Selma Sancı – İhtimal

Sancı ilk romanındaki yapıyı değiştirmemiş, karakterleri aynı derinlikte tutmuş, hikâyeyi ileri değil de yanlara ve geriye doğru genişletmiş, alt sınıftan hemen herkese rol vermiş yine, kısacası değişen hiçbir şey yok. Çevirileri değiştirmekle, espas küspasla uğraşan Nihan’ın 12 Eylül’de hapse girmesine yol açan olaylar dağıtmış tayfayı, fraksiyonlar nice sevgiyi, dostluğu bitirmiş, insanlar politik duruşlarının katılığıyla kopmuşlar birbirlerinden, yıllar sonra pişmanlıklar, özlemler çıkmış ortaya, hikâye sırf bunların üzerinden ilerlese hani Modiano havası oluşacak neredeyse, kayıpların peşine düşenlerin cuntadan sonra yarım kalmış yaşamaları tamamlamaya çalışmasından bir ilerleyişe kapılacağız ama gitmiyor anlatı, bir yere kıpırdamıyor. Nihan’ın kuzeni Güzin’e yazdığı mektuplarda gündelikten bilgiler ve geçmişten sıyrılan acılar var, birkaç yenilik o kadar uçucu ki etkiye yol açmadan kayboluveriyor. Engin mesela, zamanında hapse girip çıkmış, şiirlerini sürekli cebinde taşıyan bir adam, Nihan ilgi gösterip çalıştığı dergide yayımlatmaya çalışıyor şiirleri ve YAZKO‘nun ilk sayılarını bulup eskileri de okuyor, sonra Engin’in intihar ettiğini öğreniyoruz, Nihan içinin yandığını söylüyor, uğraşılsa Cağaloğlu’nda bir iş bulunurdu belki, birlikte Çınaraltı’na gidip otururlardı. Ortaya çıktığı gibi kayboldu adam, rejimin katlettiği bir gölge olması yetti. Aslında yetmedi, Nihan mektuplarını hep aynı uzunlukta tutarak ne karaktere yer açtı ne ülkenin koşullarını eşeledi, seçimlerin kaybedilmesinden bile şöyle bir bahsedip geçiştiriyor meseleyi. Korkudan mı, belki. Anlatacağı çok şey olduğunu söyleyip hayatına dair bir paragraflık malumattan sonra Istrati’nin yolculuklarına, yazma hevesine, Paris’te bir bodrum katında, uzun bir terzi masasında eserlerini yazdığına değinerek mektubu çorbaya döndürmüşlüğü de var, üstelik Istrati’nin, yazı çizi işlerinin esas hikâyelerle bağlantı noktaları da yok, sayıklamaya benzer anlatı parçaları. Güzin’in yazdığı mektupları görmüyoruz, belki onun dağınıklığının sonucudur Nihan’ın yazdıkları, bilinmez. Hikâyede eser miktarda yer alan edebiyatın pörtlemesi manasız, doldurmaca. Güzin’in zamanında yurt dışına kaçtığı kesin, gezdiği yerleri anlattığını da biliyoruz ama onun yazdıkları üzerinden biçimlenmeyen mektuplar Nihan’ın monoloğa girdiğini hissettiriyor, diyelim Como’ya giden bir arkadaşın izlenimleri üzerinde daha çok durulur zannediyorum. Kendi yaşamını kâğıtlara yığıyor Nihan, Remzi’yle Fikret’e karşı geliştirdiği takıntı belki Güzin’de de karşılık buluyor ama gerisi genişlete genişlete inceltiyor anlatıyı, derinlik yok. Hele Nihan’ın annesi ve teyzesiyle imtihanı var, böylesi sıkıcı, boğucu bir şeye pek az denk gelmişimdir. Kahvaltı fasıllarında soğuk çaylar, yiyeceklerin halleri, annenin aynı muhabbetleri yüz beş kez anlattığı için Nihan’da yarattığı öfke ve sonrasında umursamazlık, teyzenin ağır işitmesi, teyze yaşlandığı için Nihan’la annesinin eski evlerini bırakıp teyzenin dibine taşınmaları, bu yüzden eski komşuların surat yapmaları, o kadar lüzumsuz ayrıntı var ki insan ister istemez altında bir şey arıyor. Altta bir şey bulunduğu zaman lüzum mühim tabii, buradaysa esamesi yok. Babanın öldüğünü bir cenaze töreni sahnesiyle, geriye dönüşle öğreniyoruz da neden, o ölümün açtığı bir gedik, cenazede söylenen bir söz, tek bir şey sızmıyor anlatıya. Adamın yaşlılık yıllarında yok Nihan, muhtemelen hapiste, bu yüzden üzülüyor. İyi. Nasıl yansıyor? Yansımıyor. Nihan’ın davranışlarında, sosyal yaşamında, mektuplarında, yaşamının bir tanecik parçasında üzüntü kırıntısı var mı diye bakıyorum, bulamıyorum. Zamanında dergi çıkarmışlar, asker tepeye binince bazıları hapse, bazıları reklam ajanslarına, Güzin gibileri firarda zaten, kopuşun yarattığı travma olayların halka halka sıralanmasıysa Nihan’ı bir tarihçi olarak göresim var, oldukça kişisel bir tarihçi. Girdiği kitapçıda Remzi’ye denk gelmesi ne coşku doğurur oysa, onca zaman geçmiş de Güzin’in âşık olduğu adam hapisten çıkmış, az şey mi? Az şey belli ki, anlatımın ölü tonu zerre değişmiyor, hızla ilerleyen trenin camından dünyayı izliyoruz. Bu karşılaşmayla açılıyor anlatı, Nihan kitaplara bakarken adamı görüyor, adam da Nihan’ı görüyor, hemen uzuyor mekandan. Gizemdir o günden sonra, gerçekten Remzi miydi o? İhtimal, değinilen pek çok ihtimalden biri. Kadın tekrar tekrar gidiyor dükkâna, inik kepenkle, kapıdaki kilitle karşılaşıyor bazen, dükkânın sahibine denk gelemiyor bir türlü. Ali’nin vereceği not çoğu sorunu ortadan kaldırabilirdi, Nihan’ın istediği kitabın arasına koyduğu kâğıt parçası aslında temkinli bir sevgiyi anlatıyor da Remzi’nin bir süre önce hapisten çıktığını, kavuşamadığı sevgilisi Fikret’in akıbetini öğrenmesini sağlayabilirdi Nihan’ın, olmadı, muhtemel bir rastlaşma kısmet olmadı. Kısmet hanım. Nihan’ın annesi. Sıradan, annelikle özdeşleşen bütün can sıkıcılığıyla metnin önemli bir bölümünü kaplıyor, işgalci. Ali bir diğer işgalci, büyük oranda. Bunlar havada süzülüyorlar, Remzi abisini kurtarıyor da Kısmet hanım kızını hiçbir şekilde kurtaramaz. Etkisiz eleman.

Ali bir zamanlar ailesinin baskısıyla evlenmiş, dükkânda mutlu mesut takılırken ekmek parasını kazanmayı bilmiş, çocuklarını belli bir yaşa kadar büyütmüştür, siyasi meselelerden kopamadığı için eşiyle ettiği kavgalardan sonra kendi yoluna gitmiş, İstanbul’a gelerek kitapçı açmış, millete birkaç da resim okutmuştur. Bir gün Remzi gelir, yanındaki silahı saklamasını rica eder abisinden, Ali’ye büyük dert. Evi polis basabilir, yolda katakulliyle karakola çekilebilir, cehennem azabıyla geçen günler. Neyse ki kardeşi hapisten çıkmış, üstelik geri dönüp abisinin dükkânına gelmiştir, Nihan’la orada karşılaşır ama tanımazdan gelip uzar. Maltepe taraflarında bir ev tutmuş, politik faaliyetlerine devam etmektedir derken Ali gazetede aklını kaçırtan bir habere rastlar, söylenene göre Maltepe’de bir örgüt evi basılmış, bir terörist öldürülmüştür. Ali olayın peşine düşecek, öldürülenin kardeşi olup olmadığını öğrenecektir, trene atladığı gibi ver elini demiryolu, ver elini Yalı Mahallesi. Yolda takım elbiseli bir dayı oturur karşısına, muhabbet etmek ister de Ali izlendiğini düşünmekte, adamın göğüs hizasındaki şişkinliğini kötüye yormaktadır, sonuçta tren silah çekip adam vurmak için pek de iyi bir yer değildir. Psikozlarından kurtulamaz Ali, paranoyaktır, kendini koruyup kollamak isterken kardeşinden de uzağa düşmek istemez. Nedir, Remzi o öldürülen terörist değildir, gerçi Güzin’e göre çoktan ölmüştür ama Nihan kitapçıdaki olaydan bahseder, karar değişir, Remzi ölmemiştir. Kim bilir daha kimler kimler ölmemiştir, reklam ajansı sahibi mesela, yetenekli çocukların ayağını edebiyattan kesip şirketinde çalıştırmak ata sporudur. Fikret nerededir, onun durumu belli değildir, hapisten çıkmış olabileceği gibi öldürülmüştür bir ihtimal, kayıplar da vardır metinde. Nihan’ın umudu çoktan tükenmiştir fakat Remzi’nin ortaya çıkması, eh, dünyayı biraz olsun katlanılır kılar. Ali’nin savruluşları daha barizdir, Remzi’den ödü kopar çünkü hayatı mahvolabilir, diğer yanda kardeşinin yardım istemek için gelmesinden mutludur, geçmişte yer alıp şimdiye sonradan giren Remzi aktif eylemciliği bırakmamışsa da abisini tamamen görmezden gelmez. Zamanında evliliğinin bitmesine yol açan Remzi’yi çoktan affetmiştir Ali, dava mahkeme falan sürerken eşini ihmal edince evliliği bitmiş, çok özlediği özgürlüğüne kavuşmuştur, kitaplarla bir başına yaşamanın burukluğunu taşısa da dolaylı olarak yaşamını etkileyen Remzi’ye müteşekkirdir. Tebligat gelir dükkâna, karakola çağrılmaktadır, yine memnundur. Ali o adamlardandır, hani başa gelenleri aleykleyip yırttıklarını görmezden gelenlerden. Kaygısı hemen diner, ümidi pek yaşatmaz, yurdum insanıdır. “Sinirli sinirli yürümeye devam etti. Şeytan diyor götür o tabancayı çöpe at, kaldır camlara fırlat diyor. Dolu mu acaba? Ondan bir kurtulsa… O Remzi’yi bir eline geçirse… Niye acele etti çıkmakta? Ya tam bu zaman gelirse?” (s. 66) Vay Ali, hikâyenin özetisin.

Dönüp bakmak isteyeceğim bir şey bırakmadı bu metin, satayım.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!