Yendiği bir şey yok aslında, koca şirketler pazar payından daha büyük dilim almak için birbirlerinin yoluna taş koymaya çalışıyor, bazen işbirliği yapıp diğerlerine çökmeye kalkıyor, fillerin tepişmesi yani. Davalar açılmış, antitröst yasaları gereği Apple’ın başı ağrımış biraz da herkes işinde gücünde, sanatçılara kuş kadar para vermekte süper uzlaşmışlar. Halka arz mı var, bazı şirketler kârı sanatçılarla paylaşacaklarını söylüyor, bazılarının gıkı çıkmıyor, birkaç meşhur şarkıcı bütün arşivlerini platformlardan kaldırtarak mücadele etmeye çalışmış bu yapılarla ama çıkarlar kesişince geri dönmüşler. İlginç: ağır eleştiriler var ortada, sövüp saymadıkları kalmış denebilir ama ekmek gelecekse teşekkür üzerine teşekkür ediyorlar, savaş sona eriyor. Bunların hiçbiri yok tabii kitapta, Spotify’ın ne süper işler becerdiğinden bahsediliyor, isyan eden sanatçılara olumsuz eleştiriler yöneltilmemiş de o kadar süper işi beceren şirketlere karşı çıkılır mı, işgüzarlık ithamı çok ince. Araştırmayı yapanlar teknoloji haberi kovalayan iki gazeteci, Daniel Ek’e saygı duydukları açık, tarafsızlıklarına bakarsak taraflılıkları da ortaya çıkıyor zira Spotify’ın karşı karşıya kaldığı onca dava, iddia var, şöyle bir değinip Ek’in gecesini gündüzüne kattığını anlatmaya devam etmeleri, ne bileyim, biraz şey. Kullanıyorum, para veriyorum, bilgilerimi saklamalarına rıza da gösterdim, duyduğum suçluluk içeride ve piyasalarda neler döndüğünü öğrenince kuvvetlendi de kullanmaya devam edeceğim kaçarsız. Eleştirebiliriz tabii, eleştirmekten geri bıraktırmaz bu, mesela iş modelini eleştirmeliyiz, kârın dağıtımını eleştirmeliyiz, nefret söylemi içeren şarkıları listelere alma konusunda eleştirmeliyiz. Neler olduğuna bakalım bir, yazarların büyüteçle baktığı noktaları geçeceğim zira kodamanların kendi aralarındaki dandik muhabbetler, hangi patronun nerede ev satın aldığı falan, magazini geçiyorum ama Ek’in yıktırdığı evden bahsetmeliyim. Adamımız paraya para demiyor son yıllarda, Stockholm’ün eski ve nezih mahallelerinden birinden satın aldığı dört asırlık evi yıktırmaya kalkıyor. Koruma kurulu var mahallede, adli kurumlar var, evin yıkılmaması için herkes elinden geleni yapıyor ama Ek bir avukat ordusu tutuyor, evin onca sürede geçirdiği tadilatları öne sürerek tarihî yapı özelliğini kaybettiği yönünde bir karar çıkartıyor, yıktırmayı başarıyor en sonunda. Milyar dolarlık adamların böyle küçük şımarıklıkları elbette ülkeye kattıkları değerin yanında hiçbir şey, adam onca ısrara rağmen şirketin merkezini İsveç’ten ABD’ye taşımadığı için baş üstünde tutulmalı. Diğer yanda Martin Lorentzon var, Ek daha yirmilerinin başındayken ortak oluyorlar, şirket büyüdükçe bu küçük enişte çılgın eğlenceleriyle kök söktürüyor millete. Eşek şakalarını yaygınlaştırıyor, taşınma iddiaları ayyuka çıkınca topluyor bütün çalışanları, birkaç da ünlü getirip konser verdiriyor, maksat İsveç’in iyiliklerini güzelliklerini anlatmak. Cevabını üst düzey bir çalışandan alıyor, adına bakmaya üşendim şimdi, zamanında Netflix’i fişeklemiş de gelmiş, terör estirdiği toplantılardan birinde soruyor: “Stockholm niye böyle boktan bir şehir?” Kısacası bu adamlar sosyopatlık derecesinde arızalı, bu yüzden işe aldıkları insanlar kısa süre sonra kapağı başka şirketlere atmaya çalışıyorlar. “Haftalık Keşif” olayının mucitleri yeterince takdir edilmediklerini düşünerek ayrılıyorlar mesela, oysa üye sayısında uçmalarını sağlamış bu keşif olayı. ABD piyasasına girdikleri gibi yabancı çalışanları, biraz isim yapmışları işe alıyorlar, baştan beri emek veren insanları şutluyorlar. Ek’in tuhaf bir özelliği görev tanımlarını belirlememesi, parlak zihinler birbirlerini yiyorlar da kimin istifa edeceğini, kimin işe devam edeceğini orman yasalarıyla belirliyorlar. Arkadan buram buram zorbalık kokusu geliyor, mobbing davalarının akıbetini merak ettim. Daha da çok sorun var ama hikâyenin başına dönmek lazım, öncelikle İsveç’in 90’lardaki durumunu anlamalıyız. Dosya paylaşımı konusunda genel bir fikir birliği var, korsan çok yaygın. Napster gibi şirketlerin karşılaştığı sorunları yakından takip ediyor gençlik, zaten Kazaa ve The Pirate Bay gibi paylaşım platformlarını yaratmalarından anlıyoruz ki pahalılık sorun. Tam da yazılımcı patlaması yaşanan yıllar, devlet her öğrenciye bir bilgisayar verdikten ve gençleri yazılım konusunda canavar gibi teşvik ettikten sonra gençler üretiyorlar da üretiyorlar. Bizdeyse tablet dağıttılar on yıl önce, Vestel mi neyse zengin oldu, o tabletler de ikinci elcilerde dolanıyordu en son. Öylesi bir iş bilmezlik. Neyse, Ek’in aklında bir fikir var, Martin’in parası ve çevresi var, bir araya gelip üç beş akıllı insanı da yeni şirketlerinde çalışmaya ikna ediyorlar, bilgisayarların hayvan gibi ısıttığı küçük bir dairede başlıyorlar işe. Apple zaten birkaç ürün çıkarmış, piyasanın büyük kısmını ele geçirmiş, Steve Jobs fırtına gibi esiyor piyasada, bizimkiler yeni bir teknolojinin uyarlamasıyla dinletecekler müziği: P2P. Ön yükleme süresi düşük, internet bağlantısı kötüyse iki saat beklemek yok, bu teknolojiyi yirmi yıl önceki popüler programlardan dosya indirmişseniz mutlaka kullanmışsınızdır. Veriler küçücük parçalara bölünür, paylaşımcı sayısı arttıkça indirme hızı da artar, kaynak seçeneği çoğalır. Kovan mantığı işte. Ek’in aklında bu verileme sistemini müzik dinlemek için kullanmak var, şarkıyı açar açmaz tık tık tık gelecek şarkı, tamamdır. Büyük yenilik bu arada, sanırım Kazaa’nın son versiyonlarından birinde indirilen dosyanın o an izlenebilmesi seçeneği vardı, indirdiğiniz şeyi son verinin geldiği noktaya kadar kullanabiliyordunuz, böylece 300 yerine porno film indirmediğinizi anlıyordunuz zira öyle numaralar çekiyorlardı. İşte, bu işin en hasosu µTorrent’ı satın alıyor Spotify, böylece altyapıyı oluşturuyor. Başlangıçta sadece İsveç’te ve birkaç Avrupa ülkesinde kullanımı var, anlaşmalar yapılmadığı için içerik korsan, üstelik reklamlara maruz kalmak sorun değilse bedava. Yatırım alıyorlar ama o kadar büyük yatırımlar değil, işi yasadışı şekilde sürdürebilirler ama büyüyemezler, üstelik iki ortağın şirketi umut vadedecek kadar büyütüp satma planı da yok ki bu balonların eleştirisine kaç metinde rastladım bilmem. Sürekli zarar eden şirketleri ürettikleri teknoloji için satın alan daha büyük şirketler, onları satın alan daha büyük şirketler, ardından projelerin patlaması ve onca paranın ne olması. Değişik işler. Araştırmanın önemli bir kısmı plak şirketleriyle yapılan anlaşmalara ayrılmış, ahbap çavuşların toplantıdan toplantıya gittiklerini, masadan genellikle anlaşma sağlayamadan kalktıklarını görüyoruz, işler yolunda gitmiyor başta. Sosyal ilişkilerle aşıyorlar çoğu sorunu, örneğin 2010’ların başında Spotify’ya el atan Mark Zuckerberg olmasa işleri çok zor olurdu, bir anda milyonlara ulaşıyorlar. Ardından başka ilişkiler kuruluyor da büyük aktörlerle masaya oturabiliyorlar, söylenenlere göre Steve Jobs’ın çomağı da var işin içinde, bu yüzden müzik şirketleriyle hemen anlaşamıyorlar. Bob Dylan bir ara çekiyor kayıtlarını, Taylor Swift olayı büyük tantanaydı, bir noktada anlaşıyorlar yine. Çöpe giden yatırımları da var, görsel ağırlıklı bir platform kurmaya çalışmışlar ama milyon dolarları çöpe attıklarını fark etmişler, o piyasaya girmek için çok daha güçlü olmaları gerektiğini çok geç anlamışlar. Ama tecrübeymiş yani, yenilgilerinden ders almayı bilirmiş Ek, bu yüzden yılmadan çalışmış, başarmış. Lorentzon bir süre sonra çekiliyor piyasadan, aslında başlangıçta kim varsa çekiliyor, hatta Ek’i yüksek sosyeteyle tanıştıran yakın arkadaşı dahi ortadan kayboluyor zira zirveye varmıştır artık Ek, podcast işinden de hayvan gibi para kazanınca elemanlarını güreştirmeye başlar diye düşünmüştüm ama ev yıktırarak ferahlatmış içini, çalışanlar rahat bir nefes almışlardır. Çok iyi bir araştırma değil bu, kronolojik seyrin dışında pek bir şey yok, meraklısı okur anca.
Cevap yaz