Georges Vasseur itaatkâr, cemiyet hayatına saygılı ve ensesi kalın bir burjuva, yılın belli zamanlarında işi gücü bırakıp gezilere çıkıyor, istikamet Pireneler. Toplumdan uzaklaşmaya çalışsa da X’te kaldığı otele gelip giden dostları, tanıdıkları yalnız bırakmıyorlar adamı, garip hikâyelere boğuyorlar. Vasseur’nün neden sinir hastası olduğu bu hikâyelerden ve insanlara verdiği tepkilerden belli, hastalıklı bir topluma uyum sağladığı ölçüde kendisi de hasta, kaçabildiği kadar sağlıklı ama çevresi geniş olunca yalnızlığa sığınamıyor, Lefebvre’in bahsettiği mekân değiştirerek kendini yücelten burjuvazi farklı düşünmeye meyilli olanı da çekiveriyor arasına. Neyse, X’te Romalılardan kalma termal tesisler, oteller, çepeçevre dağlar bir tekinsizlik, yalıtılmışlık havası veriyor, böylece dinleyeceğimiz sayısız hikâyeye uygun atmosfer oluşuyor, geriye anlatıcının ahbaplarına birer birer rastlaması kalıyor, modern Decameron veya Canterbury Hikâyeleri okurun huzurunda!
Mirbeau’ya ve yaşadığı döneme aşina olmak gerekiyor, öyküler o dönemin güncel problemleriyle dolu. Mirbeau 1848 doğumlu bir yazar ve gazeteci, kariyerinin başlarında monarşi yanlısı olsa da öykülerinden anladığımız kadarıyla fikrini değiştirmiş, asil monarşistlerin hikâyelerinde adamların ne kadar pespaye, rezil insanlar olduklarını anlatıyor. Dreyfus da sıkça yer alıyor hikâyelerde, Mirbeau’nun Dreyfus’u desteklediği yine metinlerinden çıkarılabilir. Proust mevzunun sosyetedeki yansımasını o kibar dünyanın içinde kibarca anlatıyor, Mirbeau bütün çıplaklığıyla. Adamın haklı olup olmadığına bakmadan bütün Yahudilerin öldürülmesi gerektiğini söyleyen köylülerden, markilerden geçilmiyor hikâyeler. Çevirmen Alev Camalan çoğu konuyla ilgili düştüğü dipnotlarda okuru aydınlatıp metnin bağlamını belirginleştirse de Dreyfus ve birkaç mesele hakkında bilgi vermiyor, eksiklik. Evsizlerle ilgili bir kanunu açıklaması iyi mesela, bir bölüm yerde bulduğu cüzdanı karakola götüren adamın evsiz olduğu anlaşılınca hapse atılmasını anlattığı için 1880’lerde çıkan yasadan bahsedilmesi gerekli, bahsedilmiş. Sömürgecilik gibi bilinen bazı olaylar hakkında açıklamaya gerek duyulmamış, Mirbeau karakterlerini gerçeğe ne kadar dayandırarak yazıyor, bilemiyoruz. Duvarlarını derilerle donatan subay mesela, Afrika’daki yerlilerin derilerini yüzdürerek odasını dekore etmiş, etlerle ne yapacağını düşünüyor ve Papini’nin karakterlerinin aktardığı gibi konuyla ilgili uçuk fikirlerini dile getiriyor. Öyle ki bir tek Vasseur’nün akıllı olduğunu düşünüyor insan, defterlerine not aldığı ve şahit olduğu olayların özneleri sanki deli halayı izletiyor. Clara Fistule nam arkadaş insanoğlunun yeniden üretimi için “Yıldıztozu” dediği bir kaynaktan bahsediyor, iki insanın iğrenç cinselliğinden değil de dünyevi polenle yıldız yumurtasından doğduğunu iddia ediyor. Bu müthiş buluşunu anlattığı bir metin yazmış ama parası yokmuş, acaba yirmi frank borç verir miymiş Vasseur? Defterden çıkıp gelen anılar bunlar, yıllar önce istediği paradan çok daha fazlasına sahip artık, nasıl zengin olduğunu anlatıyor karşılaştıkları zaman. Hikâye içinde hikâye, Mirbeau katman katman genişletiyor anlatıyı. X’teki sağlık turizmi yaşlılara yönelik, ölüm haberleri yayılırsa hoş olmayacağı için ortadan kaybolan müşterilerin otelden ayrıldıkları söyleniyor ama Fistule bir gece dolaşmaya çıktığında bakıyor ki bir sürü tabut, belediye yetkilileri sessiz sedasız hallediyorlar işi. Uyanık Fistule hemen şantaj yapıyor ve indiriyor cukkayı, bir günde hayatı değişiyor. Ölüleri mumyalayıp ortadan kaldıranlar da var, kapitalizm ortadan kaldırdığı insanlar kadar güçlü. Bütün anlatılar bu tür bir düşünsel zeminde yükselmiyor, delilerle ilgili trajikomik hikâyelerin ikisinden bahsetmeli. Vasseur arkadaşı Doktor Triceps’le tımarhanede görüşürken adını kaybeden birine denk geliyor. Adam kim olduğunu bilmiyormuş artık, adını alanlardan şikayet ediyor, belki de sadece birkaç rakama indirgendiği için. Aklı sarı bir kelebekmiş de borçlu olduğu terzi çalıvermiş hemen, sonra da oraya kapayıvermişler aklı kelebeği. Balzac’ın uzun uzadıya kendisini anlattığını, romanlarındaki karakterleri tanıdığını söylüyor bir de, şairliği de var, kusursuz bir kurgu. Sakladığı milyonlarca frank yüzünden tımarhaneye tıkılan adam var, serbest bırakılması halinde herkese para dağıtacağını söylüyor ama inandıramıyor kimseyi. Hikâyesi tutarlı olsa da gerçek olup olmadığı belirsiz, doktorların istediği şey sanrılarının dinmesi. Adam isteneni anlayana kadar yıllar geçiyor, uzunca bir süre paralardan bahsetmiyor hatta o paraların gerçek olmadığını dile getiriyor. İyileştiği düşünülüp serbest bırakılacağı zaman doktora birkaç milyon rüşvet teklif edince her şey baştan. Bir nevi “insanlık komedyası”, toplumun her kesiminden insan birer birer öne çıkıyor ve hikâyesini anlatıyor. Vasseur’nün rahatsızlığı dağlardan ve beynindeki seslerden kaynaklanıyor, başkalarının öne çıkmadığı birkaç bölümde denk geliyoruz. Cırcır böcekleri susmuyor, doruklar çok uzakta, pencerelerde beliren yüzler rahatsız edici. “Her bir yüze ayrı bir hikâye yazıyorum; sıkıntıdan, bu içimi sıkan, kapkara sıkıntıdan kurtulmak için, kısa günün kârı anılar yerleştiriyorum.” (s. 51) Bu ihtimal de var tabii, her şey Vasseur’nün kafasında olup bitiyor belki. Doktor arkadaşı yok, tanıdığı soylular kurgudan ibaret olabilir. Garip hikâyelerin peşine takılıp devam ediyoruz.
Hızlandırılmış insan turuyla bitireyim. Paris’te o dönem büyük olay haline gelen yangınların komünistlerce çıkarıldığı söylentisini yayan insanlarla karşılaşıyoruz, elli yıl sonra aynı suçu Hitler’in işlediğini göreceğiz. Mösyö de Buit sözde işçilerin, köylülerin hakkını savunan bir avukattır, duruşmadaki halleri tiyatro metinlerindeki gibi monoloğu ve hareketleriyle birlikte anlatıldığında adalet için canını vereceğini düşünürüz, oysa amacı gözünü boyadığı çiftçilerin oyunu alarak kendini meclise seçtirebilmektir. Seçtirir de, tıpkı eski püskü arabasına kralların bindiğini söyleyerek fiyat artıran ve safça insanları kandırarak satan marki gibi görünürde vicdanlıdır. Devletin kolluk kuvvetlerinin uyguladığı eziyetler birçok bölümde karşımıza çıkar, benim aklımda kendini asan adam kaldı. Bu adam yola bakan duvarını onarmak ister, işe başlar ama izin almadığı için ceza yer. Memur duvarın yıkılması durumunda cezanın iki katını ödemek zorunda kalacağını söyler, zaten yıkılmasın diye onaran adam işine devam etmek ister ama memur önce cezayı ödemesi gerektiğini söyler. Çıkmaz yol. Duvar yıkılınca ceza büyür, faiz biner, adamın eviyle tarlası satılır. Son gün adam evinde ipleri düğümler, sevdiği bir ağacın dalına tutturup kendini asar. Aşk hayatları soyluları alçaltmak için kullanılır mesela, baronlardan bir baron âşık olduğu kadına dünyanın en güzel hediyesini vermek zorundadır yoksa kadın terk edip gidecektir. Baron doktora gider, kanında altın olup olmadığını sorar, demir olduğunu duyunca bütün demirin vücudundan çekilip çıkarılmasını ister. Doktor şaşırır, baron gürler, nihayetinde aylar sonra birkaç gramlık kütle halinde demir kendisine verilir. Adam aşkının yüce kanıtı olarak o biçimsiz kütleyi genç kadına verir ama kadın umursamaz tabii, bir süre sonra baronun ölüm döşeğinin yanında beklerken adamın malvarlığının kendisine kalacağını düşünür. Fransa’daki meselelerden ibaret değildir anlatılanlar, Vasseur’nün Rusya’daki bir arkadaşından gelen mektupta çarların ve devlet adamlarının yol açtığı acılardan bahsedilir, halkın askerlerden ne kadar bıktığı anlatılır, kısacası Avrupa’nın panoraması sunulur. İngiltere’den nefret edildiği, Almanlardan korkulduğu karşımıza sık sık çıkar, büyük şehirlerde yoksul kesimin yaşam standartlarından bahsedilir, burjuvazinin heba ettiği kaynaklardan dem vurulur, Mirbeau kendi zamanının nabzını tutmak için konularını sosyal tabakalardan seçip derlemiştir. İyi de etmiştir, hem keyifle okunan bir metin ortaya çıkarmış hem de yakın tarihteki önemli olayların halktaki yansımalarını bugüne aktarmıştır. Üstelik en karasından ve akından mizah da vardır bu hikâyelerde, sinir hastalarının halleri komediyle harmanlanmıştır.
Çeviri güzel, noktalama işaretlerine dokunulmadığı söylenmese noktalı virgül yağmurundan şikayet edebilirdim ama tercihtir. Yine de değiştirilebilirdi gerçi, tartışmaya açık. Üç Nokta Yayınları’nı da takibe aldım.
Metni tavsiye ederim, dileyen baksın.
Cevap yaz