Önünde sonunda görüp göreceğimiz odur, doğal yoldan yürüyerek varılan son. Muhtemelen doğal yol, patikadan önce son, ikinci, üçüncü çıkışları tercih edecek kadar kırılmamışsak, usanmamışsak istikamet hastane yatağıdır, sedyedir veya kendi yatağımızdır ama insana kendi yatağında ölmek de çok, yaşatabildikleri kadar yaşatmaları şartmış gibi. 101 hikâyeden yaşlılıkla ilgili olanlarında bedenin bilince yetişememeye başladığı an karakterler bırakırlar kendilerini, sulara gömülürler veya beyinlerini dağıtırlar, ipin ucunda sallanırlar, hapları yutarlar, gaz solurlar, kan kaybederler, bir şekilde acıyı dindirirler ve geçici sorunlara kalıcı çözümler değildir buldukları, kalıcılığa dengiyle saldırırlar. “İhtiyarlıktan korkmak çoğu kez ölümden korkmayı bastırır, ihtiyarlığın arifesinde çıkıp gitmek sanki daha aklı başında bir karardır.” (s. 207) Çıkıp gitmenin yolları vardır bu kitapta yani, bazı bölümlerde birden fazla insan farklı yolları seçerek ölür, bazı bölümler tek bir yola ve insana ayrılmıştır, hepsi gider nihayetinde. Nihayet gitmektir yani. Göle’nin kendi icatları vardır, mesela titiz birinin ortalık kirlenmesin diye namluyu kıçına dayayıp ateş etmesi elbette tarihte görülmüştür ama meşhur intiharların arasında yer almaz sanırım. Kalibrenin önemini de araya sıkıştırmak gerekir, kafanın havai fişek gibi fırlayıp patlamasının çevre temizliğine katkı sağlamayacağı malum, o halde bu işi küçük silahlarla yapmamız gerekiyor. Meşhur intiharlar dedim, okur birkaçını yakalayabilir ve şanslıysa bir iki şeyi düzeltebilir. Yakaladıklarımdan biri Mişima, son nutku bitince kalabalığın karşısında kendo‘sunu karnına saplar, iki yana iyice iterek içini döker, maksadı Japonya’nın modern öncesi dönemdeki şaşasına geri dönmesidir. Seçtiği yolun davaya faydasını sorgulamak başka iş, törenin bitmesi için katana‘sıyla bekleyen sevgiliye odaklanmalıyız. Bu kılıç müntehirin onurunu korumak için son hamleyi yapmalı, fşıyuf diye inerek kafayı kesmelidir. Ne olur, sevgili kılıcı bir kez indirir, boyun kopmaz, ikinci kez indirdiğinde de kopmaz, ortalık kan gölüne döner, Göle’ye göre kadının üçüncü darbesi işi bitirir ama benim başka bir yerde okuduğuma göre yanlarındaki müritlerden biri İlyas Salman’ı aratmayacak şekilde, “Bok ettin bayan!” serzenişiyle kılıcı alır, temiz ve hızlı bir şekilde kafayı bedenden ayırır. Geleneği yaşatmış olur Mişima, tam istediği şey. Tepki intiharı. Canını kurtarmak için intihar edenlere bir örnek daha, kim olduğunu çıkaramadım. Sokaktan uğultular gelir, kalabalık yaklaşır, inançlarını çiğneyen adamın ölüsünü isteyen insanlar kapıyı kırıp içeri girmeden önce istedikleri adam kendini zehirler, bileklerini keser, üç farklı şekilde canını almak istese de başarılı olamayınca kendini boşluğa bırakıverir. Aslında bu intiharların gerçekleşme biçimlerine göre gruplandırılması da mümkün, kendini yüksek bir yerden atanlara bakayım. Tavernadan çıkan adamı veya kadını gördüm, günlerin birbirine benzemesinden bıkınca ayakları iskeleye götürüyor onu, kendini soğuk sulara bırakıyor ama kurtarıyorlar, evine getirdikleri sırada fırlayıp kendini kuyudan aşağı bırakıyor adam veya kadın, her kimse, isminin ne önemi varsa. Başka birinin, bilim insanının boşluğu: umursanmamak. Çocukluğundan beri bilime düşkündür ama yaşamın çizdiği farklı yollarda yürür, ailesi öldükten sonra maddi refaha kavuşur ve istediği konularda makaleler yazar, araştırmalar yapar, hiçbiri yayımlanmaz. Görmezden gelinen adam ne yaparsa yapsın hiçliğe karışacağını anlar, en azından kendi eliyle kendini hiçliğe karıştırırsa belki adının hatırlanacağını mı düşünmüştür artık, ne düşünmüşse hiçliğe karıştırmıştır kendisiyle birlikte. Bir sebepten atlayanların yanında neden sadece çağrıya cevap verenlere de değinmemiştir Göle, bütünlüğü sağlamak için mi? “Boşluğun çağrısı” örneğin, Fransızların “l’appel du vide” dediği nane. Yaşadınız: Yüksek bir yerdesiniz, o kadar yüksek ki dibi görmeden soluk almayı bırakacaksınız, havada kalp krizi geçirip öleceksiniz veya bilinciniz yerindeyken yere çakılacaksınız, nasıl isterseniz. En başta şunu sormak gerekirdi, neden atlayasınız ki? Atlamak için bir nedeniniz var mı? Nedeniniz olmasa da atlar mıydınız? Boşluk çağırdığı zaman nedene gerek yoktur sanıyorum, aynı şekilde metroda da insanın atlayası gelir çünkü davete icabet etmek gerektiğini düşünür insan, boşluk kendini kendine davettir, karar ânı insanın kendine baktığı andır. Gördüğünü beğenmemesi tek bir adımdır, atarsa.
Aşk hikâyeleri tabii, insanlar âşık olurlar ve kavuşamazlar, intihar ederler, kavuşurlar ve intihar ederler, uçkuruna hakim olamayanlar, hakim olanlar, ölümcül hastalığa yakalanan sevgilileriyle birlikte ölenler, sevgililerini öldürenler, ortalık yerde sevişip yakalandıkları zaman eşleriyle yüzleşip intihar edenler, terk edilmenin acısıyla başa çıkamayanlar resmî geçidi. Bazı hikâyeler yüzlerce yıl öncesinde geçer, bazıları bugün, aşkın yıkımı aynıdır. Eşinin kansere yakalanmasıyla hayattan bezenin yaptığını söylemeli, günden güne güçsüz düşen, acılar içinde kıvranan sevdiğini öldüremez insan, bu yüzden bıçağı alıp kalbine saplar, “Bak, hiç acımıyor,” der ve yere düşerken bıçağı eşine verir. Eş güçsüzdür, titreyen elinde tuttuğu bıçağı kullanamaz, yere düşürür, acı çekmeyi sürdürür. Şansa evlenenlerin de çıkışıdır intihar: “Ortalama bir adamdı. Ortalama bir memurdu. Ortalama bir aile babasıydı. Yaşlı annesine çok düşkündü, iş çıkışı eve dönmeden önce annesinin kendisininkine birkaç adım ötede olan evine mutlaka uğrardı.” (s. 57) Adamın eşi eski yardımcısıdır, birlikte olurlar ve kadın hamile kalır, dindarlığı yüzünden hemen evlenmek ister, evlenirler. Çocuklar büyür, anne yaşlanır ve ölür. Adamın yaşamak için sebebi kalmamıştır, annesinin yolundan gitmeye devam eder. Bu zaten bir hiçtir, ölümü hiç yaşanmamış gibidir, bir de görkemli yıkıntılar var. Adam bilim dünyasını sarsamaz çünkü çalışmaları hiçbir zaman önemsenmemiştir, belki öldükten sonra önemsenir diye intihar eder. Müzisyen de aynı tarifeden, kitlelerin umursamazlığının yanında eşinin hasta olduğunu öğrenince birlikte gitmeye karar verirler. Müziği ses getirseydi gitmekten vazgeçer miydi acaba, az önce çağrının yeteceğini söyledim ama karmaşık durumlarda o son damlanın düştüğü sudan sıçrayıp havada asılı kalmasına yol açan nedir? Tek bir tutkunun peşinde yıllarını harcayan, başarısızlıktan başka bir şeye ulaşamayan insanların gidişleri bellidir, aradakilerin tahammülünü bitiren küçük veya büyük olaylar merak konusu. Bernhard’ın metinlerinde iki boyut da ele alınır örneğin, karakter bir eser üzerinde çalışır, yırtıp yakıp yeniden başlar, sona varamaz bir türlü. Yaşamı da bitiremediği eseri gibidir, aslında her şey tek bir başarısızlığa gelip dayanır sanırım. Bir şeyi becerebilmenin, özgür iradeyle karar alabilmenin saadeti de yeterlidir.
Sadece intihar edenler yoktur öykülerde, izleyiciler de vardır. Vergi müfettişinin öyküsü mesela, adam yıllardır bütün vergi beyanlarını didik didik ederek devleti zarara uğratanların ipliğini pazara çıkarmaktan keyif almıştır çünkü devlet herkese kucak açan bir ana, bir baba, her şey oldu artık banadır, öyle yamuk yapılmaz devlete yani. İntihara teşebbüs edip ölmeyenler safi zarar ziyandır müfettişe göre, bu yüzden bir gün yolda yürürken gördüğü adamı kurtarmaya kalkmaz. Adam kendini suya bırakmıştır, çırpınmaktadır, müfettiş kurtarsa hastanenin kaynaklarını sömürecektir adam, işini aksatarak zarar yazdıracaktır çalıştığı yere, öyleyse niye kurtarmalı? Gerçi müfettiş devletin o adama yaptığı yatırımı düşünüp elini uzatmalıydı ama aklı daha fazla zararın önüne geçmekteydi sadece, uzun vadeli düşünemedi. Çoğu gibi, çoğu müntehir tek bir âna sıkışık, orada donup kalmış ve yaşamını da o noktada dondurmak istiyor.
Anlık öyküler. 100 küsur ölüm. İyi metin.
Cevap yaz