Barthes’ın Çağdaş Söylenler metninden mülhem, gizemlerin günümüzdeki muadilleri. BBC Radyo 4 için yazılmış metinlerin genişletilmiş hali, Conrad başlarda Barthes’ın entelektüel tarzını yakalayamayacağından korkuyor ama kendi üslubunun ele aldığı konulara farklı bir derinlik kattığını görüyor, günümüzün masallarını ve mitin masallara gizlenmiş varlığını açığa çıkarmaya girişiyor, hoş. Güncel mitleri anlamak için yola bu noktadan çıkıyoruz: “Mitler, tahammül edilmez bulduğumuz çelişkileri çözüme kavuşturmak maksadıyla kendimize anlattığımız öykülerdir.” (s. 9) Hakikat sonrasına yanlayan bir işlevi var mitin bugün, hatta görünenin anlamını yitirip öznel yargıların gerçeklik niteliğini kazanmasında başat etken. Antik dönemlerde bilgi yoksunluğu mitlerle telafi ediliyordu, bugün nesnellik tasnif edilip rafa kaldırılıyor ve yerine mitler geçiriliyor. Mükemmel veya dandik kurgular aynı potada, aynı değerde, kitleleri sürüklüyor resmen. Dünya hızlandıkça anlamı yakalamak zorlaşıyor, ilk mitlerin korkuya karşı bir savunma mekanizması olduğunu düşünürsek günümüzün mitleri gerçeklerden, mantıktan koruyor. Conrad bir gün arka bahçesinde bir tilkinin çikolata parçası kemirdiğini görmüş, ne düşünmeli? Doğanın metayla imtihanı? Chesterton mitik bir dünyaya geldiğini düşünmüş New York’u görünce, sonraları mitolojinin yitik bir sanat olduğuna inanmış. Frazer’ın meşhur metninden etkilenen T.S. Eliot, Stravinsky gibi sanatçılar mitolojiden el almışlar. Sanattan New York’un kanalizasyonlarındaki albino timsahlara geçiş çok hızlı, Özgürlük Heykeli’nin adasındaki korsan definesini arayanların elleri boş dönmeleri de pek bir şey değiştirmemiş olsa gerek. Reklam yazarları, radyo oyunları metropol mitlerinin oluşmasına yol açmış, insan radyonun çalışma prensiplerini bilmeden çok uzaklardan gelen dalgaları duymaya başlayınca deliriyormuş neredeyse, İnsanın Eskimişliği‘nde Günther Anders anlatıyordu yanlış hatırlamıyorsam. Hızdan ötürü eskiyor insan, çoğu gelişmeyi yakalayamıyor, elindeki kadim veri kaynağına sarılıyor ister istemez. Barthes’a göre her şey mit olabilir, Antik Yunan’ın tanrıları aramızda dolaşıyor. Amerikan Tanrıları biraz da bu görüşe dayanıyor, dünyadaki her iki şeyden biri ABD’ye aitken tanrılar da arada kampanyadan gelmiş olmalı.
Apple’ın elması bize içeriğin ölümcül olduğunu anımsatabilir, bilgi ağacının meyvesi yüzünden dünyanın ilk çifti cennetten şutlanmıştı. Elma bazen sadece bir elma, Steve Jobs art anlamlar düşünmediğini, tam elmanın kiraz sanılmasından endişelendiğini söylüyor ama çağrışımlar durmuyor, Pamuk Prenses’in elmasından Turing’e uzanan bir örüntü varsa da Jobs’ın aklına gelmemiş bunlar. Gıdanın imledikleri gıdadan daha doyurucu, etin cızırtısını ve tuzun dökülüşünü satın almak karın doyurmaktan daha cazip. Barthes “mit-tüketicisi” olduğumuzu söylüyor, Conrad örnekleri sıralıyor, Nando’s ikinci. Biftek “erkek eti” olarak görülüyorsa tavuğun beyazlığının çift cinsiyetlilik imajını gidermek için üzerinin kaplanması, sosa bulanması bu açıdan incelenebilir. Reklamında tavuğa sos süren şeytandır bir de, Usame Bin Ladin’in Tabasco sosuna sövüp saymasından kaynaklanmıştır belki. Ladin’in kardeşi Salim bu sosu çok sevdiği için beş bin kasa sos ısmarlayıp Suudi Arabistan’a uçakla getirtmiş, tam bir şeytan icadı o sos gerçekten de. Bu sosu beğenenler, herhangi bir şeyi beğenenler arasında nasıl bir ortaklık var, Salim hakkında ne düşünülebilir? 11 Eylül’e bağlanıyor mevzu, dizginsiz büyüme mitinin darbe aldığı tarihten sonra enkaz kaldırma çalışmaları sürerken yıkıntılar arasında gövdesi yanmış, kökleri kopmuş bir armut ağacı bulunmuş. Söndürülmüş, bakılmış ve tekrar dikilmiş. Ağacın her bahar çiçek açtığını görenler için teselli ve acı kaynağı. Müze ve birçok anıt inşa edilmiş, bir anıtın üzerinden sular dökülüyor. Dinmeyen gözyaşları belki. Müzede çelik bir sütun, faciadan kısa bir süre sonra haç olarak kullanılmış, Fransisken bir rahip her pazar toprağın altındakilerin sağ salim çıkarılması için komünyon ayini düzenlerken o haçın altındaymış. Ölenlerin eşyaları da sergileniyor, dumandan boğulmamak için ağzını kapatan borsa simsarından geriye kalan kumaş, 2 dolarlık banknot, ne varsa. Kutsal topraklardan hatıralar. Fotoğraf çektirmek yasakmış, kutsallığın paylaşılmaması için olabilir. İki Kule vizyona girmiş ertesi yıl, tepki gösterilmiş. 2013 yılında iki paraşütçü alanda inşa edilmekte olan kuleden atlayınca yargıç “binaya saygısızlık ettiklerini” söylemiş. Şehirler sonsuz kılınmalı, facialar bu yönde kullanılabilir.
Duvara yazılan yazılar, çizilen resimler, Banksy. Dünyanın ilk duvar yazısı “MENE MENE TEKEL UPHARSIN” ilahi anlamıyla kutsal kitaplarda yer almıştı, Banksy’nin eylemlerini nereye koymalı? Conrad’a göre Banksy’nin işleri binlerce yıl önce yarım kalan işi tamamlıyor. Filistin’de bir kontrol noktasının duvarını boyarken kendisini izleyen Filistinli’nin söylediklerini düşünmeli, adam duvarın güzel olmasını istemiyor, duvardan nefret ettiklerini ve Banksy’ye memleketine dönmesini söylüyor. Grafiti bir sanat ve politik bir eylem, Filistinlilerin veto hakkı var, en azından bu konuda. Başka bir eylem, üzerinde Prenses Diana’nın olduğu banknotları bir festivalde dağıtıyor, Kraliyet’e nanik. Banknotları alanlar resmi karalayıp içki satın alabilmişler o paralarla, üstelik banknotlar ederinden çok daha fazlasına satılıyormuş günümüzde, 2012’deki fiyat 16.250 sterlin. Banka soymuyor ama paranın ederiyle bir güzel oynuyor Banksy, kalpazanlık da değil, eserini dolaşıma sokabilme başarısı. Kısa süre önce açık artırmaya çıkarılan bir eserini ortadan kaldıran düzenekle de tersini göstermiş oldu, üretiminin değerinden, akıbetinden kendisi sorumlu. İsterse. Yakalanmamak için duvarları kalıplarla boyaması Robbo gibi eski usul grafiticileri rahatsız etmiş zamanında, atışmaları Google’da mevcut, mitin biçim değiştirmesinin yenilikçi bir örneği. Sanatı büyük bir şakanın parçası, böyle düşünüyor Banksy, şakanın astronomik değerler kazandığı çağda kapitalizmin bir parçası haline getirilmesi kültüre değer biçen kodamanları akla getiriyor. Birkaç sayfa atlıyorum, Dubai’deki sanat galerilerinden bahsedilen bölüme geliyorum. Her şehrin bir azizi, ruhu varsa Dubai’ninki petrol olsa gerek, yoktan var olan bir şehrin sanata verdiği değer de akışkan. Yurt dışından çağrılan sanatçılar eserlerini yüksek fiyatlarla satabildikleri için bir dönem uğrak yerleri oluyor Dubai, hatta sanatın yeni merkezi olacağı bile söyleniyor ama sanat eserinin doğrudan astronomik fiyatlarla el değiştirmesi aslında eserin değerini artırmıyor, tam tersine azaltıyor. Herhangi bir estetik ölçüt yok, eserler sahiplerinin ismi kadar değerli. Günümüzün edebiyat ortamı basbayağı. Adının sıklıkla duyulması metnin değerini yükseltir gibi görünse de hayal kırıklığını büyütüyor ancak, hunharca övülen metinlerden ve ödüllerden uzak durmak için iyi bir sebep. Kaçanlar için üzülmeli ama bir kaçıyorsa dokuz vasatlıktan sakınmanın sevinci var.
Yiyecek. Cronut bir tatlı, Time tarafından 2013’ün en iyi yirmi beş icadından biri olarak görülmüş. Kruvasanla donut karışımı bir yiyecek, bir partisinin üretimi üç gün sürüyor, ederi parça başına 5 dolar. Bir müşteri en fazla iki tane alabiliyor, eğer internet satışlarından geriye kaldıysa. İnsanlar sabahları erken saatlerde dükkânın önünde sıraya giriyorlar ama tatlının önemli bir kısmı önceki günden satılıyor, kalan az sayıda tatlı da kısa süre sonra tükeniyor. Bizde de köfte versiyonu var bunun galiba, karşı yakada öğle vakti kapatan bir dükkândan bahsedildiğini duymuştum. Bilemiyorum ne çağrıştırıyor köfte, Conrad’a göre bu tatlının yufkası İsa’nın bedeni, marmelat da kan olarak görülebilir. Kulaktan kulağa yayılan bir efsaneye benziyor, tanesi kara borsada 100 dolara satılan bu açma benzeri tatlının bir düzinesi 14.000 dolara okutulmuş. Hemen yenmeli, bayatlayınca bir şeye benzemiyor. Conrad da sıraya girenlerden, defalarca denemesine rağmen yiyememiş. Mit işte, tatlının var olduğunu söyleyenler miti yaymaya, Conrad’sa tatlının varlığına inanmaya devam ediyor.
Çok mevzu var, ele alınan nesneler muhtelif, mitin varlığı somut. Dünyayı simgelerle okuma deneyimi bir nevi. Herkes okumalı.
Cevap yaz