Pınar’la sigara içiyoruz, okulun yeni hademesi kapıdan el sallıyor. “Sevdim ben bu abiyi,” dedi Pınar, “Ben sevmedim, yoksulluk yokmuş buna göre, herkesin evinde çamaşır makinesi varmış,” dedim. Telefon çaldı, Pınar’ın emlakçısı. Kiraya zam. Yeldeğirmeni’nde mahzen gibi evler 7 binden başlıyormuş, o zaman Pınar neden 4 bin vermesinmiş. “Nee!” diye ünledi kız. “Aman abi, ben nasıl vereyim o parayı?” Daha ucuza anlaştılar da bu sefer seneye, sonraki seneye ne olacak, Pınar nerede yaşayacak? “Son yıllarda sosyal hizmet uzmanları veya yardım kuruluşları görevlileri, oluşan yeni bir yoksul sınıfına dikkat çektiler: Maaşlı bir işi olan ancak gelirleri bir evin kirasını ve giderlerini karşılayamayan insanlar. Bu insanlar kalabildikleri her yerde kalabiliyorlar; arkadaşlarında, misafirhanelerde hatta bazen arabalarında. Bazı belediyelerde yönetim bu insanları ‘Evsiz’ insanlardan ayırmak için onlara artık yeni bir isim veriyor: ‘Sabit Evi Olmayan’ insanlar (SDS: ‘sans domicile stable’).” (s. 7) Anlatıcı 31 Mart’tan sonra arabasında yaşamaya başlayacağı için “Evsiz Bir Adam” olacağını söylüyor, kendisine EBA diyelim. Pınar’a ne diyelim bilmiyorum, sonra Esra geldi, o da ev sahibinden telefon bekliyormuş. Arabaları yok. Kademeleri dereceleri uçuk, işlerini iyi yapıyorlar, şahidim. Başka bir yerden para kazanmazlarsa evsiz kalacaklar bu gidişle. Ülke süper, kapitalizm harika. EBA’nın derdi aynı, günlük tutmaya karar veriyor ki yeni alışkanlığıyla hayali bir okura hitap edebilsin ve rahatlayabilsin. Kendi şeytanlarından kaçarak rahatlamak istiyor, vergi müfettişi emeklisi olarak aylık geliri 2 bin avro, “yaklaşık bir asır önce” yaptığı evlilik dört yıldan az bir sürede boşanmayla sonuçlanmış ve o an hatırlamadığı bir sebep yüzünden ömür boyu nafaka ödemesine hükmedilmiş, aylık 850 avro. Eşinin maaşıyla kirayı ve bazı giderleri karşılıyorlarmış bir zamanlar, EBA’nın maaşıyla da karınları doyuyormuş. Pes ediyor EBA, evi boşaltması için antikacıyı çağırıyor ve ailesinden kalan bazı antikalar dahil 4 bin avroya anlaşıyor. Antikacı halden anlamaz bir adam, sığırlıklarıyla can sıkabilir ama pek umursamıyor adamımız, üç gün içinde bütün eşyaları gidiyor. İlk gün kanepenin üzerinde uyurken ikinci gün bir radyosu kalıyor elinde, yere uzanıyor, sonra pılısını pırtısını toplayıp arabaya yerleşiyor. Eski bir Mercedes, koltukları yatırınca uyuyabiliyor, sorun yok. Eşyalar gittikten sonra ilk gün nerede olduğunu bilmeden uyanıyor, evin tavanı yabancı. Ömrünü o yabancılığa bir günde varmaya yaşamış EBA, bildiği mekânı yitirmenin travmasını hemen atlatıyor, eve veda ederken duygusal anlar yaşamıyor. Depo parası ödemeyecek en azından, gelir ve emlak vergisi de ödemiyor, buradan taşıt vergisinin ve benzinin ucuz olduğunu anlamalıyız. Nasıl yaşasın yoksa, arabayla gezmeyi seviyor. Unuttuğu bir sebepten ötürü ödediği nafaka konusunda bir şey yapmamasını da görmezden gelmeliyiz, detaylara boğulursak illa bir mantık hatasına rastlayacağız. EBA’nın cep telefonu yok, mektuplarını uzaklardaki dostunun evine yönlendirmesi için kapıcıyla anlaşıyor, her şey tamam. Yemek yiyeceği yerleri belirliyor, eğitim kurumlarının kantinleri ucuz, yakınlardaki bir dükkânda takılanlar kafa, yemekler iyi. Temizlik için kafasında birkaç yer var, haftada iki gün kalmaya karar verdiği bir otele gün başı 35 avro verdi mi yatak yüzü de görür.
Arabanın bagajı yirminci yüzyıl sonlarına ait bir komodin, bagajda iki valiz ve diğer eşyalar, yatak örtüsü arka koltuklara serili. Yalnızlıkla baş etmiyor EBA, baş etmeye çalışmak yalnızlıktan çok daha yorucu. Kabullenişi güç veriyor, Paskalya Bayramı zamanında âdete uyup yumurta aramayacak. Yaşamı Proust’unki gibi ikiye bölünmüş, Brancion ve Dantzig taraflarında gezintiye çıkıyor. Bir yerde ikinci el kitaplar satılıyor, diğerinde yürünecek yollar güzel. EBA’nın sıkı bir okur olduğunu düşündürecek çok veri var elde, okuduklarına arada sırada değindiği gibi Modiano okuduğunu söylemesi yazarın Biri Sizi Bulmaya Çalışıyor nam metnindeki arayış konusunda nereden esinlendiğini gösterdiği için önemli. EBA zamanını doldurmayı bilse de şoklarla baş edemiyor bazen, aniden çöken yalnızlığa değiniyor, evini yitirişine de. “İnsanın evini kaybetmesi, birini kaybetmek gibi. Son kalan bir başkasını. Yalnız başınıza evinize döndüğünüzde, sizi kapıda karşılayan o hayaleti yitirmek gibi bir his.” (s. 31) Mesela bu cümlelerden hemen sonra başka bir meseleye geçiyor EBA, günlüğün akışkanlığına uyuyor bence bu. Günlüğün paragraflar halinde yazılmayacağına dair kanım kuvvetli, düşündüğümün benzeriyle karşılaşınca sevindim. Şu da var, aslında günlük olarak başlayan bu metin zaman geçtikçe sadece belli günlerin kayıtlarına dönüşüyor, EBA’nın yazdığı günlerin arası açılmaya başlıyor ve en sonunda günler tamamen kayboluyor ortadan, tarih düşmelik alışkanlığın tavsadığını söyleyebiliriz. Adamın yaşamında büyük gelişmeler olacak, yeni tanıştığı insanlar ve eski dostu Albert bir nebze değiştirecek gidişatı. Evdeki stabil yaşamın sağladığı konfor alanı hoş, değişen yaşamla birlikte kurulan ilişkiler de aynı ölçüde hoş ki metin sonlanıyor bir yerde.
Evsiz François kampının önünde dilenirken umursamayan EBA üç yıldan sonra adamla ilk defa konuşuyor, kokudan çekinmiş önceleri. Deli değil en azından, sadece evsiz François, politikacıların baskısından sonra portatif tuvaletleri ücret vermeden kullanmaya başlamış ve yakınlardaki kilisenin deposuna sızmış sık sık. İlerleyen bölümlerde bastıran yağmurdan kaçınmak için EBA’nın uyuduğu aracın camını tıklatacak, EBA gözlerini hafif aralayıp uyumaya devam edecek. Tam bir bütünleşme gerçekleşmemiş tabii, bir araba iki adamın arasındaki uçurum demek. Nezih insanlarla takılmaya başlıyor EBA ayrıca, “Rendez-vous-des-amis”de yemek yiyor, mekânın sahibi Maria sık sık bira getirip bırakıyor ve çok azının parasını alıyor anlaşıldığına göre, yerinde usul usul yazı yazan veya bir şey okuyan adama sempati duyuyor. Bu mekân hoş, gündüz vakti emniyetten gelenler yemek yiyorlar, öğrenciler bıdır bıdır bir şeyler konuşuyorlar, geceleriyse sanatçılar, gizemli tipler, flanörler, uçuklar geliyor. Aralarına karışıyor EBA, muhabbet ediyor, ertesi gün Dominique’le tanışıyor. Yeni sanat projesi üzerinde çalışıyor kadın, EBA’nın ne yazdığını merak ediyor, bir gün uzun uzun konuştuklarında Domi’nin tutulduğunu anlıyoruz. Biliyor da her şeyi, adama Mercedes’i gösterip göstermeyeceğini soruyor, EBA azıcık çekiniyor ama kadının samimiyeti ikna edici. Aralarındaki otuz beş yaşlık fark önemli değil, Domi bizimkini evine çağırdığı zaman EBA’nın bir şeylere tekrar başlayabileceğini ümit ediyor muhtemelen. Birlikte yaşayabilirler, yaşamları güzelleşir, neden olmasın? EBA’nın isteksizliğini pek belli belirsiz vermiş Augé, şahane iş. İstedikleri zaman gelebileceğini söylüyor EBA ama birlikte yaşamaya yanaşmıyor, bu da kabul. Gitmek istiyor zaten, çok uzaklara gitmeyecek ama biraz uzaklaşmaya ihtiyacı var. Direksiyonunun başında bırakıyoruz bu tatlı ve yalnız adamı, arabasıyla uzaklaşıyor. Yeni yerler keşfetmek için daha uygun bir zaman bulamayacak.
Erlend Loe’nun bir karakteri adeta EBA, metin de Loe’nun metinlerini andırıyor. Müthiş basit, minimal. “Etnik-kurmaca” yazdığını söylüyor Augé, “Neden ‘Etnik-Kurmaca’?” başlıklı yazısında sosyal bir olguyu belli bir bireyin öznelliğiyle anlattığını belirtiyor. Otobiyografi veya itiraf manzumesi değil, günlük yaşamın bütün detaylarını içeren bir kurgu. Karakterin niteliği önemli tabii, azıcık hassassa dünyayı daha bir genişletir, anlatır. Daha basit düşünen bir adamı ele alalım, bu kez olayların ve durumların basitçe sıralanmış haliyle karşılaşınca yorumlamaya daha bir yoğunlaşmamız gerekir, ikisine de razıyım. Augé kendi kurmaca anlayışına da kısaca değindikten sonra bitiriyor yazıyı, bence esas metin okunduktan sonra okunmalı bu yazı. Paşa keyfiniz bilir.
İyi bir metin.
Cevap yaz