Türlü türlü huyları delik deşik ederken kendi enteresanlığının da farkında mıydı acaba Karay, mesela yılbaşı münasebetiyle aldığı bir kartla ilgili yazdıkları öfkeyle tıka basa dolu, şaşırtıcı. Üç beş kelimelik alışılmış dileklerin altında okunmaz bir imza var, ev ahalisi işi gücü bırakıp imzanın kime ait olduğunu çözmeye çalışmış ama başaramamış. Söylenmek için fırsat, Karay o karttan memnun kalmadıklarını, hatta öfkelendiklerini dile getirdikten sonra bombayı patlatıyor: “Savsakçasına, okunulmaz ve içinden çıkılmaz şekilde atılmış imzaların tahlili neticesinde ortaya onları yapanların belki de ruh hastası oldukları meydana çıkabilir.” (s. 465) Okullara vazife çıkarmaya kadar gidiyor, çocuklar yazmayı öğrenir öğrenmez imza çalışmalarına başlasalar böyle gubidik şeyler ortaya çıkmaz, insanın sövmesini gerektiren meseleler azalırmış. Kendi başında eşinmiş diyelim, kadın cinayeti konusunda söyledikleri? Köyün birinde yemeğe fazla tuz koydu diye kocası tarafından öldürülen bir kadın var, Karay güncel haberlerden yazı çatıp memleketin haline değinmeyi pek sevdiği için -bu kitaptaki yazılarının tamamında olduğu gibi- hemen dahil oluyor mevzuya, olayı canlandırıyor: Koca aksi, nalet, terbiyesizdir, karısına çıkışmıştır “fakat acaba kadın ne yapmıştır”, özür dilememiş ve yatıştırıcı sözler söylememiş, haliyle kocayı çileden çıkarmış olacak ki erkek “kızıl görmeye” başlamış ve masadaki bıçağın çağrısına cevapsız kalamamıştır. Görüldüğü üzere memleketimiz Şimal’dekilerden pek geridir, iptidailikten sürünmektedir, öyle ki intihar etmek için tentürdiyot içenlere bir temiz sopa çekmeden düze çıkacağı yoktur. “Dayak Yoksulları” nam alleguşlu yazıda üç intihar teşebbüsünden bahsediyor Karay, müstakbel müntehirler tentürdiyot içmişler, tedavi altına alınmışlar, kurtulmuşlar. Kurtarılacaklarını bildikleri için içmişlerdir Karay’a göre, bilmeseler katiyen içmezler. “O halde? Herkesi telâşa verip zahmete sokan yalancı müntehiri tedaviden sonra cezalandırmak gerekir. Biz aleyhtarız, dayağı insana yakıştıramayız amma bu meselede taraftarlara katılacağımız geliyor.” (s. 446) Rahmeti eksik olmasın, konfordan nasibimizi alamamamızı bir iki yazıyla incelemiştir Karay, moda kıyafetlerle şöyle bir güzel oturamamamızın nedenlerini araştırmıştır. Oturmanın tabii bir insan hareketi olmadığını söyler, yalnız ayakta durmaya, yürümeye yahut uzanıp boylu boyunca yatmaya elverişlidir fiziğimiz. Dört bacaklılar bir güzel oturur, iki bacaklılarsa çömmelidir ama bu da bir çirkin vaziyettir, göze güzel gelmez. Belki de bu yüzden yalnızca cesurlar sever kışı, kapalı ortamda saatlerce sohbet etmek, bir şey izlemek, yemek yemek afakan basmasına yol açar. “Haydi dişimi sıkayım da tiyatro ve sinemada oturayım. Hangi koltuk veya sandalyelerde? Asıl şikâyetim de budur zaten! Bizim koca şehirde rahatça oturulacak yeri olan tiyatro ve sinema var mıdır?” (s. 435) “Sefalet salaşı”nda kır kahvesi iskemlesi de teessür eder, en azından azıcık kalkıp dolanma, sandalyeden kurtulma ihtimali vardır amma her yerde de kurtulunamaz bundan, lokanta ve gazino iskemleleri uyduruktur da ahşabı gacır gucur eder, olduğu gibi kaldırıp ateşe atmak gerekir. Çıplak taş parkelerde kopardıkları cırlak yaygara, masanın muvazenesiz ayakları yüzünden eğik büğük muamele. Derttir. Divanlar da iyi değildir, eskiden de kimse rahat değilmiş, dedeler nineler çabuk çöker, vaktinden evvel iki büklüm olurlarmış. Bir de Avrupa tarzı giyinmeye başladıktan sonra mindere uyan bir kıyafet bulmak mümkün değildir artık, Karay’ın gençliğinde pantolonlar çok darmış da oturmak zülmüş. Kramer’ın yerine Karay’ı koyalım. Kadınların dar ve kısa etek modası yüzünden çektikleri bin beter, en münasebetsiz oturma vasıtaları yüzünden bütün bir toplum acı çekiyor. Ajanslar vasıtasıyla acı çeken başka toplumlara da bakıyor Karay, yani uydurma olduğu besbelli haberleri ciddiye aldığını düşünmek istemiyorum ama bazı üfürmelerin üzerinde uzun uzun durup laklak etmesinden o günün yazısını çıkarma telaşına kapıldığı belli oluyor. İyi ama okurunu yönlendirdiği yer de ölüme çıkıyor bazen, mesela sağlıklı yaşamla ilgili söylediklerinin iler tutar yanı yok. İki tane Fransız doktorun yarı şaklabanlık ürünü sözlerine kananların haline vay. Sigara sağlığa zarar verir mi, şişmanlık sağlığa zararlı mı, aşırı yağ tüketiminin vücutta bıraktığı bir hasar olur mu, Karay sağdan soldan duyduklarını şap diye yapıştırıyor yazıya, “her türlü öleceğiz, bakın keyfinize” mealinde laf geveliyor. Elbet çok matrak yazılar, şahane fakat arızaları da çok. Bir Amerika yazısı var, evlere şenlik. Yıllardan beri edinilen peşin hükümlerin yanlışlığını görmemek esaslı sorundur, misal “Amerikalı” denen mahlukun güleç, iyi yiyip içen biri olduğu sanılır ama kazın ayağı öyle değildir, bir kere Amerika denilen âlem kocaman, korkunç bir makinedir, insanı öğütür, bu yüzden kimse manevi hayata ilgi duymaz. Hayat müthiş suni bir şekilde tanzim edilmiştir, bu yüzden eski medeniyetin çocukları oraya bir saniye bile tahammül edemezler. Görece doğrular öyle bir gizlenmiştir ki cehennemin yedi kat dibine bakmaktan dehşete düşer düşmez kaçırırız aslı, Amerikalıya acımaktan başka hiçbir şey düşünmeyiz. Ne biçim yerdir Amerika, ne yoksulluktur yarabbi: “Evet bilemeyiz ki, yüzlerce katlı muhteşem binaların arkasında, sefil insanların kaynaştığı pislikten geçilmez mahalleler; muazzam fabrikaların, modern çiftliklerin, mutena meyva bahçelerinin yanında milyonlarca işsiz insan sürüsü vardır.” (s. 427) Bizde de savaş zamanı ekmeği karneye bağlatmakla övünür Karay, dediğine göre kıtlık tehlikesi baş gösterince gazeteye yazmıştır, şak, karneyle ekmek. Vitrinlere konan pastaları yazmıştır, şak, pastalar vitrinlerde yok artık, şak şak şak, memleket hale yola gelmiştir, yoksullar rahat bir nefes alabilirler artık.
Ne demeli, bazı meselelerde izansızdır Karay, rüya tabirlerinde Freud gibilerin saçmalarına, suyu bulandırmalarına ciddi ciddi sinirlenir, Avrupa’da eğitim görüp Türkiye’ye dönünce kıytırık işlere verilen, bu yüzden küsüp kırsalda yaşamaya başlayan iyi tahsilli insanlara çatar, “ruh hastası” olduklarını söyler, çocuk katillerinin idamla değil de işkenceyle cezalandırılmalarını ister: “Tarihlerle romanlarda okuyup bazı filmlerde seyrettiğimiz ortaçağ ve enkizisyon usulleri o kızgın yağ, kıskaç, şiş, kazık, ateş; o et didikleme, deri soyma, tırnak sökmek, kemik kırmak, göz oymak, taban dağlamak, hepsi mubah değil, farz, hattâ az görünüyor!” (s. 65) Öp babanın elini! N’apıyon abi, bu neçe bir akıl vermece? Sinirlileri hor görmememiz gerektiğini, tramvayda denk geldiği aşırı sinirli adam olmasa yüzümüzde gülümsemeden eser olmayacağını söyler. Biletçiye çatmıştır sinirli adam, durduk yere çıkışıp gerginlik yaratmıştır, Karay’a çatsa öfkenin ne kadar pespaye bir şey olduğuna dair mugalata dinleyecektik muharririmizden. Böyle bir yetersizlik, kof kurnazlık havası alıyorum ben Karay’dan, zamanında çok okumuş da okumayı bıraktıktan sonra dünyayı ancak safsatalarla takip edebilmiş, işlek aklını laf salatasına katık etmiş bir adam havası. Toplumsal meselelerde böyle en azından. Değindiği doğru noktalar yok mu, var, geleceğin teknolojisinden bahsettiği zaman bazı şeyleri iyi öğrendiğini görüyoruz da en önemlisi alt sınıfın teknolojik aygıtlara ulaşmasının gerekliliğinden bahsetmesi. Sermaye, mülkiyet, bunları biliyor Karay, muhtemelen başına bir iş gelmesin diye araya dereye sıkıştırıyor. Dosya diyebileceğimiz uzun yazıları tadından yenmiyor resmen, kitaptaki en dolu kısımlar. Memleketimden insan manzaraları resmen, nekes, hasis, cimri, pinti, daha da ne varsa örneklerle gösteriyor Karay, ayrımları belirtiyor. Bunların dışında su gibi Türkçe tabii, ders diye okunur ki okuyorum, arka kapağı yine sayfa numaralarıyla doldurdum, dönemin sözcüklerini not aldım, bilmem ne.
Cevap yaz