Remzi İnanç – Gün Gördüm Yüzler Gördüm

Remzi İnanç’ın öyküleri iyidir, anıları en az o kadar iyidir ama hak ettiği değerin yüzde birini görmemiştir, bu durumu kodamanların peşinde koşturan alık tayfaya bağlayıp geçiyorum. Ankara’daki Toplum Kitabevi kimleri kimleri ağırlamıştır, İnanç kimlere el vermiştir, sıralansa sonu gelmez. Erendiz Atasü’nün son anda yetiştirdiği dosyasından bahsedip anılara geçeceğim, bir gün koştur koştur kitabevine gelen Atasü’nün dosyasını Akademi Edebiyat Ödülleri için ilgili kişiye zar zor ulaştırır İnanç, bu sayede Atasü ödülü kazanır. Gerisini biliyoruz, çok daha fazlasını anılardan öğreneceğiz. Diyarbakırlı İnanç, Cahit Sıtkı Tarancı’nın babası Hüseyin Sıtkı Bey’le aynı sokakta oturuyor, ilk gençlik yıllarında sık sık karşılaşırlarmış. Cahit Sıtkı felç geçirdikten sonra Diyarbakır’a getirildiğinde İnanç yalnız bırakmamış aileyi, haftada bir iki kez ziyaretlerine gitmiş, şairin annesi Arife Hanım’ın etkileyici kişiliğini kazımış aklına. “Şehrin o yıllarda dışında sayılabilecek semtindeki tek katlı yazlık evlerinde Cahit Sıtkı’yı görmeye genelde öğleye doğru gidiyordum. Rastlantı birkaç kez, sakal tıraşı için gelen berberle karşılaştık odada. Berber gittikten sonra, yatakta hareketsiz, ama biraz daha kendine gelmiş olan Cahit Sıtkı’ya günlük gazeteleri okurdum.” (s. 111) Yıllar geçiyor, İnanç bir bayram zamanı Cebeci Mezarlığı’ndaki eski dostlarına selam vermeye gidiyor, Uğur Mumcu’yla Turan Dursun’un taşlarına hafifçe dokunuyor. Nihal ve Kâmran, Cahit Sıtkı’nın kız kardeşiyle eniştesi de orada, beraber aile kabristanına yürüyorlar. Hüseyin Sıtkı Tarancı’nın mezar taşında “Şair Cahit Sıtkı’nın babası” yazıyor ayrıca, baba, anne ve iki kardeş yan yana yatıyorlar.

Vedat Günyol gençliğinde Yahya Kemal’in masasına oturmuş sıklıkla, muhabbetleri dinlemiş, unutmadığı sözleri not almış da yığmış denemelerinden birine, aynı olay İnanç’la Dranas -o zamanlar “ı” gelmemiş soyada, 1957- arasında da var. Bir çeşit günlüğe benzeyen yazılarını eski bir dosyanın içinde bulmuş İnanç, otuz yılın ardından bulup çıkarıyor ortaya. Muhip Bey eskiden Çocuk Esirgeme Kurumu’nda çalışırmış, İnanç da orada, henüz ellisine varmayan Dranas’ın saçlarının iyice aklanmaya yüz tuttuğunu hatırlıyor. Bir bayram günü yine, Dranas’ı ziyarete gittiği zaman sorular sormuş, cevapları: Avrupa’dan geleli on beş gün olmuş ama gördüklerini yazmaya niyeti yok, zaten yazılmamış bir yanı kalmamış oraların. Hayır, hiçbir kültür ateşesi, yazar çizer grubu karşılamamış onu, edebiyatçılarla tanışma görüşme olmamış. Sağlanabilirdi ama, gülmüş Dranas, İnanç’ın saflığı hoşuna gitmiş. Selahattin Batu gittiği zaman yazarların sıraya girdiğini biliyoruz, hangi bağlantıların ne kapılar açtığını da biliyoruz, Dranas umursamamış hiç. “Duvarlarda Türk ressamlarından tablolar var… Birkaç da yabancı ünlü ressamın röprodüksiyonu… Muhip Bey’in aynı zamanda resim yaptığını duymuştum. Bunlardan biri Kurumdaki Tevfik Fikret tablosu idi, hatırladım. Resimle ilgili çalışmalarını sordum. Mahçup oldu sanki.” (s. 114) Ağrı Dağı’nın resmi var, askerlikten kalma, Dranas’ın hayatında Ağrı’nın önemli bir yeri var malum. “Fahriye Abla” şiirinin hatırası yok uydurulanların aksine, sadece iyi bir şiir. Yeni çıkan şiirleri takip ediyor şair, Can Yücel’in son çıkan kitabını okumuş, güzel bulduğunu söylüyor. Şiirlerini bir kitapta toplamak kısmet olmamış o güne kadar, Mustafa Şerif Onaran toplamaya kalkmış, bekliyorlarmış sonucu. Şair de istiyormuş artık kitabı çıksın, yeni nesil pek tanımıyormuş şiirini. Bu konuşmanın üzerinden on yedi yıl geçtikten sonra çıkmış kitap, 1974’te.

Cahit Külebi hastanede, düşüp bir yerlerini incittiği için hemen yatırmışlar, durumu ciddi. Başka bir anıya, Külebi’ninkine geçiyorum, üniversiteden yakın arkadaşı Necatigil’i ziyarete kimlerle gidiyordu, yanında Oktay Akbal ve Salâh Birsel olabilir, olmayabilir, sonuçta sigarayı bırakmaya karar veriyor Külebi. Birsel miydi yoksa, bence ikisi de. Hastaneye dönelim, İnanç bindiği taksinin şoförüyle konuşurken adamın sırf şiir yazdığı için Külebi’nin “faydalı biri” olduğunu düşünmesi hoş. Pek kimse tanımıyor tabii Külebi’yi, yine de şairse tamam. Hastanede oğlu, gelini ve iki genç kız duruyor Külebi’nin başında, İnanç’ın şair arkadaşı Ömer Faruk Hatipoğlu gelecek ustasını görmeye, ta Konya’dan. Şair uyuyor, İnanç dışarıda beklerken iki kızla konuşuyor. Torunları mı? Değiller, Cahit Külebi’nin hayranları, öyle zor bir zamanda yalnız bırakmıyorlar şairi. “Nasıl sevindim… Seksenine merdiven dayamış (şu sıra söz oraya gelince hep yetmiş dokuz diyor) ak saçlı bu delikanlının şiirinden başka hangi serveti bu çocukları burada tutabilirdi? Varsa yoksa şiirdir.” (s. 119)

Can Yücel çıkıyor bir yerlerden. Babayani bir adam, afacan bir adam, ilginç bir adam. İnanç kırk yıl önce tanımış Yücel’i, Hukuk Fakültesi’nde okurken birkaç akşam Kürdün Meyhanesi’ne gidermiş. Bu arada Eren Aysan’la Zeynep Altıok Akatlı’nın beraber yazdıkları Bir Dem Ankara‘yı mutlaka okumak lazım, bahsi geçen meyhanenin yanında kimler kimler nerelerde takılmış, kültürel miraslar sermayenin eliyle nasıl kaldırılmış ortadan, bir şehrin geçmişi kültür mekânları üzerinden nasıl aydınlatılır, görmeli. O mekânlara sık sık gidermiş İnanç, Ankara’ya üç beş yıl önce gelseymiş Orhan Veli başta olmak üzere nice güzel insanlarla tanışırmış, olmamış. Neyse, Şahap Sıtkı İlter’le, Cahit Sıtkı’nın çok sevdiği dostuyla konuşuyor İnanç, İlter dostunun hemşerisi bu genç adamla yakından ilgileniyor, evindeki toplantıya davet ediyor. Ankara’daki pek çok sanatçı o gece İlter’in evinde, iskemlelerden birinde tek başına oturan, otuzlu yaşlarında, yanık yüzlü biri var, İlter hemen tanıştırmak istiyor İnanç’ı ama adam yüzünü çeviriveriyor, İnanç’ın elini havada bırakıyor. Adamın kardeşiyle aynı mahallede oturmuş İnanç, aynı okula gitmişler, memleketten aşinalar birbirlerine de neden elini uzatmıyor bilinmez. Ahmed Arif bu adam, derdini öğrenemiyoruz ama Can Yücel’in atılıp “Vay, demek Diyarbakırlısın kardeş!” diye muhabbete girdiğini biliyoruz. O günden sonra dost oluyorlar, TİP’te birlikte çalışıyorlar, Zafer Çarşısı’nda çıkarılan yangın yüzünden kitabevi zarar görünce Can Yücel hemen bir imza günü düzenliyor, geliriyle kitapçılara destek olacak. Çok çalışkan bir adam, hiç durmuyor. “1973’te onu Adana Cezaevi’nde ziyarete gittiğimde şaşakalmıştım; bu ünlü cezaevinde neredeyse kampta gibi yaşıyordu Can Yücel. Bu baştan ayağa özgür adama göre yeryüzünde cezaevi var mıdır?” (s. 122)

Yaşar Miraç ve Yaşar Kemal’le ilgili anıları Twitter’da paylaşmıştım, burada da paylaşıp yazıyı bitireyim. Tabii kitabevi işlettiği için okumaya meraklı gençleri tanıyor İnanç, aralarından şair yazar falan çıktığında da seviniyor ama hayal kırıklığına uğratanlar yok değil. Miraç onlardan biri, üniversite öğrencisiyken sık sık gelirmiş Miraç, sohbet ederlermiş. 1970’lerde DİSK’in büyük grevine dokunduran bir metin yazdığı için Aziz Nesin’i protesto edenlerin arasına katılmış Miraç, Sivas Katliamı gerçekleştiğinde de kitabevine gelip Aziz Nesin’i eleştirmiş yine, Nesin o gün Sivas’a gitmeseymiş onca olay yaşanmazmış. Pes. Yaşar Kemal’inki biraz orta yolcu olmakla ilgili. Evet, devlete, sermayeye karşı sağlam duruşunu biliyoruz Kemal’in de, dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın elinden ödül almasını protesto edenler haksız değil. DGM’de sayısız dosya var İsmail Beşikçi’yle ilgili, yazarlar hapse atılıyor, kitaplar toplatılıyor, Yaşar Kemal’se yazarlar için yeni bir dönemin başladığını söyleyebiliyor DYP-SHP koalisyonu zamanında, ateşin harlandığı zamanlarda yani. Haliyle ödül töreninde sesler yükseliyor, Kemal’i kibarca eleştiriyorlar bu sebepler yüzünden, Kemal’se eleştirenleri “demokrasi düşmanı” olmakla suçluyor, memleket o çatlak sesler yüzünden o haldeymiş falan, bir sürü laf.

İlgilisi sahaflarda bulabilir bu metni. Bulmalı.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!