Anlatıcı, ayağına durmadan vuran kıza ağaçkakan olup olmadığını sorar. Kız ciddiyetle cevap verir, hayır, ağaçkakan değildir, küçük bir kızdır. Şuracığa sığıştırabiliriz bütün şiirlerini, anlatılarını, nesi varsa Brautigan’ın. O sıra Watson T. Smith Brownly’nin bir kitabından cümle: “Tüm yazarlar ve şairler yazmayı bırakarak duvar ustalığına başlamalılar.” Bağlam yok, mana yok, var, bir şey kurmaya çalışan, çalışmayan yazarlar ve şairler kalemi defteri bir kenara bırakıp gerçekten bir şey yapmalılar. Mantıklı biçimde tartışılan bu, anlatıcı kaptırmış okuyor, o sıra işaret parmağıyla biri vuruyor. Kütüphane, sessizlik, kitap ve kız çocuğu, dink dink dink! Annesi alışverişe giderken kızı kütüphaneye bırakırmış kitap okuması için de okumak zahmetliymiş, o zaman anlatıcının anlatması gereken bir öykü var yoksa kız avazı çıktığı kadar bağıracak, insanlara anlatıcının babası olduğunu söyleyecek. Öyküyü kendi anlatıyor da niye yetinmiyor, çünkü anlatıcının gemiden baş aşağı sallandırılan birini görüp görmediğini merak ediyor. Beyni durmayacak, ağzı hiç durmayacak, kapının önüne çıkıyorlar. Kızın istediği öyküde karmaşık bir cinayet olmalı, Hemingway’inkiler gibi kısa bir öyküde cinayet, mümkünse uzaylılar. Anlatıcı Neptün’de yaşayan bir akrep türünü anlatmaya başlıyor da atmosfer yok, ne akrebi, kız hemen karşı çıkıyor. Nietzsche veya Jung falan okumaz mı, okumaz, o öykü anlatılacak. Üstün zekâya sahip kurbağalara geliyor sıra, dördüncü boyutta dünyayı yönetebilecekler ama beşe düşüyorlar, dörde geri dönmeleri için başka bir boyuta geçmeleri lazım mı bilmem, anlatıcının üfürmesini sürdürebiliriz: Kurbağa Kral dördüncü boyuttan beşinciye atladığı zaman kendini bir enerji olarak bulur, hemen üçe geçip tebaasını yanına çağırmak ister ama sesini dördüncüye ulaştıramaz, zaten ağzıyla kıçı da yer değiştirdiği için kıç kaslarıyla ses çıkarmayı beceremez. Dördüncü boyutta “tik tak” diye haykıran kurbağaları, kız ciddi bir yüzle anlatıcıyı izlerken sıkılır ve azat eder adamı, kütüphaneye dönmesini söyler. “Yaralı bir yengeç gibi” kütüphaneye koşan adam kız çocuğuyla bir daha karşılaşmaz. Kurbağalara ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz ama rüzgâr da her şeyi alıp götürmüyor zaten, bir şeyin illa bir şeyle sonuçlanmasının gerekmediğini bildiğimizde, her sorunun cevabını bulmanın şart olmadığını idrak ettiğimizde, bazen şeylerin şey olarak kalacağını öğrendiğimizde sarıldığımız o teselli, müşfik olan. Kızın vazgeçişinde bir üzüntü. Can yakması olağan çünkü zorla baş etmenin saadeti kayıp artık, o kitaptan o kadar da keyif alamayacaktır anlatıcı, yazıp çizmeye devam edecektir.
Özel albüm: Brautigan’ın yazdığı bir mektup, California’dan Massachusetts’e, iki pul. El yazısı okunaklı ama bozuk, titrek, çocukların el yazılarına benziyor. Ferlingetti’yle bir fotoğraf, ellerindeki karton bardaklar birbirinin eşi değil, Ferlingetti içtiğini bitirmiş ama Brautigan’ın bardağı dolu. İkisinin de elinde sigara yok, Brautigan bacak bacak üstüne atıp kameraya bakmış, kaşları kalkık. Gülümsüyor, Ferlingetti’den uzun besbelli. Brautigan çok uzun bir adam, beyniyle tavan arasında pek bir mesafe yok. Ne okuduğunu çözemiyoruz sonraki fotoğrafta, kitabın adı belli değil. Tepeden bir yerden ışık geliyor, güneştir. Meşhur saç ve bıyık, iki eliyle tutuyor kitabı. Gömleğinin üzerine bir yelek, bilekler ilikli, beyaz tişörtün ucu görünüyor boğazın altında. “Karma Repair Kit” bir rehber: Yemek için yeterince yiyecek al ve ye. Uyumak için sessiz bir yer bul ve orada uyu. Kendi sessizliğine ulaşana kadar entelektüel ve duygusal sesi azalt, sessizliği dinle. Dördüncü madde boş, kullanılmayan alanın varlığı bile toparlar karmayı, genişleyecek yeri varsa arıza çıkarmayacaktır. Montana Çetesi’ne adanan o tuhaf romanın ithaf edildiği, imzalandığı grup neyle karşılaşacağını bilmiyordu, ben de bilmemek isterdim. Hawkline Canavarı yıllar öncesinde kaldı, raftaki bir başka kitap. Biraz karıştırınca bulduğum notları canavar çoktan yedi, başımı da ağzına sokmuşum ki kışkırtıyorum, belki kitaptan kalanların yanına giderim. Londra’da imzalanmış bir kâğıt, 1970, yarım asır önce kimlerin hâlâ yaşadığını düşününce aklımda bir şey çatlıyor, bir şey çatlaktan sokuveriyor beni oraya. Brautigan ve av tüfeği. Böyle bir adamın herhangi bir şey avlayabileceğine inanamam, av hayvanları da bana inanamaz. Saçları kestirmiş Brautigan, yanındaki daha mutlu. Adamın boynu eğik, elleri kavuşmuş, yüzünün sol tarafı gölgelere düşmüş. Bir sonraki fotoğrafta da gölgelere düşmüş ama o gölgenin kedi olduğunu seçebiliyoruz bu kez, koca elin örttüğü kafadan uzanan kulağın ucu. Çizgili bir gömlek, şapka havalı, pantolon rahat. Sokakta da öyle, atkısını yanından ayırmıyor Brautigan, etrafındaki insanlarla birlikte donuk. Gün gün kaydedilse bunlar. 27 Temmuz 1978: Markete gitti, mısır gevreği alıp eve girdi, bir daha çıkmadı. 28 Temmuz 1978: Göl kenarında balık tutarken aklına bir fikir geldi, ayağa kalkıp eve doğru yürümeye başladı ama üç adım sonra durdu, geri dönüp oltayı eline aldı. Çünkü iyi fikirlerin süzülmesine iyi vermeliyiz, yeterince iyiyse kaybolmayacaktır. İyi değilse de kaybolmayacaktır, o zaman doğanın en küçük parçalarından bir nevi sabitlik çıkarmamız gerekir. Kaybolacaktır bu arada, iyinin veya kötünün ayrı muamele gördüğü yoktur, kaybolacak olanın kaçarı yoktur. Kaçarsa da aynı. Bir davet mektubu, güneşin üzerinde Brautigan’ın ikonik yüzü var, birilerini bir yere çağırırken bile uzun Brautigan. Ev adresi, saat, çıkan kitabının lansmanı için eleman toplamaca. Bu lansmanlardaki şıkır şıkırlık yok, gayet sade, elle çizilmiş bir ev ve güneş. Başka fotoğraf, kitap kapaklarından bildiğimiz üzere Brautigan şapkasını takmış, ayakta durmaktadır. Kadın bandanasını sıkı bağlamıştır, botları parıldamaz ama hava da kapalıdır zaten, suya tutması yetecektir. Yağmur damlalarıyla ilgili bir metin vardı içeride, sincap yumurtası ararken yağmura yakalanan çocuğun yapraklardan düşen sesleri dinlediği metin. Korkutucu seslerin ardından ortamın zorbası ormanda yakalasaydı yakalardı anlatıcıyı, yanındaki kız yüzünden niyeti yok ki anlatıcı da pek ses çıkarmıyor. Sincap yumurtası arıyor o, bulduğu zaman kardeşine götürecek. Uykusunda ağlayan çocuğu uyandırınca sinir harbine sürüklenen annenin öyküsüyle bu yumurta öyküsü işlerin her zaman istendiği gibi olmayacağını anlatan en basit öykü müdür, evet. Basitlik iyi midir, elbet. Çocuk ansızın uyandırılınca sinirlenir, usulca uyuduğunda ağlamayı sürdürür, anne yapacak bir şey bulamayınca oturup çocuğunu izlemeye başlar. Ne zamana kadar, uzun süre geçtikten sonra ışığı söndüren anne ağlama seslerine aldırmadan odadan ayrılır. Burada bir şey, el verememenin çaresizliği hiç yokken nasıl var, yokluğunun yeri doldurulmayarak. Hiçbir çağrışım, itişim çekişim yok, bilinç hemen dolduruveriyor anlamı. Brautigan okuruna karşı en hassas, okurunun yetilerine en güvenen yazarlardan biri olabilir mi, bu soruya verilecek cevap iki öyküde gizli: Eşini baltayla öldürmek istemediğini söyleyen adam örnek bir tartışma sunar, nihayetinde çok kızgın olduğunu söyler. Diğer öyküde Bay Allen sokağa atılır, tüm eşyasını yanına yerleştirir de seksen yaşımda adamın ne yaşamı artık, evi de yoksa. Çevresinde ne olup bittiğini anlamıyor, anladığını işleyip davranışa çeviremiyor, öylece oturuyor sandalyesinde. İki saat sonra yağmur, bütün eşyalar ıslak. Mesela korku filmi izleyen çocuklar kaçırılacaklarını düşünmezler, içlerinden biri mutlaka kaçırılmanın korkusunu duymamış gibi davranacaktır. Ne anlayalım, Brautigan’ın olduğu gibi olanı değiştirmeye uğraşmaması.
Benim için çok kıymetli bir hediyeydi bu kitap, hatıraya dönüşeceğini düşünmeye yanaşmazdım. Şimdi uğultusunu hep duyarım.
Cevap yaz