İnsanların İbrahim’le tanışmalarını isterdim, ortalarda bir yerlerde dolanır İbrahim ve sayfalarda. Politikacı, işçi, köfteci, baba, memur İbrahim içimizden on sekizidir, öykülerde farklı kimliklerle karşımıza çıkmaz çünkü on sekizimizin toplamı bir İbrahim’dir, İbrahim biricik. Gelmiştir, eşi ve çocuklarıyla gecekondulardan birine yerleşmiştir, hademelik yapmaya başladığı zaman bürokratlar etrafını sarar, işini gördürmek isteyen pervane olur çünkü bilinir ki kurumların kilit adamları hademelerdir, en azından benim bildiğim, gördüğüm de öyledir, zamanında istediğim okula görevlendirmem çıksın diye ne şube müdürlerine, ne ortalık memurlara gitmişimdir, istikametim Havva Abla’dır, bu ayrıca vazifemi daha iyi görmem için fişek. Havva Abla bizim okuldan ilçeye giden personelimizdir, ben devlet değilim ama devletin bir parçası olarak idare ederim çalışanları, idareciyim, Havva Abla işini çok iyi bildiği için idare edilmeye gelmez, türlü kurnazlıklarla hacamat eder kişiyi, haliyle birbirimizi itip çekmek yerine cızlayıp fışlarız ki cortlamamaktır maksat, kısacası zamanında kurduğumuz iyi ilişki işime yaramış, Havva Abla hemen özlük işleriyle ilgilenen şube müdürünü aramıştır ama konu bu değil, İbrahim. Daha az boğaz, boğazlar sorunu azalacak demektir ama İbrahim hiç kulak asmaz, bacaklarının arasında dolanan çocukları karıncalara benzerler. Alamanya’ya gitmek isteyen İbrahim’le birlikte gitmek isterler, anlatıcı uzun zamandan sonra denk gelip konuştuğu İbrahim’i terslediğinde biraz da çocukların “hak tu”sunu yemiştir suratına: artık kimse iyilik düşünmemekte, hele memleketini kimse sallamamaktadır, öğretiler ve koyunlar, elmalar ve mandalar ancak zenginlerin ulaşabildiği değerlerdir, köylerde hiçbir kıymet kalmamıştır, öyleyse vatana ve millete faydalı olabilmek, parayla dolabilmek için ecnebi memleketlere gitmek gerekmektedir. İbrahim okumuş adamdır, bilir. Okumamış da adamdır, aslı budur ama okusa da okumasa da İbrahim’dir. “‘Nasıl bana ne? Duymuyor musun hiç bir sorumluluk? Bu kadar yıl kafa patlattığın halde Sartre üzerine ve yazdığın halde makaleler. Yazıklar olsun sana harcadığım emekler.. Ne demek bana ne? Herkes sana ne? Herkes senin neyine? ve herkes seninle birlikte benime?’” (s. 84) Görüldüğü üzere İbrahim cins bir maddedir, takip edilesidir, bu yüzden ilk öyküsünden sonra da piyasaya çıkmaya devam edip maceralarına ortak eder, sonra arazi olur. Başka öykü, Duru’nun façasına örnek: “Gelişmeleri azalmış ülkelerin, yani gelişmesi gereği kadar hızlanmıyarak gerisinden geri çıkarak geliştirmesini bilmeyen ülkelerin, daha iyi deyimle, geliştirilmemiş, gelişmesi duraklatılmış ve uzaklaştırılmış ülkelerin önemli sorunları karşısında kalan İbrahim, o sabah kalktığı zaman yatağından ve okuduktan sonra gazetesini, bağırdı birden karısına ve kızına yüksek sesle: ‘Hayır, hayır! Türkiye az gelişmiş bir ülke değildir. Siz sanıyor musunuz ki Türkiye bir Hotanto, bir Mogambo gibi Afrika devletleriyle bir tutulsun.’” (s. 85) Etkinin altında kalmanın resmidir, tepemizde tepinen etki düşüncemize, yazımıza, sentaksımıza, morfolojimize sızar ve fonolojimize. Sesimizde yankılanır da İbrahim konuşur, eşiyle kızına anlatır Asya Tipi Üretim Tarzı’nı, bilmem nereden devşirilen tüketim arzını, İsmet Paşa’yla Sezar’ın ortak yanlarını tecimsel tecimsel işlere bular, üstelik kodamanların hazır bulunduğu toplantılarda üfürmeye devam eder aklındakileri. Baksalar da “kim bu hıyarağası” gözleriyle, söyler İbrahim durmadan, bilmediği halde bildiğini ve devlete bakkallık yaptırmayacağını. Özel sektörün nimetlerini anlamamış bir topluluk olarak toplum hazırdır yeni üretim ve tüketim ilişkilerine, toplum bunu istemektedir, toplum şunu da istemektedir, öyleyse toplum her şeyi istemektedir, parası olan toplum için dünya cennettir. Millette vardır para, ey milletim yeni eş, ev, araba ara. Devlet etsin de zarar, gelsin özel teşebbüse paralar için koca bir İbrahim var öyküde, bacasız sanayi cabası. Her turiste bir kazık, yerli turiste anca azık, turizmin olması gereken şekli budur İbrahim’e göre, karşılanan alkışlarla. Başka da ne çabaları vardır İbrahim’in, toplumu kaldırmak, kalkındırmak, kalkıştırmak için akla hayale geldik fikirleriyle ufukları açıp kapar. Boşlukta yaşamaya başlamıştır, kimse lafını dinlememektedir ve düşüncelerinden çıkarmamaktadır bir ders, dünya İbrahim’e ters? Önce köylü kalkındırılacaktır mesela, köylü birilerinin efendisidir ama birileri yoktur piyasada, köylüye zinciri çoktan takmıştır, bu milletin yüzde bilmem kaçı olan köylü yüzlerle ifade edilemeyecek kadar azdır artık, bitmiştir, şehirlere göçüp köykentli olmuştur. Köykentlerde bir İbrahim, o da köylüdür, haliyle düştüğü yerden kaldırmak ister köylüyü ve kendini. Neden öldürülmeleri gerektiğine dair şiir vardır malum, o şiir nereden esinlenmiştir, mesela bu öyküden olabilir: “Bunlar otobüse ya da trenlere bindiler mi ortalığı bir koku alır. Bu koku nerden gelir? Ayaklarını yıkamaz bunlar. Kıçlarını da yıkamaz. Aslında hepsi müslümandırlar. Kimi zaman hamama da giderler ve o zaman görürsünüz bunların cılız, beyaz, çıplak vücudlarını natır keselerken. Elleri bileklerine kadar, başları boyunlarına kadar güneşten yanmıştır iyice. Köylüler gerçekten köylerde yaşarlar ama kimi zaman başka yerlerde de yaşıyabilirler. Askerde görülür bunlar daha çok. Gece düşlerinde kadın görüp hamamcı olurlar, sonra soğuk suyla boy abdesti alırlar, zatürree olup, ölürler. Sonbaharda yaprak dökümü gibi bunlar dökülürler ve böylece ölürler. Acıklı bir durumdur bu.” (s. 96) Nasıl kurtaralım, kaçak kat çıkar evine İbrahim, onu yıkarak. Daha çok para veren partiye üye olmayarak. Tip tip üretim tarzlarının güdümüne girmeyerek. İki tavuk kestirmeyerek İbrahim kentten köye geldi, köyü kurtarmaya soyundu diye. Ayrıca mesleği, kişiliği, eşi dostu, çocukları değişir İbrahim’in, İbrahim sabit bir şahsiyete sahip değildir, durağan bir kişi hiç değildir, ilerleğen bir kişidir. “Anadolu’da briç oynıyarak geçirmişti memuriyet hayatını orduevlerinde şehir kulüpleriyle tüccar kulüplerinde İbrahim ve Hazret. Şimdi ise hergün gitmekte olduğu kahvede, yetiniyordu briç yerine pırafayla, o da olmazsa pırasayla. Karısı çok iyi kıymalı pırasa yapardı doğrusu ve eline sağlık.” (s. 104) Başka öykülere, İbrahim’in olmadığı anlatılara yer kalmadı ama İbrahim her şeyi kapsayan bir cinstir, belediye başkanı tarafından avlanıp siyasete sokulması diğer öykülerde aynı yolla siyasete sokulmayan her karakterin tesellisidir, İbrahim’in aday olmak için verdiği paralar, rüşvetler, sözler hemen her Duru öyküsünün karakteridir, konuşur zira paranın yapacağı başka iş yoktur. İlçe başkanlarının il başkanlarına verdiği paralara birazcık katkı sağlar İbrahim, gider köylülerle konuşur da oy ister ama karşısında şıkır şıkır bir İbrahim’i gören köylüler en az o kadar şıkır şıkır olmadan oy vermek istemezler, haliyle kesenin ağzını yırtar İbrahim, aç kalasıya saçar paralarını, tek amacı seçilmektir. Bir yerlere seçildikten sonra işi daha kolay olacaktır, ilk adımda en dandik konum için seçilmeli, ölümü göze alarak yaşadığına göre yonga olanı saçmalıdır. Onun gibisini mi bulacaklar, o kadar yıl memuriyetle birlikte devlet sorumluluğu, devlet neferliği, devletin adamlığı. Ben bunu anlattım bir öyküde, devletin gücünü arkasında hisseden devlet memuru barda yumruk dahi atamayıp dayak yer, dayak atma hakkını arkadaşlarına devrettiği için yediği her yumrukta dış mihrakların saldırısına uğradığını haykırır. Haykırmaz, uyduruyorum ama gerisi gerçek, yani bir yerde memur olup hademeyi işimi yapması için dört soğuk baklava dilimine ikna ettim, boka kire battım, yerime biri gelmesin diye türlü oyun ettim mi ettim. Etmedim, yalan söylüyorum, yarısı gerçek. İbrahim’den başka öykü olmaz olur mu, İbrahim öykü olsa olurdu ama değil ve Duru’nun öykülerinde İbrahim nedir ki, uzaylıların ve dünyalıların ve aslında dünyalıların da uzaylı olmalarının yanında.
Cevap yaz