Philip Roth’un temel izlekleriyle başlıyor anlatı. Biten veya mutsuzlukla süren bir evliliğin izlerini taşıyan adam, genç ve güzel, parlak bir kariyere sahip, muhtemelen entelektüel kadın, iki karakterin yanında ölüm korkusu, sağlık problemleri, sonra meme. Aslında “göğüs” ama Seçkin Selvi’nin tercihi The Breast‘i Meme olarak çevirmek olmuş, zira adam aslında göğse dönüşüyor, memeye değil, gerçi anlatı memenin üzerine kurulu. David Kepesh’in ağzından: “Ben bir memeyim. 18 Şubat 1971 tarihinde gece yarısı ile sabahın dördü arasında, sonradan ‘masif hormonal iç akıntı’, ‘endokrinopatik değişiklik’ ve/veya ‘kromozomlardaki hermafroditik bir patlama’ olarak tanımlanan bir değişim oldu gövdemde. Ve beni her türlü insancıl kalıptan kopuk bir meme bezine, ancak düşte ya da Dali’nin resimlerinde görülebilecek bir memeye dönüştürdü.” (s. 19) Öncesine bakalım, Kepesh her şeyin bir tuhaf başladığını söylüyor, dikensiz güllere ve sonsuzluğa dair tuhaflıklardan bahsettikten sonra tuhaflığın saflarına kendisinin de katıldığını belirtiyor. Başlangıçtaki gibi bir üsluba rastlamayacağız bir daha, memeliğin dehşeti dili de ele geçirecek. Kasığa vuran sızıyla birlikte Kepesh’in dönüşümünün tanığıyız, ilk hafta boyunca ders verdiği üniversitedeki odasının yakınındaki tuvalete taşınıyor Kepesh, derisindeki pembeleşmeyi iki hafta sonra görebiliyor. Otuz sekiz yaşında, 1.80 boyunda, yapılı, hoş bir adam, iştahına diyecek yok, bağırsakları iyi çalışıyor, olanları anlayamıyor. Dr. Gordon’ı arayarak durumdan haberdar ediyor ve Claire’ın yanında olmasını istiyor o gece, kadının işi olmasa çağıracak, belki sevişecekler ama seks de eskisi gibi değil, birkaç yıldır beraberler, evleri ayrı, ilişkilerinin dengesini aradaki mesafeyi koruyarak elde etmişler. Yıkıcı yine de, Kepesh’in başından geçen çok kötü bir evlilik, Claire’ın korkunç aile yaşantısı birlikte yaşamalarına engel olmuş gibi duruyor, durmuyor da, karışık işler. Yine yaş farkı büyük, Claire yirmi beş yaşında, zamanla daha farklı beklentileri olacak ve ilişkileri bitecek gibi duruyor ama meme her şeyi değiştiriyor tabii, Kepesh memenin etkisiyle aşırı derecede duyarlanınca salt cinsel zevkin sürmesini istiyor, tutkuya dayalı bir şey hissetmiyor. Boşalırken Claire’ın kulağını ağzına alıp “köpek gibi” yalayıp emiyor, saçlarını ısırıyor, zevkten ne yapacağını bilemiyor, dönüşüm tamamlanana kadar. Hastane günleri başlayınca borular yoluyla beslenmek zorunda kalıyor, anatomisi değiştiği için insani ihtiyaçları tamamen makinelere bağlı olarak giderilebiliyor. Meme ucu gül pembesi, on yedi kanalı var, bedenin geri kalanı göğüsten ibaret. Penis meme ucunun tüylerine dönüşüyor, tam 17,5 santim. Roth’un takıntılı anlatıcıları işte. Cinsel problemlerin yanında dünyaya dair sorgulamalar da başlıyor, yine Roth’un sevdiği işler. “Aydın sınıfların yarattığı toplumsal baskının beni ahlâksal ve estetik doyuma eriştirdiği eski yaşantımda duymadığım ölçüde ‘huzursuzluk’ duyuyorum.” (s. 28) Cinsel coşku amfiyi dolduran onca öğrencinin önünde patlarsa ne yapar Kepesh, yeni formunun istediği cinsellikten Claire’a bahsederse, doyuma ulaşmak için memesini içine almasını isterse örneğin, hemşireden aynı şeyi isteyecek noktaya gelirse, yaşlı kadını huzursuz edip iyice dışlanırsa ne olacak? Yeni kendiliğine alışmak için ne yapması gerektiğini bilmiyor, kalıcı soruna kalıcı çözüm getiren intiharı da düşünmüyor, onca yıl boyunca bu fikri zihninden uzak tuttuktan sonra hiç niyeti yok. Uyum sağlamak zorunda, belki Shakespeare ödevlerini okuyabilecek durumda olduğunu ispatlarsa işine uzaktan da devam edebilir. Bölümde önemli bir görev almasını sağlayan Arthur Schonbrunn’la konuşması gerekiyor, normalleşme çabalarının sürmesi için onaylanması gerek, toplumdaki yerinin sağlam olduğunun kanıtını bulmalı. Hayal kırıklığına uğruyor, Schonbrunn ziyarete geldiğinde Kepesh’i görür görmez kahkaha atmaya başlıyor, dakikalarca gülüyor ve hiçbir şey söyleyemeden dışarı çıkıyor. Ziyarete gelen babasında başka bir arıza var, adam ahırlarda yaşayan hayvanlarından, küçük kasabada kimlerin ölüp kimlerin kaldığından başka hiçbir şeyden bahsetmiyor, kültürel fark yüzünden iki kelime edemiyorlar. Kepesh’in giderek küçülen sosyal çevresinden kimse kalmamış etrafında, kalanlarla da ilişkileri sağlıklı değil, her anlamda yalıtılmış bir halde. Claire’ın kocaman bir penise dönüştüğünü hayal ediyor, ilişkilerini toparlayacak tek olay belki de. Anal seks yok, sperm de yutmuyor Claire, büyük bir sorun değildi bir zamanlar ama artık Kepesh için neyin sorun olup olmadığı da belli değil, yeni kişiliği dünyaya yeni baştan bakarken bastırılan, bilincin ve bilinçaltının derinliklerine itilen ne varsa birer birer açığa çıkıyor. Ucu açık bir sonla ayrılıyoruz Kepesh’ten, Rilke’den bir şiirle vedalaşıyor okurla. Kelimenin tam anlamıyla, iki üç yerde doğrudan okura sesleniyor, ikinci seslenişinde yaşadıklarının masal olmadığını, kendi gerçekliği olduğunu söylüyor ki yer yer emin olamıyor bu durumdan, psikiyatrla görüştüğü zaman deli olduğunu söylemelerini istiyor, delirmiş olmalı, yaşananların başka hiçbir açıklaması yok. Deli değil ama, doktoru temin ediyor, yaşanan her şey gerçek ve “sağlıklı”, bedensel problemi o kadar gerçek dışı ki erkek hemşirenin bakım sırasında temasından ötürü uyarıldığı zaman aldığı zevki bu delilikle bağlantılandırmak istiyor, “kadınlığını” kabul edemeyecek kadar kodlanmış bir karakter Peresh. Gerçi başlı başına göğüs, formundan ötesini yorumlayabilmek için önce bu durumunu kabulleniş aşamasını görmemiz gerekiyor belki, göremiyoruz. Edebiyat derslerinde sıklıkla yer verdiği Kafka’nın, Gogol’un karakterlerinin taklidi haline gelmesinin üzerinde çok az duruyor, öfkesi başka bir duyguya, düşünceye yer bırakmıyor nihayetinde.
Sonda Roth’la yapılmış bir röportaj var, yazarın niyetini tam olarak o röportajda bulabiliyoruz. Kepesh’i yaratabildiği ilk gerçek karakter olarak düşünebileceğimizi söylüyor Roth, Portnoy’un seans sırasında saçıp döktüğü yaşamından daha kaotik, parodiye varan bir yaşamın ürettiği ikilemler, eleştiriler ve kurgunun yansıttığı gerçeklik Roth’un yapmak istediğini açığa çıkarıyor. Anlam dehşetin gerçekliğiyle birleşince hikâyeyi “kabul ediyoruz”, yadırgatıcı gelmiyor. “Bir romancının okurunu ‘söylemeye çalıştığı şeyle’ değil, yarattığı ‘romansal inanılırlık’, okura verdiği hayal kurma gücünün genel başarısı oranında kendine inandırdığı kanısındayım.” (s. 104) Dümdüz bir okumayı salık veriyor Roth, eğer gizli anlamlar, deşilmesi gereken semboller peşinde koşarsak Kepesh’in çıkmazına gireriz, bedeni bir metafor olarak görmenin varacağı bir nokta yoktur, sağaltılacak bir psikoloji yoktur, memedir beden, başka bir anlam aramak boşa kürek çekmektir. Hemingway’in bir balıkla bir adamın mücadelesi hakkında söylediklerini tekrar ediyor Roth, aksi halde neler yaşanacağını da gösteriyor. Hastanede aslında sinir hastalıkları kliniğinde olduğunu düşünmeye başlıyor Kepesh, düşsel bir kurgunun kıskacında debelendiğini sanıyor ve ortalığı ayağa kaldırarak gerçekliğe varmak istiyor, uykuya benzer bir durumda olduğunu düşünürse uyanabilir, memeliği sona erer, kurmacalarla dolu yaşamına geri dönebilir. Gerçeğin tam kalbinde oysa, hiçbir şey o kadar gerçek değil hatta Roth’a göre, duvara çarpar gibi çarpıyor gerçeğe Kepesh ama farklı kurgular üreterek epistemolojik bir çıkış bulmaya çalışıyor durmadan. Her gün başka bir şekilde deniyor, düşünüyor, etrafındakilere dehşet saçıyor ama kurtulamıyor gerçekten, en sonunda kabulleniyor. Şiir, malum, son.
Sander basmış zamanında, keşke yeni baskısı da yapılsa. Monokl ve YKY basıyordu en son, nasıl oluyorsa o da. Haklar kimdeyse bu kitap elden öper, sahafta denk gelirseniz kaçırmayın. Kısa, Roth’un temel meselelerinin hemen hemen tümüne dokunan bir metin.
Cevap yaz