Vinciane Despret – Bir Ahtapotun Otobiyografisi ve Öteki Öngörü Hikâyeleri

Dennett’ın sezgi pompalarına -belki bumba desteklerine- benzer edevatın hikâyesi, aslında Ursula K. Le Guin’in metinlerinden olduğu gibi alınan veya türetilen üç disiplinin kurmaca seyri. Jeolenguistik farklı canlı türlerinin iletişim kurma biçimlerini inceleyen, dilbilimin geç ortaya çıkmış bir dalı, hayvanlardaki ve bitkilerdeki edebi biçimlerin incelenmesinde uzmanlaşmış olan terolengüistiği doğuruyor. Bitkiler veya hayvanların “yazdığı eserleri” çevirip inceleyen dilbilim dalı terolengüistik, insanmerkezcilikten uzaklaştıkça “fark ediliyor”, genişletiliyor, yaban denilen dünyada da iletişimin var olduğunu gösteriyor. Tabii yine insanla var, gerçi insan tarafından anlaşılması da ilginç zira evrimin böylesi bir seyir izlemesi insanla diğer canlıların kültürel bağlamda tekrar ortaklaşması gibi bir duruma yol açıyor ki ne kadar mümkün, yine Dennett’ın evrimle ilgili sezgi pompalarına başvurarak inceleyeceğim. Bruno Latour’la birlikte pek çok bilim insanının dille ilgili görüşlerini anmış, bir ölçüde alıntılamış Despret, teroarşitektür (yabanın mimarisi) teriminden hareketle mimari yapılarla dili, hatta diğer tüm benzerlikleri, aynılıkları, “vari”likleri ele alabiliriz. Despret’in çıkış noktası insan ve insan olmayan canlıların “düşünme biçimleri” vasıtasıyla benzer noktalara varmalarıdır, yani uzun konçlu karıncaların falan inşa ettikleri karmakarışık tünellerle And insanlarının dağları delerek kurdukları tünel evleri arasında benzerlik varsa bir tür zihinsel denklik söz konusudur, insanmerkezcilik ortadan kalkar ama gözün göremeyeceği kadar uzağa gider, yani esinlenmenin ötesinde bir tür iletişim çoktan kurulmuştur ama bilimsel paradigmadan, insanın doğaya ve kendine bakışından ötürü ilişki unutulmuş veya kaybolmuştur. Böyle bodoslamadan girdim de üç metnin içeriğinden bahsetmeli biraz, Despret tamamen “bilimsel” metinler üretmiş, süper kaynaklar, deney düzenekleri vs. üfürüp kurguyu bilimsel makalelere olabildiğince yaklaştırmıştır. Son metin kitaba da adını veren metin: ahtapotların reenkarnatif yaşamlarında gelecekteki kendilerine bıraktıkları çizimlerden hiperözneliğe varan bir kümülatif yaşam biçimi vardır, Susan nam bilim insanı mevzuyla ilgili araştırma yapması için Klasik Terolengüistik Derneği tarafından alana gönderildikten sonra ahtapotlarla ilgili bütün gizemi çözer Napoli’deki Odysseus’lar -başka bir türle ortakyaşam kurar bu ahtapotlar da ortakçocuklar vasıtasıyla bilişsel yetileri zıplar, aslında çok hücreli yaşamın ökaryotların evriminden sonra pörtlemesinin hoş bir sembolü olduğunu düşünmek hoşuma gitti- sayesinde, bu grubun bir eşi de Japonya’da. Zamirler işlevsizdir onların dilinde zira biri hepsidir, benlik geçişkendir, bu sebeple ölümü yeniden doğuş olarak bilirler de mutlak ölüm hakkında bilgileri yoktur. İnsanlar doğayı mahvedene kadar. Ahtapotların söylemi çevrildiğinde dünyaya defalarca geldiklerine, insanlar yüzünden çok sayıda ruh kaybettiklerine dair ilginç bir hikâye çıkar ortaya ki söylemin dili Deniz Gezgin’in YerKuşAğı‘nda kullandığı dili andırır. Andırmalıdır, insanın anlama biçimlerinin ötesinde bir anlam varsa eğer, çevrildiğinde ne bildiğimiz cümle yapısına sahip olur ne de bildiğimiz sözcüklerle taşınır. Gerçi ilginç, sözcük türetimine yol açacak bir ayrıksılığın olmaması sırf kalıp halindeki anlamların taşınmasından kaynaklansa da çok daha parçalı, belki çevrilmesi mümkün olmayan göstergeler neden yok, düşünmeli. Susan araştırması sırasında türünü temsil eden Odysseus’un “yazdıklarını” çevirirken kapalılığı ahtapotların yaşamlarına dair ayrıntılarla ortadan kaldırır, şifreliymiş gibi görünen cümleler bir anda aydınlanır. Hikâyeye devam edeceğim ama Dennett’ın evrimle ilgili görüşlerine dönüp o bahsi kapayayım, Sezgi Pompaları ve Diğer Düşünme Aletleri‘nden: “Biz insanların yaptığı cisimlerin bazıları muhtemelen diğer hayvanların cisimlerinden kopyalanmıştır. Dokumacıkuşun yuvası, elbise dokumacılığının icadına ilham olmuş mudur? Bir Eskimo’nun iglosunda bulunan, soğuk havanın alçak giriş kapısından süzülüp çıkmasını sağlayan yükseltilmiş kar pervazı, kutup ayılarının inlerindeki benzer şekilde yükseltilmiş zemininden mi kopyalanmıştır; yoksa bunlar birbirinden bağımsız icatlar mıdır (yoksa kutup ayıları mı Eskimolardan kopya çekmiştir!)?” (s. 210) Tasarım Uzayı olası tüm tasarımların uzayıdır, şahane bir şekilde Borges’in meşhur kütüphanesine benzetir bunu Dennett, bu uzayda genlerin araştırma geliştirme işleri sürerken yeterince uzun bir zaman geçerse diğer pek çok şeyin yanında belli bir niteliğe sahip mimari yapılar ortaya çıkar. İnsanın hayvanların yapılarından esinlenmeleri insana özgüdür ama tersi görülmemiştir, bir arının bizim mağaralarımıza bakıp edindiği -bu bağlamda- pek bir veri yoktur. Despret’in metinlerinde öne sürdüğü etkileşim, işte, öngörülebilir belki, henüz keşfedilmemiştir eğer metnin sağladığı bilgiyi gerçek bellersek ki gerçeğin de zihinlerdekinden ibaret olduğunu çıtlatan bölümü düşününce, eh, Dennett’ın Akıllı Tasarım dediği, çoğu biyoloğun ilahî bir çağrışım taşıdığı için reddettiği ama Dennett’ın aslında bambaşka bir içerikle doldurduğu kavramı bir kenara bırakabiliriz. Bırakmayalım, “kavrayış olmadan yeterlilik” doğal seçilimin tasarısıdır, termit kalesiyle Gaudi’nin yapıları arasındaki benzerlikler ne Gaudi’nin termit olmasından ne de termitler arasında mimari bir deha olmasından kaynaklanır, evrim yeterince akıl verir ama anlatmaz. “Serbestçe salınan gerekçeler” benim için yeterli bir açıklama, evrimin takip ettiği sebepler yani. Sayısız budamanın sonucunda, çok sayıda başarısızlığın ardından o yapıları ortaya çıkaracak canlılar kalıyor meydanda, ortaklıkları bir budur. “Sayı türleri insan icadıdır; sayılar öyle değildir. Bu terimde kullandığım haliyle sebepler de sayı türleri gibi değil, sayılar gibidir. İnsan araştırmacılar ya da başka akıllar tarafından ifade ya da temsil edilmeden önce evrim tarafından ortaya çıkarılan sebeplerden bahsettiğimize hepimiz mutlu olmalıyız.” (s. 224) Despret başka akılların uyuşmasını sağlayan evrimsel bir çizgi yaratmış, spekülatif bir kurgu, olayı budur. Pek akademik bir dille yapar bunu, başka bir evrende bu makaleler gerçekten yazılabilirdi, evrimin seyredeceği yollar kolaylıkla değişebileceğine göre. Fantastiğe de kayıyor mu mesele, sanki biraz: “Bahsini ettiğimiz gibi, terolengüistler yazının, dolayısıyla da birçok hayvana ait çeşitli edebi ya da şiirsel biçimin oyundan zuhur etmiş olabileceği varsayımını destekler. Oyun jesti, oyunda gelişen kurgu güçlerinin yeni bir sapmasıyla, evrimin bir anında, kendini hikâye anlatma sanatının hizmetine sunmuş olmalıydı.” (s. 84) Dennett’ın bu metni okumasını isterdim, milyon tane bumba desteği bulurdu. Oyunun hipotetik düşünceye yol açabileceği tamamen insanmerkezci bir yorum aslında, hayvanların oyunla ilişkilerinin gelişkin bir zekâya yol açmasından önce zekânın hazır bulunuşluluğu da önemli ki iki ayak üzerinde dikilmemiz için beynin canavar gibi enerji tüketmesi, omurganın bilmem ne belalara katlanması gerekmişti, ahtapotlar hiçbir bedel ödememiş gibi görünüyorlar. “Evrimin bir ânı” denen an çok kısa mı bilmem, hikâye anlatmayı sağlayacak bilişsel nitelik çat diye ortaya çıkmaz sanıyorum. Sonuçta ahtapotlar oyunculluklarıyla kazanmışlardır bilinçlerini, bir de kral kelebeklerle ortaklık sağlamışlardır, süper. Bu kelebekler Meksika’da kutlanan Ölüler Günü’yle de bağlantılıdır hatta ölülerin ruhlarını “gerçekten” taşıdıkları ortaya çıkınca elbet reenkarne olan ahtapotlarla da uyuşacaklardı. Fantastiğin zirve noktası bu. Mutualist veya kommensalist, canlılar birbiriyle ilişkilenirler, varlıklarını sürdürmeleri için birbirlerine ihtiyaçları vardır da Hawaii’deki bir canlı topluluğunun türdeşleriyle değil, farklı bir türle ilişkilerinin sonlanması yüzünden varlıklarının dayanılmaz kayıplarını araştıran süper bilimsel bir metin uydurmak neçe hayal gücüdür, Despret’e hayran kalmamak elde değil. Yani amatörün amatörü bir okur olarak evrimdir, canlıların iç dünyalarıdır, umwelt‘tir, bunlara benzer şeyleri ucundan kıyısından anlarım ama çoğunu da anlamam, kuş kadar bilgimle idrak edebildim de hikâyelerin derinliklerine inebildim. Karmakarışık anlattım, affola, derinliklere pek inememiş olabilirim. Evrime azıcık ilgisi olan herkesin okumasını tavsiye ederim.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!