Elimde dördüncü baskısı var, 1978 tarihli. Tekin Yayınevi “roman” diye sunmuş kitabı, matrak bir hata. Cumalı’nın roman ve öyküyle ilgili demecini aktarayım hazır, romanı doldurma bölümlerle yürütmektense öykü hassaslığıyla işlemek gerektiğini söylüyor Cumalı, öykü yazar gibi roman yazacağız, öykünün anlık parıltısını yitirmeden, tekrar icat ederek veya gelmesini bekleyerek yazacağız. Şiire çalan bir yanı da olur sonuçta, roman kaba uzunluğunu incesiyle değiştiriverir, özene denk gelmeden sayfa atlamayız böylece. Ay Büyürken Uyuyamam‘ın güzel öykülerine gelebiliriz artık, geldik. Öykülerle ilgili yazılara yer verilmiş sonda, birkaçını açımlamak, deşimlemek isterim. Hilmi Yavuz’a göre Cumalı bu kitabıyla hikâyecilikte yetkinlik çağına varmış. Adnan Binyazar “kadını cinsel suça iten” nedenlerin Cumalı’nın avukatlığının da sağladığı olanaklarla güçlü ve somut örneklere dönüştüğünü söylüyor, ilk kısmı çok su götürür bu yorumun. Suç tanımı köhne yapılardan doğuyor, insanın taştığı ve ailenin zincirinden kurtulduğu öykülerde erkek karakterlerin bazıları insanın ne olduğunu bildikleri için kadınları suçlamak bir yana, gönüllerince yaşamalarının ayrılığa yol açtığı durumlarda üzüntüleriyle baş etmeyi öğreniyorlar, musallat olmaya yanaşmıyorlar pek. Poligamik bir kurgu dünyayı, hatta bence gerçeği anlatıyor Cumalı, insanlarının cinsellikle kafalarını bozduğunu söyleyemeyiz çünkü uzun süren gerilimlerin patlama noktalarına odaklanıyor bu öyküler. Muzaffer Uyguner Varlık‘ta çıkan yazısında hikâyelerdeki cinselliğin ucuzculuk olmadığını, insanın sorunlarının en büyüklerinden birinin incelenmesi amacıyla temellendiğini söylüyor, öyledir. Cumalı’nın öyküleri yoğun, titizlikle kurulmuş, dağınık değil. Çatışmanın temeli ekonomik veya töresel, bazen her ikisi, farklı kurgu biçimleriyle işleniyor bunlar, çok sayıda öyküden birbirinin sesini taşıyan, benzer pek yok. Coğrafya aynı, kişiler kırsalın sadeliğini taşıyor, benzer kaygılar ki daha çok ekonomik, trajedilerin ortaya çıkış biçimleri farklı. Her öykü de mutsuz sonla bitmiyor gerçi, kurgu harikası “Hanım” gönlünce yaşayan bir kadının toplumca nasıl eleştirildiğini içeriden gösteren bir öykü. Köylere dolmuş yapan külüstür bir kaptıkaçtı kasaba meydanında durur, içinden Hanım’la kâhyası inerler. Meydana bakan kahvenin önünden eve kadar yürüyecekler, yol üzerinde kim varsa kadını nasıl çekiştirdiklerini göreceğiz. Çirkin bir dille kadının rahatlığından, güzelliğinden bahsederler, mesela mihrabı yerindedir, çok kâhya eskitmiştir, bilmem ne. Kocasının İzmir’de olduğu, kâhyaları Bodrum’dan, Marmaris’ten getirdiği bilinir, konuşulur bunlar. Doktorla eczacının bilgili, anlayışlı kişiler oldukları söylenir öyküde ama onların konuşması da diğerlerinden hallicedir açıkçası, erkeğin bakış açısı değişmez, sözcükler yumuşar, değişir. “Efe kadın”dır Hanım, ziyarete gelenleri besler, ihsanını eksik etmez kimseden, bu yüzden de ne kadar dedikodusu dönerse dönsün ona saygıda kusur edilmez. Güçlü kadının anlatıldığı öykülerden biri, bulabildiklerime sırayla bakayım. “Soluk Almak” da çok etkileyici, yaş farkından doğan bir sıkıntının çözümü. Adam dişini tırnağına takarak çalışır, tütün satışından köşe olur ve evlenir. Eşi on sekiz, kendi kırk yaşındadır, dört çocuktan sonra kadın daha da serpilir ve güçten düşen adamın tuttuğu yardımcıya vurulur. Gece vakti sessizce kalkıp yardımcının yanına gider, eşi her şeyden haberdardır ama kadına da hak verir, içi yansa da hiçbir şey söylemez, yaşlanmıştır ve kadının ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır artık. Kaçarlar en sonunda, kadınla sevgilisi İzmir’e yerleşirler. Adam bir gün peşlerinden gider, kadını evde bulur ve eve dönmesini ister sakince. Kadın utanır, eve döndüğünü bildiren bir mektup bırakır sevgilisine. Yol boyu konuşmazlar, kadın eşinden sormasını ister ama adam tek kelime etmez. Kadın adama çıkışır, neden kaçtığını sormasını ister, adam yorgun gözleriyle eşine bakmakla yetinir. Kadın patlar sonra, boğulur gibi olduğunu anlayınca kaçtığını, rahat bir soluk aldığını söyler. Eve çocukları için dönmektedir muhtemelen, adam da razıdır ondan, tamam bu iş. Tek eşliliğin bunaltıcılığı böylece bertaraf edilir.
Arzularına ulaşmak için toplumun katı engellerini atlatmaya çalışan insanların öyküleri de hoş, “İğneci”de henüz yirmisindeki Şükriye’nin kanını kaynatan iğneciye yeşillendiğini görüyoruz. Kırk elli adım ötedeki sağlık merkezinde çalışmaya başlayan iğneciyi gözüne kestirir Şükriye, bön kocasını tersleye azarlaya doktora gideceğini söyler. Bir gün muayene olma bahanesiyle merkeze gider, en son kendisi kaldığında adamın odasına girer ve isteğine karşılık bulur. Cumalı kısa cümlelerle kurar ilişkileri, örneğin Şükriye’nin “voltajı yükselir” ve iç gıcıklayıcı sayılacak bir şey söyler, tabii sınırın öte yanına geçmemek için elinden geleni de yapar, erkek bön olsa sezmeyecek muhtemelen. İğneci “elektriklenir”, Şükriye’nin evine iğne yapmak için gitmeyi kabul eder. Niyet baştan bellidir, şartları uygun hale getirmek kalmıştır geriye. Bunun için kolaylıkla, kendiliğinden söylenen imalı sözler yeterlidir, Cumalı’nın yarattığı atmosfer o doğallığı da taşır, ağızdan çıkan hiçbir söz, elektriklenmeyle ortaya çıkan hiçbir davranış yadırgatmaz. “Yük”te erkeğin gözünden bakıyoruz, Musa’nın cinsel sancıları yolunu Şehnaz’a çıkarıyor. Bir an önce evlenmesi lazım ama öncesinde Şehnaz. Derenin kenarında karşılaşırlar, Musa kadını kıstırır ve birlikte olurlar. Sadelik çok şey anlatır yine, Cumalı karakterlerini yargılamadan “aydınlatır” diyeyim. Şehnaz’ın kocası Gurbetçi Selman yılın on bir ayında gurbet gurbet dolaşır, para kazanacak diye evinde en fazla bir ay durur. Gencecik gelindir Şehnaz da, nasıl olduğunu anlamadan Musa’yı delirten sıcaklık onu da delirtir ve kendini bırakır, olanlar olur. Musa’nın köpeği gözlerini dikmiştir, Şehnaz oğlunun, eşinin ve köpeğin yan yana dikilip kendisine baktıklarını hayal eder, utanır. Musa tekrar orada buluşup buluşamayacaklarını sorduğu zaman Şehnaz tersler adamı, bir şey sormamasını ister. Buluşacaklar haliyle, Şehnaz yirmili yaşlarını çocuk bakarak, eşini bekleyerek geçirmeyecek. Geçirmemeyi tercih etmesi “cinsel suç” mu sayılacak? Kırsalın insanı evini çekip çevirmekten erinmez, gönülleri hoş tutmaya çalışır ve sevdiğini bekler, gerçekten beklemek isterse. Yaşama kilit vurmaz kısacası. Beklemenin bir örneğine “Halim Gelecek”te rastlıyoruz, müthiş bir öykü bu da. Halim kasabanın en bıçkın, dürüst, delikanlı gençlerinden biridir, sonra değildir çünkü dertlenir, kendini dağa taşa vurur, yüzü düşer. Sorarlar, söylemez. Belkıs’a tutulmuştur aslında, vaziyet ortaya çıkınca ailesi yüklenir, Halim askere gitmeden önce işi bağlamak isterler. Kızın ailesi askerlik bittikten sonra gelmelerini söyler, Halim’in isteksizliği de sürer. Sonradan anlarız mevzuyu, Halim’in babası Halim’in kardeşinin eşiyle birlikte olmuş, oğlundan meydan dayağı yemiştir. Aynı şeyin tekrarlanacağını bilen Halim önceleri olmazlanır, sonra nikaha razı gelir ve askere gider. Gerçekten de hem kardeşi hem de babası Belkıs’ı canından bezdirirler, kız her gün ikisini de orakla, çapayla falan zar zor def eder. Evin kadınları ses çıkarmazlar, dayakla sindirilmişlerdir. En sonunda katakulliye getirirler, Belkıs’ı bahçede çalışan bir oğlanla birlikte olmakla suçlarlar, askerdeki Halim’e mektupla durumu bildirirler. Halim ne yaşandığını bilir, yalvar yakar izin alıp kasabaya döner ve önce kumpasın ortağı olan oğlana meydanda gerçeği söyletir, sonra ailesine temiz bir sopa çeker. Belkıs’ın masumiyetinden şüphe etmez, geleceğe dair planlar yaparlar ve kurtulurlar oradan, Halim gönül rahatlığıyla birliğine döner. Belkıs’ın direnci kayda değerdir bu öyküde, erkeklerin işkencesine katlanır ve duruşunu bozmaz, gücünü Halim’in kendisine duyduğu inançtan alır. Tam bir mücadele öyküsü, biraz da Susuz Yaz havasında tabii. İki metnin benzerliklerini incelemek hoş olabilirdi. İncelenmiştir gerçi, makalesi falan kesin yazılmıştır.
Şahane öyküler, okunmalı.
Cevap yaz