Tibor Déry – Niki

Sokakların, meydanların isimleri değişmiş, anlatıcı yeni isimlerin yanında eskileri veya eskilerin yanında yenileri, henüz verilmemiş olanları da geçiriyor laf arasında, Macaristan’ın 1950’lerden itibaren geçirdiği evrimi sırf bu isimler üzerinde de takip edebiliriz, Déry öyle istiyor. Epigraf Tacitus’tan, on beş yıl içinde pek çok insanın deliliğe ve azgınlığa kurban gittiğine dair, İmparator’un marifeti. Jonas Ancsa kurbanlardan biri, gerçi hikâye Niki’nin hikâyesi gibi görünüyor ama mevzuyu efendi-köle diyalektiğiyle okumak için tatlı köpüşümüzle Ancsa familyası arasındaki ilişkiyi göz önüne almadan önce politik ve toplumsal vaziyete bir göz atmalıyız. Yıl 1948, en az yüz işçiyi çalıştıran işyerleri millileştirilmiş, Jonas da müdür olarak atanmış bir kuruma, iyi. Madenci bir aileden geliyor, babası entelektüel olsa da ömrünü madenlere verdiği için yamuk yapmayacağını düşünmüşler, gözlem altında tutulmasını gerektiren bir geçmişi yok. 1919’da madencilik yüksek mühendisi olmuş Jonas, 1919 Proleter Diktatörlüğü sırasında Komünist Partisi’ne ilk yazılanlardan, İkinci Dünya Savaşı sırasında Parti kapatıldığı zaman yeraltına inmemiş de Sosyal Demokrat Parti’ye yazılmış 1939’da. Ahlakça uzlaşmaz bir tutumu var, yaşamının her yönüne yeniden düzen vermeye çalışıyor, Niki’yle arasındaki ilişkinin yapısını çözümlemeye çalışması bundan. Tutuklanmadan önce tabii, Jonas işinde gücünde bir karakterken bir süre sonra çalıştığı alan değiştirilir, sonra işçiliğe “düşürülür”, ardından tutuklanarak bilinmeyen bir yere götürülür. Bayan Ancsa araya tanıdıklar koyacak, eşinin durumunu öğrenmeye çalışacak ama tatmin edici bir cevap alamayacaktır, Jonas’ın yaşadığından ve bir gün döneceğinden başka hiçbir şey söylemezler hatta eşinden boşanıp boşanmayacağını dahi sorarlar. Malum, bir vatan hainiyle evli kalmayı kimse istemez, devlet aileye de el atmaya başlayınca Bayan Jonas eşinin durumunu soruşturmaktan vazgeçer ama dikkatleri üzerine çekmiştir bir kere, evi kamulaştırılıp başkalarının da meskeni haline getirilir. Komşuların çoğu kısa süreli misafirliğin ötesine geçmezken Patyi gibi vicdanlı insanlar uzun süre kalırlar o evde, Bayan Jonas için şans. Niki hastalandığı zaman eve veteriner getiren Patyi’dir, gerçi Niki saklandığı yerden çıkmaz ve kendini muayene ettirmez ama Patyi’nin düşüncelerini görürüz o sıra, Patyi gibi pek çok insan olduğunu, öfkenin giderek yükseldiğini öğreniriz, halk baskıcı rejime karşı ses çıkarmaktan bir yere kadar korkacaktır. O isyanı görecek kadar uzamaz olay, Jonas’ın eve dönmesiyle hikâye sonlanır ama tarihi biliyoruz, 1956’da Sovyet tankları Budapeşte’yi bastıktan sonra ülkenin yüzünü Batı’ya döndürmeye çalışanlarla Sovyet askerleri arasında çatışmalar çıkar, isyan şiddetle bastırılır, Başbakan Imre Nagy idam edilir. Jonas’ın ucuz kurtulduğunu söyleyebiliriz, aşağı yukarı beş yıllık hapishane hayatı yaşını ellilerin sonlarına getirmişse de hayatını noktalamaz. Nedir, insanlar birbirlerinden korkmaya başlarlar artık, muhbirler ortalıkta cirit atar, komşu komşunun kapısını çalmaz çünkü en ufak bir tartışmanın ortadan yok olmaya yol açacağı bilinir. Jonas’ın karga tulumba götürülüp hapse atılmasının nedeni muhtemelen küçük miktarda hırsızlık yapan bir çalışanı ihbar etmesi olabilir, O kadarına hemen herkes müsaade etmektedir ama Jonas işte, haksızlığa karşı gelmek zorunda hisseder kendini, ele verdiği adamın hatırlı dostları var ki hemen paketlenir. Öyküsü de vardır, Déry’nin Dev‘de yer alan öykülerindeki karakterler belki bu kitaptakilerle aynı değildir ama muadilleri şöyle bir görünürler anlatıda. Bir öyküde uzun süre hapis yatmış bir adamın serbest bırakılması var mesela, adam yıllar sonra eve döndüğü zaman çocuklarını büyümüş buluyor, eşini tanıyamıyor, kaçırdığı zamanı yakalamaya girişiyor hemen, Jonas’ın durumu da bundan pek farklı değil. Dev var mesela birkaç yerde, malum Dev’e çok benzediği için iki devi bir tutabiliriz. Akılları azıcık kıttır ama hangar gibi gönülleri vardır, yaşamı paylaşmak ve kolaylaştırmakta üzerlerine yoktur. Görev adamı o esas Dev, bekçilik yaptığı dönemde odunları çalan insanları yakaladığı zaman onların anlattığı yokluğu, açlığı, soğuğu anlamaması üzer ama diğer her koşulda yardım elini uzattığını görürüz. Aynı öykü olmaması lazım, başka bir öyküde denetlediği işçilerle ilişkilerinin sallandığını gördüğümüz amir yine bir şikayet bahsinin ortasında kalır, eşi muhbir olmamasını ister ama adam devletin zarara uğratılmasına rıza göstermez. Eziyet görenlerin Parti’ye bir zamanlar üye olduklarını görüyoruz, belki çıkmışlardır ama gönüllerinde sosyalizme yaslanan bir rejime dair beklenti var, kesin. Jonas ülkenin halinden memnundur mesela, tramvaylar kağnı gibi gitmektedir ama gitmektedir, trafikteki küfürleşmelere karışan Macar şakaları Jonas’ın gururunu okşamaktadır, anavatanın kurulmasına pek bir şey kalmamıştır ona göre. Eşi de Parti propagandacısı olarak çalışmaktadır bir yandan, yoldaşlarıyla beraber rejimi güzelleme çalışır her gün. Yalnız kaldığı zaman bu işi savsaklar, sadece Niki’yle zaman geçirmeye bakar. Ne ki köpücük de âşık olduğu adamın ortadan kaybolmasıyla birlikte Bayan Ancsa’ın ruh halini ödünç alır, günden güne erimeye başlar. Geçmişteki bir yürüyüşe eşliği sırasında peşinden canavar gibi koştuğu tavşanın bir benzerini yıllar sonra görür, Bayan Ancsa cesaretlendirir biraz, Jonas yıllardır ortada yoktur ama o da güç verir ve Niki koşmaya başlar. Nefes nefese kalacaktır, tavşanla başa çıkamayınca bunalıma girer, ölmek için gizli saklı köşeler aramaya başlar. Gençtir aslında, ölümden uzaktır ama Jonas’ı göremedikçe gücünü yitirir, Jonas tam kapıdan girdiğinde her şey için çok geçtir artık. Ancsa ailesinin gücü de güç yani, çiftimiz savaşta oğullarını kaybederler, Bayan Ancsa babasını yitirir, bizimkiler dağılmadan hayatlarını yaşamaya devam ederler. Devlet ne zaman gammazlığa kıymet vermeye başlar, aile o zaman parçalanır. Niki olmasa da parçalanmazdı ama o kadar kenetlenir miydi bilmem, başlarda istemedikleri köpütü aileden biri gibi görmeye başlamalarıyla birlikte hayatları değişir.

Jonas’ın Niki’yle münasebetine bakalım, başlarda onca sevinç gösterisine anlam veremeyip hayvanların öngörülemez canlılar olduğunu düşünür, ayrıca her hareketlerine anlam yükleme zorunluluğu da yoktur. Niki’nin bazı hareketlerinin herhangi bir yüklemeye ihtiyacı da yoktur, Jonas’ın işten dönerken ineceği durakta beklemeye başlar mesela, öğle vakti eve dönen Jonas’ı görünce zaman ayrımını bir yere oturtur oturtmaz çılgıncasına koşturmaya, zıplamaya başlar, bunların bir diktatörlük alameti olduğunu düşünür Jonas. “‘Sevginin diktatörlüğünden daha yırtıcı ve kıskanç olanı var mıdır acaba? Sevgiye bir de zayıflık ve çöküntü eklenince o yalnız nefreti değil ilgisizliği bile yenebilir. İnsan onun pençesinden kutulamaz, hayvanlar bile çok zor kurtulurlar. Ona silâh işlemez çünkü yadsımayı bile etkisiz bırakmanın yolunu bulur. Bütün bunlara bir hayvanın dilsizliğini, derdini anlatamayışını kat, işte bu susku en kurnazca bir görüş açısına değil, tüm kişiliğe yönelmiş bir suskuya nasıl karşı durabilir?” (s. 17) Niki’nin sahibine on papel bayılıp satın alırlar köpeği, bir süre çok mutlu olurlar ama yaban sevgiyle uğraşacak kadar hazır hissetmezler kendilerini, belki ölen çocuklarını hatırlarlar, nihayetinde Jonas tekmeyi tokatı basıp Niki’yi evden uzaklaştırmaya çalışır ama köpke kaçıp gitmez, hak etmediği öfkenin geçmesini beklemek için biraz uzaklaşır sadece. Jonas düşünür, acaba hayvanlarda da temkin var mıdır, hayvanlar yalan söyleyebilir mi, en iyisini yine devlet adamı bilir. Şahane bir taşlamayla bitsin: “Çok karışık bir sorun bu, çözmek için bizimkinden çok gelişmiş ve sağlam bir kafa, örneğin bir devlet adamının kafası gerek: bizce bütün devlet adamları doğuştan yanılmaz ve her şeyde ustadırlar, hele psikolojide.” (s. 64)

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!