Yaşar Aksoy – Ege Kültürü

İzmir âşığıdır Aksoy, İzmir’in osunu busunu eşelemiş, yüzlerce sayfayla kayıt altına almıştır. Şairdir, toplu şiirleri yakın zamanda çıkmıştır, İzmir dışında bilinmez. Halikarnas Kadırgası‘na rastlamasaydım ben de bilmeyecektim, sahaflardan başka kütüphanelerde rastlanabilir, onun dışında Aksoy’u bir Egeliler bilir diyeceğim, yakın zamanda konuştuğum yazar bir arkadaşım da bilmiyor. Bilelim yani böyle insanları, bu kitabı bildirmek için okudum. Bildiriyorum: mevzuyu Amazonlardan alır Aksoy, Balıkçı’nın yolunu takip eder, kendi zamanının olaylarıyla bütünler. Yeni Asır‘daki yazılarının bir kısmını “Makaleler”de toplamıştır, üçüne beşine bakalım, Herkül Milas’a çattığı yazısına mesela. Balıkçı’nın o kadar da hümanist olmadığını iddia ediyor Milas bir makalesinde, Osmanlı’nın azınlık politikalarına karşı hiçbir şey söylemeyen Balıkçı’nın Turgut Reis‘te görüleceği üzere milliyetçi rüzgârlar estirdiğini belirtiyor. Perhizle lahana turşusu arasında bir alaka kuramamış, savları tartışılır da Aksoy’un safsataya varan cevabı ilginç. Milas’a “Yunanlı yazar” diyor Aksoy, muhatabının kısa biyografisini veriyor, sonra gazetenin bütün okurlarını Milas’a tepki göstermeye davet ediyor, Macit Gökberk’in Balıkçı’yı övdüğü bir yazısından alıntı yapıyor ve son olarak Milas’ın o yazıyı Yunan yazarları kıstas alarak(?) yazdığını ima ediyor, hedef şaşırtıyor kısaca. “Halikarnas Balıkçısı boyun eğmez. Eğer Batı veya Yunan saldırıyorsa, ona karşı yiğitçe direnir, çünkü Balıkçı’da Mustafa Kemal’in-Hektor’un yüreği vardır. Ama Batı veya Yunan insancı(!) ise, gönlünü açar, çünkü onda Mevlana-Yunus yüreği vardır. İnsan, hem insancı hem yurtsever neden olmasın ki?.. Olmaz diyenler, örneğin Herkül, bu dediğini acaba hangi Yunan yazarı için de kıstas olarak alıyor, haydi görelim bakalım! Yurdunu sevmeyen tek Yunan yazar var mı?.. Olsa bile, önce kendi halkı ona inanır mı?” (s. 355) Konu vatan sevgisi değil, Yunan yazarlar değil, Balıkçı’nın yüreği değil, boyun eğdirmek değil, hem ocu hem bucu olmak değil, kısacası asıl argümana parmak ucuyla dahi dokunmuyor Aksoy da Balıkçı’yı övüyor bir, ilginç. Kurulmuş zaten, “yıllardır beklediği mücadele”nin başladığını söylüyor, hani ulusalcılığa atılacak taşları geri fırlatacak. Yıl 1996, Türkiye’nin kaynadığı zamanlar, refleksif tepki. Hayırlısı. Devam edeyim bu bölümde, “Bergamadaşlık Bildirgesi” yayımlamış Aksoy, oranın havasından suyundan bir şekilde faydalanmış herkesin Bergamalı olduğunu söyleyerek başlıyor lafa, madde madde sıralamış: kimliği doğa ve toprak üzre yoğrulan insanlar buna bağlı bir inanç ve ahlak geliştirirler, Osmanlı döneminden kalma yapıların onarımı konusunda ellerinden geleni yapmaları beklenir, kenti temiz tutmaları falan lazımdır, işi gücü vardır yani Bergamalıların, öyle boş boş durmazlar. “Ege İsimli Bir Şarkıcı” çok tatlı, efil efil nostalji. İlk albümü Ege’nin, “İzmir” nam şarkıyı pek sevmiş Aksoy, sevda dolu bir şarkı olduğunu söylüyor. Kadro sağlammış yalnız, perdesiz gitarda Erkan Oğur, gitarda Erdem Sökmen, buzukide Erdinç Şenyaylar, içerisi şampiyonlar ligi gibi. Hop, Sadettin Teksoy giriyor araya, bir programda Meryemana’nın mezarını bulduğunu söylemiş de kızıyor Aksoy, öyle saçma sapan şeylere itibar etmemeliymiş insanlar, mezar hâlâ bulunamamış da aranıyormuş, Ege’nin bir yerinde çıkarmış ortaya. Temennileri çok Aksoy’un, uluslararası arkeologlar kurumu belki 100 yıl boyunca arayacakmış da bulacakmış mezarı, bunun için Uluslararası Meryem Ana Fonu kurulmalıymış, yani gerçekçi olmayan beklentiler gülümsetiyor ama Aksoy’un memleket için yapmak istedikleri takdire değer. Unutturmaması Ege’den aldığı mirası, mesela Söke İstasyonu’nu bir anlatır, insan hayran kalır. Samim Kocagöz’ü düşünüyor orada Aksoy, kalpaklılar geliyor aklına, sonra Fevzi Çakmak’ın uzun süre çivi bile çaktırmaması memlekete, yolların yapılamaması, istasyona gelen trenlerin sayısının azalması, Hasan Tahsin’in ve Diyap Ağa’nın aynı amaç uğruna yaşaması üzerinden istasyonun da onca olumsuzluğa rağmen ayakta durmayı başarmasının önemi, gidiyor böyle. Sadun Boro’nun umutsuzluğa kapıldığının ilk elden kanıtı var, kooperatif salgını, orman yangını gibi sebeplerden doğanın mahvolması karşısında çaresiz Boro, işin tuhaf yanı bir başka yazısında belli başlı bir kooperatifi övüyor Aksoy, ne kadar güzel binaların dikildiğinden bahsediyor da çevreye dair herhangi bir kaygısı yok sanıyorum. Daha doğrusu şöyle, çevre bilinci var, doğrudan etkileşime girdiği bir olgunun bağlantılı olduğu çevreyle ilgili bilinci yok çünkü çerçeveyi yaşama sığdıramıyor, vermesi gereken tepkileri vermiyor bu yüzden. Başka, il il ve ilçe ilçe yazılar var, mesela emekli bir öğretmenin derlediği kitapta Fethiye’nin tekerlemeleri, bilmeceleri, söylenceleri var, kitaptan uzun uzun bahsediyor Aksoy, birkaç bilmece alıyor yazısına, yazarlardan bahsediyor ki çocuğunu tanıyordur, sonra tebrik ettiğini söyleyip bitiriyor yazıyı. Yerel haberler, keyifli.

Yörükler, yarenler, efeler, ekonomik hadiseler, Hasan Tahsin, büyük savaşlar derken Ege’nin tarihi parça parça biçimleniyor ilk bölümde, misal hangi efe nerede çarpışmış, dağa nasıl çıkmış, bilgisi var. Yahudi bir zeybeğin Türk efenin emrine girmesinden çok ilginç bir hikâye çıkabilirdi, bulunsun. Çevrecilik olaylarıyla ilgili bir yazı var, mücadele tarihçesi aslında, Ege’de doğayı korumak için neler yapıldığını gösteriyor. Aliağa Santrali yapılmasın diye eylemler, konser düzenlenmiş hatta, Aksoy yazmamış ama hatırladığım kadarıyla Bulutsuzluk Özlemi çıkmış sahneye. Nif Çayı kurtarılmış, daha sonra Pamukkale için çalışılmış ama acı sonu biliyoruz. Aslında bu mega projeler bir şekilde engellenmiş de görece daha küçük olanlar ilerlemiş, pek çok yerde başarısızlığın yanında büyük bir başarı moral oluyor. Turgut Özal’ın politikaları gereği tekrar işlemeye başlamışsa süreç, yeni eylemler için hazırlık yapan gruplar var demek. Barış bir diğer mesele, Yunanistan’dan gelen gazetecilerle Türk gazeteciler basın toplantısı düzenlemişler barışı tesis etmek için kafa patlattıktan sonra, anlattıkları hikâyelerden biri hüzünlü. 1919’da Madam Eleni komşularını evinde saklamış, 1922’de Türk ordusu gelince bu kez Eleni saklanmış komşularının evine, ardından göçüp gitmiş oralardan. Milliyetçilik ayyuka çıkana kadar hiçbir sorun olmadığını söylüyor Ege’nin yerlileri, Yunan Yunanlığını düşünmezmiş, Türkler Türklüğü, birlikte mutlu mesut yaşarlarmış. Buna Füruzan’ın Bizim Rumeli‘de röportaj yaptığı insanlar da katılırlar, mesela Yugoslavya’da bir yer, milliyetçi damar yükselene kadar insanlar hangi milletten olduklarını zerre düşünmezlermiş, sonra en yakınları olan can komşularının elde sopalarla evi basmaya geldiklerini görmüşler. Hikâyeler acı, bunun yanında insanlığını yitirmeyenler var, 6-7 Eylül olayları sırasında akşamdan sabaha dek komşularının kapısının önünde bekleyen cesur adam kimseyi binaya sokmamış, sabah olunca da biraz kahve pişirttirip afiyetle içmiş. Dostluk türküleri söyleniyor, unutulmuyor, şarkılar bize yazılıyor. Bilmiyorum o dönemden mi, belki. Kültür sanat sepet cephesinde neler oluyor, kitap fuarına gelen yazarlardan memnun Aksoy, katılımcı sayısının az olduğunu belirtse de öyle aman aman bir şikayeti yok. Antik kentleri ziyarete gidenlerden de genel olarak memnun, topraktan zorlukla çıkardıkları eseri memlekete kaçırmaya çalışan arkeologlara kıl. Ray Charles’ı seviyor, 1960’larda da dinlemiş, 1990’larda canlı dinliyor, üstelik İzmir’de! Joan Baez geliyor, kalabalık hep birlikte şarkı söylüyor, rüya gibi bir yer İzmir. Hüzünlü bir yer. Kahramanlıkla dolu bir yer. Ege’nin tamamı aslında, düşüncenin doğduğu yer, filozoflardan belli. Tarihçiler, tıpçılar, her çeşit var, Yunanlar zincirin son halkası olduklarını düşünerek çıkıyorlar İzmir’e de işler beklendiği gibi gitmiyor. Bunun da hikâyesini anlatıyor Akyol, Ege’ye dair ne varsa can havliyle anlatmaya çalışıyor.

İyi bir kitap, Aksoy’la tanışmak için uygun.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!