Onurhan Ersoy – Yavaşla

Taraflı bir yazı olacak, tarafsız olsa da aşağı yukarı aynı olurdu ama taraflı, yani öznel yorumlarımı katacağım. Katayım: en haso tornavida yıldız tornavidadır, erik suyu dünyanın en iyi içeceğidir, çakmak taşının kusursuzluğa en yakın nesne olduğunu düşünürüm. Şimdi öyküler. Onurhan’ın her öyküde tutturduğu sabitler etrafına kurduğu anlatıları fragmandır, büyürek hikâyedir, yörüngeden kurtulmaz ki gevezeliğin çekim kuvvetini dengelemek başlı başına iştir. Bir kurtulan kolay kolay geri dönemez de öykünün dengesini bozar, bu öykülerde simetriktir uçlar, kürenin bir noktasından uç verdiyse tam karşısından da verir, böylece çok sayıda uç ve fraktal ve tornavida. Alıp başını gitmez yani öykü, örneğine hemen bakalım: “Havlayan Köpek”. Adına erik suyu dökülebilirdi, gayet net ve dolambaçsız şu haliyle. Dolambaç nedir, bir şeyi dolamaktan gelse de dolanmaya, dolambaya varır, bir şeyken başka bir şeydir yani, bazı şeyler oldukları gibi olmaktan taşabilirler. Taşmamış. Köpek gibi havlayan bir köpek söz konusuysa şeyi başka türlü düşüneceğiz demektir, hikâyenin verdiğiyle yetinip asıl havlamanın, köpeğin ne olduğunu düşünebiliriz, Büşra’nın AirFryer’la oynamaya başlamasından beyaz yakalı düşünü yaşadıklarını da düşünebiliriz çiftin, yağın ziyan olmaması ve yemeğin daha iyi kızarması en basit elektronik aletlerin hedeflerine varabildiklerini gösterir ki AirFryer basit bir alet değildir ama çalışma prensibi öyle atla deve de değildir, sıcak hava üfüren bir üfürgeç pişirir altında ne varsa, işini yapar. Köpek, Cortazar işini yapmaz ama, bu yüzden AirFryer’ı mutfağın baş köşesine koyduysak köpekle başka bir şey yapacağız demektir. Anlatıcı gezdirmeye çıkar Cortazar’ı, Büşra evde pineklerken çıkarlar, tinercilerle dolduğu söylenen parkta gezinirler. Eskiden idman yaptırırmış anlatıcı orada, tinercileri bir uç ve çakmak taşı olarak görebiliriz, iyidir. Köşedeki tekelden Camel Soft, Naneli Olips, karşılığında hologramlar ve bilinç aktarımı, belli ki insan mağara adamlığından ayrılmamış henüz teknolojinin ilerlemesine rağmen. Komplekstir bu, Kaku’nun üfürmesi değildir belki ama Kaku’da gördüm ben, teknolojik mambo cambolara neden hemen atlamadığımızın açıklamasıdır. Köpek olmayan köpeği neden sevdiğimizin de, aslında pek başarılı bir köpek değil zira sınavdan düşük not alıp Anadolu’da narkotik mi, terörle mücadele mi, bir okulun bölümünü kazanmış ama Büşra daha iyisini yapabileceğini düşünmüş Cortazar’ın, anlatıcı bu hikâyeye inanmamışsa da bir zorunluluğu sürüklüyor yanında. Köpek çocuklar, insan çocuklar yan yana büyüyorlar, mutasyon doğal yollarla gerçekleşmemiştir sanıyorum. Anlatıcı parkta geçirdiği zaman boyunca gerek Büşra’yla, gerek Cortazar’la anılarını uç uca ekliyor, havlamalarla bölünüyor düşünce akışı, olay yığınağı açıkta. Ne var arada, anlatıcının ruh halini gösteren durgun anılar: “Kurtarmaya değer bir şeyler bulma umuduyla Kilyos’a gitmiştik. Günübirlik tatiller insana yok yere umut veriyordu. Deniz tuzuyla yıkanmış gözlerin güneşle cebelleşecek sanki sonsuza dek. Çıplak ayaklarla kuma basacaksın. Kum taneleri parmaklarının arasından kayacak, topuklarına minik taşlar batacak. Şiirsellik böyle bir şeydi, sıcak kumlar ve keskin çakıllar. Dünyanın gerçekten güzel bir yer olabileceğine, bir şeylerin hâlâ kurtarılabileceğine, her şeyin berbat edilmediğine dair. Cortazar’ın göz bebeklerine iliştirilmiş bir tutam umut.” (s. 17) Geri dönülürse her şey berbat edilmiş sayılmaz ama Büşra’yla aralarında kopmuş bir tel, Cortazar’ın başarısızlığıyla kopmuş başka bir tel, dınk dınk öykü. Onurhan’ın öykülerinde belli belirsiz hissedilen hava: olmayanın nasıl olmadığı, olmaya dair umutsuzluk, anlatımın şiddetiyle gelen kabullenme çabası. Şiddet, taşar gibi değil de her şeyi bir arada tutma çabası. Yörüngeden fırlatmama. Çaba da değil, doğal bir devir. Çok çalıştı mı bu öykülere Onurhan, elbet çalışmıştır ama devri aksatacak kadar değil besbelli, aşırı düşkünlüğü yok, ikide bir didikleyip rahatsız etmemiştir yani. Diye seziyorum, bilmiyorum, böyle şeyleri konuşmak bir nevi ayıptır. Utandırıcıdır. Ne gerek. Buca Narkotik’i kazanamayacaksa Cortazar, bir AirFryer başarısına sahip olamayacaksa beslemenin de anlamı yoktur artık, Büşra sabit başarılara meraklıysa birlikte olmanın da anlamı yoktur sanki. Hüzünlü öykü. Yan hikâyeler matraktır, aslında öykünün kendisi de matraktır ama ironi tam da buradadır zaten.

“Kalp Patlatan Beş Vuruş” bir tekniğin üzerine kurulmuş öykü değildir, “tap tap tap tup tap” şeklinde yapılan -sıralama önemli, birinin kalbini gerçekten patlatmak için beş kez kırmak gerekir ki bir insan ömrü boyunca ortalama altı kez âşık olurmuş- vuruş etrafına yerleşen hikâyelerin, asıl hikâyenin ve bahsedilmeyen hikâyelerin toplamıdır. Anlatıcı bazı şeyleri önceden hallettiğini, mesela zombi istilası yaşanırken nasıl kaçacağını düşündüğünü söyler ama yolun ortasında yatan çıplak bir kadın, yeni bir şeydir bu. Gerçekten herkes bir kez yapmıştır bu plandan diye düşünüyorum, ben apartmanın çatısına çıkıp yan binanın balkonuna atlamayı düşündüm, oradan bizim binanın bir alt katındaki balkonuna, neden aşağı doğru iniyorsam. Neden çıplak bir kadın, en az zombi istilası kadar etkileyicidir, özellikle de amfibikse. Muhabbet açma çabaları takdir edilesi, anlatıcı elinden geleni yapıyor ve kadını Bill’in kalbini patlatan vuruştan bahsederek tutuyor ipin ucunu, kadın denize atılan bir VCD’den izlemiş filmi de oradan biliyor. Dudaklarındaki tuz birikintisinin üç metreden görünmesiyle öykünün sonunda anlatıcının dudaklarındaki tuz yüzünden yediği dondurmanın tadını alamamasını ıskalamayalım, kürenin karşılıklı uçlarını böyle yakalayacağız. Adamımız bir cosplay etkinliğine giderken rastlamıştır denizkızına, yanında Catwoman kıyafeti olduğu için -ironi, kıps- çıplak kadını doğasından kurtarır, sonra filmlerle tavlamaya çalışır. Pfeiffer kostümün içinde on beş dakikadan fazla kalamıyormuş, trivia da sıkıyor. “Söze dahil olmasını, gerçekten şaşırmasını, bu konuda bir hak savunuculuğu yapmasını bekliyordum. Patriyarkanın dayatmalarından, sinema sektörünün kadın oyunculara yaptığı zulümlerden falan bahseder diye düşünmüştüm. Onu da yapmıyorsa en azından favori Batman’ini söyleyebilirdi. Sohbetin uzayabileceği tüm dalları kırıp cılız bir ‘aa,’ bırakmıştı kucağıma.” (s. 35) Yemek faslında eski sevgilisinin sevdiği içeceği -keşke erik suyu olsaydı- içen anlatıcı hislenir, nasıl ayrıldıklarını anlatmaya başlar konuşma kabızı kadına, etkinlik öncesi kıyafet seçiminden çıkan tartışma yüzünden makarnasını lapır lupur yutan denizkızı çok değişik sinyaller verir böylece. Mutasyon sonucu yine, belki duyguları da cortlamıştır, gösteremiyordur ya da suyun altında görüntüyle birlikte duygular da bulanık olduğu için doğru sinyalleri veremiyordur denizkızı, bilemiyoruz ama dünya hakkında daha fazla bilgi sahibi olabiliyoruz: Altın Saçlı Adam nam biri dünyayı havaya uçurmakta, ortalığa nükleer dalgalar yaymakta ve çeşitli balıkları insanlaştırmakta ya da insanları balıklaştırmaktadır. Bunu da düşünmeli, Onurhan’ın öykülerinde hibrit canlılar.

“Şezlongda” olsun, “Yeraltı Sakinleri” olsun, “Tanıyorum Seni” olsun, olsun. Son ikisinde bıraktım ben kalbimi, özellikle sonuncusunda. Ve sondan birincisinde çünkü yerin altındaki fasilitenin önünden her gün geçiyorum, metroya binmek için Kasımpaşa tarafındaki girişten indim mi, köşeyi döndüm mü Şişhane’nin altındaki camekânlı yaşam alanı çıkıyor ortaya, buranın bir kantini varmış da kantincisi hikâye anlatıyormuş diyelim, gelenlere Olips, gofret, bisküvi falan satsın ve gelenler yukarıya uyum sağlayamamışlar olsun sırf, uyumsuzluk biçimleri öyküye dönüşsün, anlatıcının yüzeydeki hayal kırıklığı da girsin, budur öykü. Beş tane, hepsi “budur” türünden. Kurşun kalemde ferahlık vardır. Sigaranın iyisi filtresizdir ve çakmak taşını tersten çakmak dünyanın pişmanlığıdır.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!