Themos Kornaros – Haydari Kampı

Merlin’e getirilirler, kollarından asıldıkları zaman bir yerleri kırılmadıysa Haydari son duraktır. Gerçi kırıldıysa da son duraktır, kampta sakatların olduğunu Almanların hızlı infazlarından biliyoruz. Merlin’de duvarlara, yataklara yazılmış notlar vardır, koğuşlar hayatta kalmak için gereken bilgilerle doludur. Yazanlar çoktan ölmüştür, kalanların onurlarını koruyarak ölmelerini gözetirler. Sorguda kendine hakim olmayı, birinci dereceden işkenceye hazırlığı, cesareti korumayı anlatırlar, son durak Haydari olduğuna göre çekilecek çile vardır daha. Üç gün üç gece asmışlardır birini de o notu yine de yazabilmiştir, umut bitmedikçe yaşam vardır. Yaşam varsa acı vardır, kırbaçlarla öldürürler umudu, bir yandakinin kafasına sıkarak, kemiklerini kırarak, iyi davranıp ertesi gün öleceğini söyleyerek, uyutmayarak öldürürler. Kampın kendi zamansallığında mekanik ayrımın anlamı yoktur, saatin kaç olması için saatin anlamı korunmalıdır önce, korunamaz. Haydari’ye gitmek daha, bunlar oradan. Merlin’de tepeden bakan Almanlar anlatıcıya gülerler, üzerine işerler, sıcak suyla haşlarlar, ardından bayıltırlar. Orada her şeyin bir sonu vardır ama o son gelene kadar yoktur, gelse de hiçbir şey ifade etmeyecek kadar yoktur hem de. Acı önce tek bir noktada toplanır, koparıp atmak için tırnaklarını kafasına geçirir insan, sonra kendine dışarıdan bakmaya başlar. Bir başkasının acılarını izlemek, bir başkasının boğazlandığını, çoktan öldüğünü düşünen bir insanın tekrar bedenine girmesi kurtuluşun olmadığını kakar kafaya. Kurtuluş yok, Alman askerleri devrimcileri katlediyor, liberaller ve kimi solcular Almanlara arka çıktıktan sonra temizlenmiş zaten, bir isyancılar kalmış. Çok uzaklarda savaşıyorlar, dağların zirvelerindeki kampa ölüm haberleri geliyor. Almanların ölüm haberleri de geliyor, bir yandan sevindirici ama mahkumlar biliyorlar ki misilleme amacıyla aralarından birkaçı ertesi gün idam edilecek. Siyasiler veya serbestler, piyango hangisine çıkarsa. Daha çok serbestlerden seçerler asılacakları, serbest suçlu, silah depolarından ve direniş planlarından haberi olan, direniş örgütlerinin adamı. Elinde soğan dolu filesiyle yakalanmış diyelim, bir gün oradan çıktığında geri vereceklerini söylerler. Yaşamanın güzelliğinden bahsederler, iki sigara birden verirler, sonra meydana götürüp sabunlu veya yağlı ilmeği geçiriverirler boynundan. Kovac yapar bunu, Macar asıllı Alman, on sekiz yaşında gibi de durmuyor, daha küçük. İşkencede üzerine yok, aşağılamalarından yılmamak için Napoleon’un hinliğine sahip olmak lazım. Kampın doğal lideri bu genç adam nice esirin canını kurtarmış, sırtına yediği kırbaçlarla Almanları sakinleştirmiştir, onun sayesinde esirler Almanların dalga geçilecek yanlarını keşfederler, korkulacak bir şey kalmaz. Acı, otorite, her şey yerin dibine. Bir gün onlarcası kaldırır başını, adlarını haykırarak yürürler, ölümlerine dikerler gözlerini. Napoleon’un adı kazara söylendiğinde genç adam gülümser, duraksamadan yoldaşlarının peşine takılır. Kampın komutanı bile onun asılmasına karşıdır, hem çevirmenlik yaptığı hem de insanlığa dair geriye ne kaldıysa temsil ettiği için herkesin gözleri dolar ama yanlışlığın düzeltilmesini istemez Napoleon, bir kardeşinin ölmesindense kendisi ölsün daha iyi. Onurlu insanların birbirlerini ayakta tuttukları sayısız hikâye kalmıştır Haydari’den geriye, her biri kolektif hareketin, sonsuz güvenin önemini gösterir.

İkinci bölüm korkuyla geçen bir güne ayrılmıştır. Ne gün, bitmek bilmez. Almanlardan birkaçı havaya uçurulmuştur yine, direnişçiler çok yaşasın! Ölmeye hazırlanmak gerekir artık, kamptakiler ertesi gün kimlerin adının okunacağını düşünürler, kendi adlarının bir Almanın ağzından çarpık çurpuk çıktığını hayal ederek korkarlar, o belirsizlikte yaşamak işkenceye döner. Anlatıcı birçok hikâyeyi de kattığı bekleyişi ölüm sessizliğiyle anlatır adeta, işkence sahnelerindeki parlak ton soluklaşmıştır. Oğluyla birlikte hapsedilen yaşlı adam mesela, yatağında gözlerini tavana dikmiş bir şekilde yatarken sigara içmek ister. Son dileğidir belki, oğlu koğuşun bir köşesinde sigara satan adama giderek sigara ister, terslenir. Kaldırır da pataklar adamı, sigaralara el koyup koğuşa dağıtır, aslında hiç yapmayacağı şey. Ertesi gün olana kadar daha pek çok hadise yaşanır da gelelim oraya, sigara satan adamın adı okunur, oğlan üzüntüsünden kahrolur. Anlatıcıyla konuşmalarında adamın son gecesini cehenneme çevirdiğini söyler. Anlatıcı katılmaz, aslında adam sigara satmaktan pek de memnun değildir zaten, yoldaşlarına haksızlık ettiğini düşünmektedir. Oğlan kurtarmıştır adamı, iç rahatlığıyla ölmesini sağladığı için iyi yapmıştır. O kampta topluluk için ne yapıldıysa iyidir, kimse hiçbir şeyi unutmaz, hiç beklenmedik bir anda yardım elleri uzanıverir. Hasrete çare yoktur gerçi, camdan bakanlar uzaktaki kadın kampını gözleyip eşlerini, kardeşlerini, annelerini görmeye çalışırlar, mesafe epey olduğu için kıyafetlerin renginden çıkarırlar kimin kim olduğunu. Kampta yırtık pırtık elbiseler giyer herkes, o elbise geceleri yatak vazifesi de görebilir. Kırbaçlar yüzünden sağlam elbise kalmamıştır, en sağlamı idama giderken giyilir. Törenle, gururla ölüm. Kornaros bu olaylar yaşanırken insanların yüzlerini, düşüncelerini, hareketlerini öyle bir anlatır ki etkilenmemek elde değil. Ölmenin kolay olduğunu söyler mesela, herkes yakında öleceğini bildiği için hazırdır, çok da düşünmez ama dışarıda kendisini bekleyenler aklına geldiği zaman çok daha derin kuyulara düşer. Ölüm içeridekiler için birdir, dışarıdakiler için uzun ve çok. Victor Serge’in İçerdekiler nam metninde görmüştüm böylesi bir tahlil, içeride olmanın nasıl bir şey olduğunu Kornaros’u okuyarak anlamak gerek. Bir de askere gitmeli tabii, işkence ve ölüm yoktur ama aynı kapana kısılmışlık vardır orada. Çok uzak bir örnek gerçi, yakınlık da belli belirsiz ama olsun, özgürlüğü yitirmenin örneği.

Yıllar var geçecek, zamanı bir şekilde doldurmalı. Komutan okumuş, kültürlü bir adam, Yunanlara nasıl eziyet edeceğini biliyor. İşlerin anlamını yok ediyor mesela, durmadan taş toplatıp çukur kazdırıyor, esirler delirecek gibi olunca Napoleon hemen bir çare düşünüyor, henüz idam edilmemiş. Taşlar toplanıyor ve dağıtılıyor, o zaman birkaç mühendis bir araya gelse de hesap kitap yapsa, taş sayısına göre bir plan çıkarıp piramit dikmek için gereken bilgiyi Napoleon’a verse? Örgütlü hareketin zirvesidir: Taşlar toplanır, çok sağlam bir şekilde dizilir ve ortaya iki adet piramit çıkar, biri diğerinden büyük. Üstlerine “1943” ve “Haydari” yazılır. Komutan piramitleri görünce gülümser, hayra alamet değildir gülümsemesi. Birilerine cezalar yağar, birileri işkence çeker ama yaşama sevinci tekrar bulunmuş, insanlar birkaç gün boyunca uğraşacak bir meşgale edinmişlerdir, sanat eseri üretmişlerdir adeta. Sigara paylaşımı zaten olmazsa olmaz, bir sigara hayatı toz pembe görmeye yol açabilir. Muhabbet gırladır, okumuşlar hem birbirleriyle hem diğerleriyle konuşurlar, birileri birileriyle mutlaka konuşur. Anlatıcının konuştuğu bir adam solculara bakışını kökten değiştirir mesela, şu oğlunun sigara getirdiği adam diğer oğluna duyduğu öfkeden kurtulur nihayet. Anlatıcı usul usul dile getirir: solcular şeytan değildir, diğer oğlan Allahsız bir anarşist değildir, Almanlar iyilik yapmaya gelmemişlerdir ki malumdur bu, adam belki de tam tersini düşünüyordu. İtalyanlar da en az Almanlar kadar fenadır, bunun yanında insan görüşlerinden ötürü yargılanamaz. Tam bir arınma, aydınlanma etkinliği, adamımız oğlunu sevmeye başlayabilir artık.

Bildiğimiz son, filmlerde veya metinlerde gördüğümüz gibi savaşın sonlarına doğru mahkumlar bir gün uyanırlar ki askerler yok, arazi olmuşlar. Yiyecek bir şey ararlar, kapıdan çıkıp giderler veya ranzalarına son bir kez uzanırlar. Ranzaya son bir kez uzanmak, paha biçilemez. Henüz ölmediler. Haydari’den kurtulan insanların toplandıkları fotoğrafları gördüm az önce, o dik başlı, onurlu insanları hatırladım.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!