Patrick White – Arabadakiler

Çeviri faciası yaşanmış burada. White’ın parlak üslubunu sezgiyle fark edebiliriz de çevirideki sözcük tercihleri, arada derede değişen anlam, sıralı cümlelerin düzleşmesi veya düzlüğün sıralı hale gelmesi, tuhaf hatalar derken metin bombastik bir hal almış, kitabı tekrar basacak yayınevinin yeni bir çeviriye ihtiyacı olacak. (Dedim de yazıyı bitirdikten sonra baktım, İletişim’den tekrar basılmış zaten. Belge’nin çeviriyi revize ettiğini umuyorum.) Birçok gudikliğin arasından iki örnek:

The lovely branches sent down sheets of iron, which imprisoned their bodies, although their minds were free to be carried into the most distant corners of hell.

Güzelim dallar demir levhalar gönderdi aşağı, bedenlerini tutukladı, ama zihinleri serbestti, cehennemin en uzak köşelerine gidebilirlerdi.” (s. 191)

Bir de şu:

To cut matters short–because that is necessary since certain things have happened–I want to suggest that you should come here, well, to live.

‘Kısa keselim -çünkü bu gerekli çünkü bazı şeyler oldu- size buraya, yani burada oturmaya yerleşmenizi söyleyecektim.’” (s. 368)

1970’lerin başında Murat Belge çevirmiş, çeviri kalitesinin tecrübeyle bağını göz önüne alırsak belki erken bir teşebbüs. İki cümle de hiç çevrilmemiş, olduğu gibi alınmış metne. Kısacası ben bunun yeni çevirisini tekrar okurum çünkü neleri kaçırdığımı bilmiyorum, dinî referanslar sağdan soldan fırladığı için belki Belge de bilememiştir o dönem. Blake’ten alınan epigrafta Ezekiel’in amacına dair esaslı bir bilgi var, “bitimsizi” diğer insanların da görmesini istediği için gübre yemiş Ezekiel, Kuzey Amerika’daki kabileler de aynı yönteme başvuruyormuş. Hikâyeyi özetlemek gerekir, Ezekiel bir gün yolda yürürken kuzeyden gelen bir bulut görür, kasırgalar kopar, şimşekler çakar, bulutun tam ortasında ateşten bir dalga yaklaşmaktadır. Dört yaratık “çekmektedir” bulutu, bu dört varlığın dört kanadı ve dört yüzü vardır, yanlarındaki iç içe geçmiş çemberler bulutun mobilizasyonunu sağlar. Tekerlek diyelim bunlara, dört varlığın tepesinde bir platform, platformda tahta benzer bir oturak, insana benzer bir figür. Konuştu mu dağ taş inler, zaman kaybetmeden Ezekiel’i görevlendirir ve İsrailoğullarına göndererek vaziyet almalarını söylemesini ister. Daha da pek çok şey söyler de kalsın burada, dört varlığı dört karakterle eşleyip romana bakalım. Çıplak ve Ölü‘deki biçeme aşinaysak kafa karıştıran pek bir şeye rastlamayacağız, White önce esas karakterlerinin gündelik yaşamından sahneler sunar, sonra karakterlerin geçmişlerine ve Avustralya’da var olma maceralarına odaklanır. Dört karakter farklı sınıfları temsil eder, bazıları çok gevşek bağlarla bağlıdır ama aynı arabanın tekerlekleriyle ilgilendikleri için Tanrı’nın mesajını iletmek onları kader ortağı yapar bir anlamda. Ayrıksı, toplumla bütünleşememiş, kasırganın gözünden çıkıp gelmiş insanlardan ilki Mary Hare, babası Norbert Hare’ın yaptırdığı Xanadu adlı bir grotesk yapıda ölümü bekleyen yaşlı kadın. Her karakterin inanç fasılası kişisel geçmişlerinden büyük izler taşıyor tabii, detaylara girince metinden çıkmak zor olacağı için hepsinin şu meşhur arabayla ilgisinin olduğunu bilmek kâfi. Yarı deli yarı dâhi Norbert’ın Xanadu için yurt dışından getirdiği eşsiz desenlerin, taşların, eserlerin malum arabayla ilgili olduğunu görüyoruz bir noktada, şair babanın kızına güneşin arabasına binenleri sorması bir başka ipucu. Mary zamanı gelince Tanrı’nın peygambere yüklediği görevi devralacak, Yahudi’yle dostluğunda yaşamının anlamını keşfedecek adeta. Deliliği varsa irsîdir, herkesin kurtulması için Tanrı’ya yakaran Norbert dünya para vererek yaptırdığı yapının avizelerine tüfekle ateş de açar, kızını aşağılarken hızını alamayıp bahçedeki kuyudan aşağı da uçar, tuhaf bir adam. Mary evde çalışan hizmetçilerden gördüğü dostluğu yıllar boyunca unutmaz, kendine güç devşirir eski günlerden ama esas hikâyede yer alan yeni hizmetçilerin kötücüllüğüne karşı koyacak gücü bulamaz, aşağılanmayı sineye çeker, “yeni insan”ı uyarmaya çalıştığı zaman sözünü dinletemez. İki büyük savaştan sonra antisemitizm o topraklarda da yayılmıştır, Yahudi’yi bekleyen akıbeti engelleyecek ilahi bir mesaj da gelmez. Mary kendisi kadar yaşlı dostuyla inanç üzerine hasbihal etmekten, gündelik yaşamın zorluklarını kolaylaştırmaya çalışmaktan başka bir şey yapamaz, Xanadu yıkıldıktan çok sonra bile bahçelerdeki güllere bakan dostları için tesellidir artık, insan olmanın tesellisi.

Mordecai Himmelfarb, Yahudi, dünyanın mirasını omuzlarında taşıyan adam Mary’yi değiştirdiği gibi diğer insanları da bir ölçüde değiştirecek, hiçbir şey yapmadan. Atalarının yaptığı gibi göç etmeye başlamadan önce orta sınıfın tipik bir ferdi olarak karşımıza çıkıyor, babasının izinden gitmeyip üniversitede edebiyat okuduktan sonra profesörlüğe kadar yükseliyor. İlk dünya savaşında cepheye birlikte gittiği Jürgen’le dostluğu bir on yıl kadar daha devam edecek, sonra işler tersine döndüğünde suratına tükürülecek. İlginçtir, çocukluğunda yüzünü çok az gördüğü Konrad, Jürgen’in entelektüel abisi yardım elini uzatarak Himmelfarb’ı sokağın dehşetinden kurtarıyor, sonraları birlikte saklanacakları eve gidip Nazi teröründen uzak durmaya çalışıyorlar, nafile. Önce Konrad kayboluyor ortadan, direnişçi olduğu anlaşılınca tutuklanıyor. Konrad’ın eşi ikinci kurban, evi saran Alman askerlerinden kurtulamayacağını anlayan Himmelfarb kendi rızasıyla ortaya çıkıp teslim oluyor, böylece eşinin peşinden öbür dünyaya gidebilir. Toplama kamplarından birine kapatıldığı zaman müttefikler çok uzakta değil, Yahudi serbest kaldığı zaman orada kalmak için hiçbir sebep bulamıyor ve İstanbul üzerinden Filistin’e gidiyor. İnancını küllendirmişse de tekrar diriltiyor, saf bir imanla yola çıkıp “sözü” Avustralya’da yaymaya karar veriyor. Yeni bir kişilik, kimlik, eski hayatından hiçbir şey yok. Kaba işler, alt sınıf, en dipten başlayıp yükselmeye çalışıyor Yahudi, etrafındakileri de kendisiyle birlikte yükseltebilirse iyi. Patronunun vasıtasıyla yozluğu görüyoruz ve Yahudi’ye üzülüyoruz, sermayenin çürüttüğü insanlıktan yana umut yok. Patron da kıyımdan zar zor kaçabilmiş, eşiyle birlikte Hristiyan olup sıfırdan başlamış ve köklerini unutmuş, bu yüzden Himmelfarb’ı gördüğü zaman korkuya kapılıyor ve Yahudilerin doğruluğundan ürküyor, dikkat çekmezse kazanacağı statüyü yitirmekten korkuyor. Bu yüzden onca eziyete ses çıkarmaması kalbini çürütecek, Tanrı’nın cezası duygular üzerinden işliyor. Nedir, Yahudi çalıştığı şirketin düzenlediği dinî bir şenliğe katılır, taskafalar hemen bir oyun tertipleyip adamı yaralar ve ayaklarından asıp çarmıha gerer. Tek bir ses bile çıkarmaz Yahudi, başına gelenleri kabullenir ve kurtuluşu beklemeye başlar. Varlıklardan biridir, diğer üçünün zuhur etmesini umar çünkü konuşulmuştur bu, Mary’nin de Araba’yı bildiğini öğrenince zaddik payesini verir kadına, “sadık”. Her kuşakta otuz altı gizli insan dünyayı dolaşır, tedavi eder, yorumlar, iyilik yapar, Tanrı’nın yaratıcı ışığını ve sevgisini taşır. Tanrı’nın Arabası onlardır, kanatları birbirine değdiğine göre birinin çektiği acıyı diğeri de çeker, ruhları iç içe geçmiştir. Yahudi’nin başına gelen felaketten sonra Alf’in çizdiği resim kanıtıdır bunun, dörtlüden biri olan Aborijin gencin yeteneği uzun zamandır göz önündedir de karakterler için parçalanan dünyadan geriye bir şey kalsın diye çizer son kez, kendini paralarcasına çizer ve geride var olduklarının kanıtını bırakır. Değer görmeyecektir belki, bilinmeyecektir ama acılarının fark edildiğini gösterecektir, kurtuluşu işaret eder diğer yandan. Her türlü rezilliğe katlanan dört insanın inançları başka başkadır, yine de aynı gücü hissederler, karakterlerinin sağlamlığından başkaca bir yüceliği de keşfetmişlerdir.

Sağlam bir önsöz de lazım bu metne, okurun malum hikâyeyi muhtemelen bilmediğini düşünürsek White’ın dünyasını anlayabilmek için din kültürümüzü dürtüp yer açmalıyız az. (Önsözü Barış Özkul yazmış, hoş.)

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!