Trafalgar Meydanı büyük bir çatışmaya sahne oluyor, bir tarafta örgütlü işçiler barışçıl eylemlerini sürdürürken diğer tarafta kolluk kuvvetleri halka zulmediyor ve eylemcileri öldürüyorlar. Zafer örgütlenmeyle geliyor, işçiler birleştikçe liberaller düzenin sürdürülmesi için çığırtkanlığa başlıyorlar, basın örgütlü hareket aleyhine haber üstüne haber yapıyor, devlet bütün gücünü işçileri sindirmek için kullanıyor. Uzun bir mücadele, davayı satanların yanında halka ateş açmayı reddeden polisler ve askerler dengeyi iki cephe arasında baştan kuruyorlar, polisler ve silahlandırılmış insanlar hareketi durduramayınca asker sokağa iniyor ama onların arasında da devrimciler var, devrim ateşi yavaş yavaş yayıldıktan sonra nihai zafer kazanılıyor ve yeni dünya yavaş yavaş da olsa kuruluyor. Karşı devrim riskinin bertaraf edilmesi için yıkılanın yerine yenisinin konması gerek, konuyor ve halk ikna oluyor nihayet, yeniden yana olanlar cennet gibi bir dünyanın ilk mimarları oluyorlar. Hikâye aşağı yukarı böyle.
İlginç bir ütopya.
Cevap yaz