Thomas Junker – İnsanın Evrimi

Tarafımdan oluşturulmuş bu yorumun tüm hakları kitapyurdu.com’a aittir.

Evrimsel biyoloji insanın adaptasyon yeteneğine sahip birçok hayvan türünden sadece biri olduğunu gösteriyor. Diğer hayvanlarla kıyaslandığımızda hayvan olduğumuzu biraz daha iyi anlayabiliriz. Sanatla uğraşmamızın nedeni, cinsellik, bunların hepsi kıyas götürür, davranışlarımızın kültürel veya biyolojik olup olmadığını evrimsel biyoloji vasıtasıyla anlayabiliriz çünkü bir zamanlar yaptıklarımız ve şimdi yaptıklarımız bulguların karşılaştırılmasıyla anlamlanır, mesela babunların veya şempanzelerin sosyal yaşamlarından insanın sosyalliği görülebilir, ayrıştığımız noktayı aşağı yukarı bildiğimize göre toplumun, eğitimin biyolojik doğamızı ne ölçüde etkilediğini kestirebiliriz. Junker önce insanın atalarını belirliyor, kuyruklu maymunların ve insansı maymunların dahil olduğu sınıfın biçimlenme tarihini aktarıyor. “Bu açıdan bakıldığında insanlar tabii ki maymundan gelir ama bugün yaşayan türlerden değil, milyonlarca yıl önce yaşamış ve nesli uzun zaman önce tükenmiş maymunsu atalardan.” (s. 14) Doğal seçilim işini görmüş, bizim geldiğimiz taraf bir şeyleri doğru yapmış, sonuçta yaşıyoruz. Elenenler günümüze ulaşamamış, dolayısıyla bugün ormandan gelen bir maymun, “Selam agalar, ben insan oldum,” demez. 28 milyon yıl önce kuyruklu maymunlar kuyruksuzlardan ayrılmış, bunu DNA ve protein bazlı araştırmalardan biliyoruz. Bizim akrabalığımız yakından uzağa şöyle: Şempanze, goril, orangutan. Genomumuz şempanzelerle %98 aynı, kafamız yaklaşık beş kat daha büyük olduğu için soyut düşünce yeteneğimizi geliştirip farklılaşmışız ama şempanzelerin de şarkıya benzer seslerle iletişim kurduklarını düşünürsek bir zamanlar farkın o kadar da büyük olmadığını söyleyebiliriz, homo sapiens ve hatta daha öncekiler de aynı şekilde iletişmişler. “Ara formların fosilleri yok” savının çürüdüğünü de görüyoruz, örüntünün ortaya çıkarılmasına yetecek kadar bulgu sağlanmış, kanıtın yokluğunun yokluğun kanıtı olmadığı ispatlanmış yani. Neyin nerede bulunduğu detaylarıyla anlatılıyor, Afrika dışında 2 milyon yıldan daha eski bir hominini fosilinin bulunmadığını söyleyerek bu bahsi bitireyim. İnsanların ve şempanzelerin en son ortak atası Darwin’in de tahmin ettiği gibi Afrika’da yaşamış ve insan evriminin sonraki aşamaları burada cereyan etmiş. Bizim atalarımızın ilki muhtemelen 6-7 milyon yıl önce yaşamış, ilk geçiş de aynı dönemlerde gerçekleşmiş ve ilk şempanzelerden dik yürüyen insanı maymunlar, australopithecus‘lar türemiş. 5 milyon yıl boyunca tropikal ormanların dışında geniş alanlara yayılmış bunlar, göl ve nehir kenarlarında yaşamışlar. İkinci geçiş 2 milyon yıl önce: homo erectus. Yavaş yavaş beliriyoruz, sürekli yürümeyi mümkün kılan eklemlerimiz gelişmiş, atalarımız gibi ağaçlarda fıy fıy dolanmak yerine iki ayak üzerinde yürümeye başlamışız. Çoğu iki ayaklı canlıya göre hızımız zavallılık derecesindeymiş ama uzun mesafeleri yürüyecek kadar dirençli olmamızla kapatıyormuşuz bu açığı, ekolojik felaketlerden bu uzun yürüme yeteneğimizle yırtmışız. Eller de serbest kalınca eşya yapımına yönlenmişiz, dallara tutunmak yerine bir şeyler yapmak, yontmak, kesip biçmek için nesnelerle oynamanın sonucunda bilişsel yapımız gelişmiş, açlıktan ölmemişiz. 2,5 milyon yıl önce Afrika’nın iklimi kuraklaşmış, ilk insanların ortaya çıkışı bu olumsuz şartlarda hayatta kalmak için diğer canlı formlarından farklı bir seyir izleyen atalarımızın sayesinde. Akraba türler aynı coğrafyalarda hayatta kalmayı başarmışlar gerçi, sosyal öğrenme yoluyla nereden besin sağlanabileceğini çözmüşler ki normal olan bu, normal olmayan bugün sadece tek bir türün yaşaması. Hominini genlerini taşıyoruz ama bizim olayımız belli, yarın bir homo erectus doğmayacak. İmkansıza yakın bir ihtimal doğması.

Yayılma üzerine birkaç senaryo var, bazıları siyasi çatışmaların gölgesinde kalmış. Çok bölgeli modele göre bugünkü Avrupalıların ataları neandertal ve Doğu Asyalıların ataları Pekin veya Java Adamları, Afrika kökenli modelse böyle bir ayrıma gitmeden mitokondriyal DNA’yı baz alarak hepsinin kardeş olduğunu öne sürüyor ama ilk model ikincisini suçluyor, neandertal ve homo erectus‘a soykırım yapıldığı iddialarını eleştiriyor. Doğrudan gösterge yok ama üç dalga halinde göçülmüş Afrika’dan, son dalganın ilk iki seferde göçenleri ortadan kaldırdığı düşünülüyor. Antropolojiyle ilgili başka kaynaklarda bu olayın gerçekleştiğine dair iddialara denk gelmiştim, muhtemelen homo sapiens gittiği yerlerdeki neandertal ve cro-magnon nüfusunu kuruttu. Birinin yerini hemen diğeri almıyor da zaman içinde bazıları ortadan yok oluyor, bir süre birlikte yaşadıkları ispatlanmış. Bizi diğerlerinden ayıran niteliklerimiz için evrimsel biyolojiye ve adaptasyona dönüyoruz, Junker’ın değerlendirmeleri dikkat çekici. Darwin’in teorisine göre yaşamın anlamı kendi genlerimizi mümkün olduğunca yaymak, evrimsel açıdan gen yayma makineleriyiz. Kültürün karmaşık yapısı ortaya çıktıkça güzel bir kitap okumanın veya şahane bir manzaraya bakmanın çocuk yapmaktan daha önemli olduğunu düşünebiliriz, ömrümüz boyunca hiç evlenmeyip çocuk yapmayabiliriz, bu da mümkün. Üreme yaşamın asıl biyolojik anlamı ama tek amacı değil, gerekli ön koşullar sağlanmadığı müddetçe bu aşamaya geçemiyoruz. Rahat bir yaşam sürdüremeyeceksek hiç varmıyoruz o noktaya, önce kendi ihtiyaçlarımızı karşılamamız gerekiyor. Obezitenin sebebi çok basit, eskiden yağ, tuz, şeker nadiren tüketilirken bugün canavar gibi yiyoruz, elimizde enerji veren bir yiyecek varsa hemen yiyip enerji almalıyız da bu bolluğa nasıl adapte olacağız, orası belirsiz. Cinselliğin amacı belliyse de kuzenlere baktığımızda farklı tablolarla karşılaşıyoruz, gibonlar tek eşli çiftler olarak yaşarken orangutanlar tek başlarına, goriller haremler halinde ve şempanzeler rastgele cinsel ilişkiye gruplar halinde yaşıyorlar. Bu sadakat meselesi kültürel gibi gözüküyor, eşi sıkça değiştirmenin evrimsel avantajları var. Farklı babalardan yapılan çocuklar genetik çeşitliliğin fazla olmasını sağlıyor, birden fazla eşe sahip olan primat türlerinde bağışıklık için önemli olan alyuvarlara daha sık rastlanmış ayrıca. Erkekler kadınlara göre farklı partnerlerle ilişkiye girmekte daha istekli çünkü erkek embriyoların ölüm oranı daha yüksek, erkekler daha kısa ömürlü ve daha çabuk yaşlanıyorlar. Evcilleşmeyen bir şey bu, gerçi sadakat hormonu mu, geni mi ne bulunmuştu yakın zamanda, yakın zamanda insanların sadakatini artırabileceğiz gibi gözüküyor, tabii böyle bir şeyi istersek. Savaşlara ve şiddete gelince, hayvanlar belli ekolojik sorunlar ortaya çıktığında birbirlerinin yavrularını öldürüp katliam yapıyorlarsa eğer, savaşın çok kötü bir şey olduğuna dair bütün o savlar, etik çağrılar, kısacası kültürel ve sosyal girişimler evrimsel biyolojiyi yenemeyecek demektir. Kaynakların dağılımında denge gözetilirse belki de hiç savaşılmayacağı anlamına geliyor bu. Kısmet artık.

Beynimiz büyüdü ve vücudumuz ağırlaştı, kuzenlerle daldan dala atlayamıyoruz artık. Soyut düşüncenin, kafatasının hacimce büyümesinin bedeli olarak hareket kabiliyetimizin azaldığını söyleyebiliriz. Beyin elde ettiğimiz enerjinin neredeyse yarısını kullanıyor, peki bunun bize kattığı ne? Çok sayıda benzerimizle iletişim kurmak, bir topluluk oluşturabilmek en büyük yenilik gibi duruyor, 150-200 kişi ile sosyal ilişki kurma kapasitemiz yerleşim yeri oluşturmak, avlanmak gibi kolektif işlere yaramış. Etleri kemikten ayırmak için alet yapmışız, kültür ve sanatı belirlemişiz, bir dünya şey. Sanat gibi pratik yaşamda pek de bir işe yaramayan olguyu ortaya çıkarmamızın sebebi: “Sanatın doğrudan hayatta kalma görevinin ötesine geçerek kullanımına ‘sosyal bir sinyal’ olarak bakarsak, görünürdeki bu tezat çözülebilir. Bu durumda estetik çabayı öncelikle sanatçının veya sanat eseri sahibinin ‘faydasız şeyler’ üretmeyi veya bunlara sahip olmayı göze alabilecek durumda olduğuna dair bir işaret olarak algılamalıyız. Bireysel durumlarda böyle bir şey ne kadar zorsa ve bir birey hayatta kalmasına ‘faydasız şeyler’le kendini ne kadar çok donatabilecek durumdaysa, bu onun hayatta kalmayı sağlayacak genel becerilere o denli fazla sahip olduğuna işaret eder.” (s. 103)

Kapakta yazdığı gibi “bir varoluş yolculuğu”, seyir esnasında başımıza neler geldiğini, atalarımızın neler yaptığını görebilirsiniz. İyi bir çalışma.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!