Moritz Rinke – Yüzyılın İçinden Düşen Adam

Yüzyılın tamamına veya büyük bir kısmına yayılan aile anlatısı. Geçtiğimiz yüzyıl ele alınır ki savaşlar, bilim, toplumsal değişimler aileyi hamur gibi yoğursun, karakterler savrulsun, olmayacak işler olsun. Gospodinov anlatıcısını varlığından haberdar olmadığı bir amcasıyla tanıştırır mesela, dedesi cepheden cepheye koştururken âşık olduğu bir kadınla birlikte olur, sonra Bulgaristan’a döner, torun bu hikâyenin gerisini merak edip Orta Avrupa’ya gidince kadını bulur, olaylar. Alexandre Jardin azıcık çatlak bir aileyi anlatır, sanatçılarla dolu bir ortamda büyüyen anlatıcı için çevresi tam bir karnavaldır, müthiş akışkan ilişkiler ve aile üyelerinin kendilerine has delilikleri sayesinde curcunanın sonu gelmez. Belki şehre bir demiryolu gelir, ardından tren gelir, bir güzel orman olmaz çünkü doğa katledilmiştir, üstelik demiryolunun getirdiği devlet insanları da katletmeye meyillidir. Büyük dönüşümlerin yüzyılı. Aylaklar, Cevdet Bey ve Oğulları, bir sürü metin var bizde de. Her Şey Kaybolmadan Önce geldi aklıma, son nesle odaklansa da her şeyi inşa eden atalara da değinilir, sonra devlet burada da kendini gösterir ve inşa ettiği barajla dünyanın geri kalanından soyutlanmış, insanların mutlu mesut yaşadığı meskeni sulara gömer. Salman Rushdie’nin metinlerini anmamak olmaz, Rushdie mitlerden halk hikâyelerine pek çok anlatıyı esas anlatısına katar, toplumun şöyle iyice bir silkelendiği olaylardan karakterlerini kurtarır veya eler. Doğaüstü ögeler de işin içine girer bazen, karakterler hayaletlerle konuşur, mucizevi olayların öznesi haline gelir. Formül genişletilmeye çok elverişlidir, çatallanan hikâyeler başka hikâyeleri açar, sevgi dolu emminin savaş suçlusu olduğu ortaya çıkar, dünyanın öbür ucuna giden karakter Nazilerce katledilen ailesinin başından geçenleri öğrenmek için tuhaf insanlarla yolculuklara çıkar, kaktır gitsin. İyidir, esas hikâye sıkı kurulmuşsa parçaları birleştirmek eğlencelidir, tabii bazı parçalar tam olarak ortaya çıkmayabilir de, Tabucchi’yle Modiano metinlerini türün diğer metinlerine oranla daha kısıtlı bir zamana sıkıştırsalar da benzer bir yapı kurarlar ve gizemi tam anlamıyla ortadan kaldırmazlar, böylece aile tarihinin tamamen aydınlanamayabileceğini gösterirler. Bazı sırlar açığa çıkmaz, hikâyeyi anlatacak kilit karakter anlatmayı reddeder, ölmüştür, aklını kaybetmiştir, karanlık dağılmaz. Rinke’nin metninde de vardır bu karanlık, karakterlerden biri insanın evladına anlatamayacağı şeyler olduğunu söyler, çocuğunu çözemeyeceği düğümlerle baş başa bırakır. Rinke’nin esas adamı ailesine, aile evine, ilişkilerine tutunamaz gerçekten, daha ilk bölümde düşüşünün başlangıcını görürüz ve metnin geri kalanında o çöküşe başlatacak olaylar silsilesini çözmeye çalışırız. Paul Wendland Kück aslında çok şanslı bir adam gibi görünse de ailesinin ünü fayda göstermez, otuzlu yaşlarının ortalarındaki Paul Berlin’de bir sanat galerisi açmış, açtığı tuhaf eserlerin satılmamasını hiç garipsememiştir. Sevgilisi Christina’yla birlikte Barselona’ya gitmek istemediği için yenilgiyi aradığını söylemek de aşırıya kaçar, annesiyle birlikte bir dönem İspanya’da yaşamış ve iktisat okumuştur azıcık, orada yapamayacağını anlayınca Almanya’ya dönüp sanat sepet işleriyle uğraşmaya başlar, tek başına ayakta durmaya ve annesinin kontrolünden çıkmaya çalışmaktadır. Ailesi pek ilginçtir Paul’un, annesinden gelen telefonla birlikte bu ilginçliğin yaşamını değiştirecek ölçüde olduğunu anlayacaktır. İspanya’da New Age zımbırtılarına saran, ’68 kuşağının neferliğinden NLP eğitmenliğine sağlam bir geçiş yapan annesi, Paul’a kendi yetiştirdiği salatalıklardan kasa kasa göndermenin yanında kara bir haber de verecektir, bir gün Worpswede’deki aile evlerinin yavaş yavaş toprağa gömüldüğünü söyler ve oğlundan duruma el koymasını ister. Sağlık sigortasından kalan parayla işin halledilebileceğini düşünür anne, Paul da kendi birikimini ortaya koysa satıldığı zaman çok para edecek evi kurtarabilirler. Şenlik bu noktadan itibaren başlar, 1930’lu yıllarda sanatçı kasabasına dönüşmeye başlayan Worpswede’nin en ünlü sanatçılarından biri, “Kuzey’in Rodin’i” olarak bilinen Paul’un dedesidir. Kasabaya gittiği sırada “Yüzyılın Sanatçısı” da seçilir bu dede, haliyle evi kurtarmak kaçınılamaz bir görev haline gelir. Kasabanın geçmişi, sanatçıların nasıl toplandığı, yerel yönetimler yan hikâyecikler olarak ortaya çıkar, sonra Kück ailesinin ilginç geçmişine bakarız. Rilke’nin tenceresi vardır onlarda, bir başka sanatçının başka bir eşyası, ünlülerin anıları, ev yığma sanat doludur ve Nullkück yıllar boyunca bir bekçi gibi sahip çıkmıştır bunlara, özellikle de bahçedeki bronz heykellere. Dedenin ustalık eserleridir o heykeller, bronzdan, beş milimetre kalınlığında. Kişilerin ruhlarını içerdiğini anlatır dede torununa, bir yerinde çatlak belirse veya heykel kırılsa ruhlar kaçar. Bu ruhu bir anlamda hapsetme meselesi kenarda dursun, gizi uydurmadıysam işe yarayacak.

Nullkück, Paul için geçmişten kalan tek insandır, annesinin ketumluğunu düşünürsek Nullkück’ten öğreneceği çok şey var ama adamcağız konuşamıyor, çocuk akıllı üstelik, evin bekçiliğini yapıyor yıllardır. Annesi Hilde kısır ve babası öldükten iki yıl sonra doğduğu için ortada uydurulmuş bir hikâye var, Paul kurcalayana kadar tozlanmış. Hikâyeler alternatiflerine yavaş yavaş kavuşacak, belli başlı nirengi noktaları belirecek ve noktaları birleştirebildiğimiz ölçüde açığa çıkaracağız ailenin karanlık sırlarını. Paul, doğduğu dolabı -hastane yok, doğal doğum, ilk insanlar nasıl doğuruyorsa öyle- ve annesinin ayaklarını dayadığı aparatı gördükten sonra geçmişi kurcalamak için devlet dairelerine gidiyor, insanlarla konuşmaya çalışıyor ama tarihin karanlık perdesini aralayamıyor bir türlü. O aparatın başıboş bir polis aracından söküldüğünü biliyor Paul, aracın Nazilere ait olma ihtimali ailesindeki potansiyel sempatizanları belirlemesi için dürtüyor. Evin zemini bataklık, ustalar yüklü bir fatura çıkarıp işe girişiyorlar ve kurutma işlemlerine başlıyorlar, tam da bu sırada bataklığa gömülmüş bir heykel keşfediliyor. Ringo Starr dahil pek çok ünlü sanatçının bronz heykelleri bahçede dimdik dururken, meşhur bir sosyal demokratın eve gelip gittiği bilinirken Nazi bakanlardan birinin heykeli orada ne arıyor, üstelik sağ eli havada? Skandal, Paul başta dedesinin Nazi olduğunu düşünüyor, yan hikâyelerin en büyüğünün esas adamı Paul Ohlrogge da kininden ötürü Kück ailesinin geçmişini araştırırken benzer bulgulara rastlıyor ve basın kurumlarına gidiyor ama herkesin unutmaya çalıştığı bir zamandan kalan bayat bir hikâyeyi kimse eşelemek istemiyor. Ohlrogge yaklaşık kırk yıldır intikam almak için dönüp duruyor oralarda, koloninin son sanatçılarından biri olarak gökyüzü resimlerini satmaya çalışıyor ve resim dersleri veriyor, kalan zamanında da Paul’un annesiyle geçirdiği güzel zamanları anıp aşağılandığı hadiseleri acıyla hatırlıyor. Gençler, sevgililer, evde birlikte olamayınca samanlıklarda, ormanda buluşuyorlar. Paul’un annesinin sevişmek istemediği bir gün Ohlrogge kadına zorla sahip oluyor, yaşamının geri kalan kısmı darmadağın. Anne başka bir adamla evleniyor, partiyi basan Ohlrogge gübre makinesini çalıştırıp bahçeyi boydan boya gübreye buluyor, davetlileri de. Davalar, soruşturmalar, yirmi yıl boyunca ceza ödüyor adam, öç almak için anneyle sevgiliyken duyduğu hikâyeleri eşelemeye başlıyor. Bazı ipuçları bariz, Paul ve Ohlrogge bir noktada yüz yüze gelecekler, Nullkück’ün yaşamının gizemi çözülecek ve bataklığı saatlerce eşeleyecek, bu sırada evin temeli orta yerinden kırılacak ve onca yatırım boşa gidecek. İnsanlar zaten kırık, taşıdığı onca sırrın ve acının ağırlığı altındaki ev de dayanamayacak ve batmaya başlayacak, bataklık temizleyecek her şeyi. Annenin telefonda sık sık söylediği bir şey var, Paul bataklıktan korktuğu için oğluna bataklığa girmesini söylüyor anne, bunun iyi geleceğini düşünüyor. Paul dışında her şey bataklığın içinde.

Çoğu yan hikâyeyi atladım, bir iki çarpıklıkla bitireceğim. Christina’yla iletişim kurma çabalarının karşılığını alamıyor Paul, alsa ne, Christina’nın fazlalığı göze batacak yine. Rusya’dan gelen biri ressam iki kişinin de fazlalığı malum sanıyorum, daha fazla yan hikâye bir şekilde dengelerdi metni ama sayıları az olunca çorak toprak gibi kalıyor bataklığın kenarında. Yine de iyidir bu roman, bir romandan beklenenlerin çoğunu verir.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!