Mary Costello – İçimde Büyüyen Dünya

Doğumdan ölüme bir seyir demek anlatıyı küçültür, bundan ibaret değil Costello’nun yaptığı. Tess’in ince ince kurulan yaşamının ince ince kurulumunda ne hikmetler, ne kıymetler vardır, mesela zaman algısının yaratımı müthiştir, Tess’in çocukluğundaki büyülü dünyayla yaşlılığında da karşılaşırız, böylece çemberin tamamlandığını hissederiz ki Tess de hisseder, doğup büyüdüğü topraklara döndüğünde her şeyin değiştiğini görür, insanlar ölmüştür, baba evini yıkıp yeniden yapan kardeşinin cenazesinde zamana karışan onca anıyı çocuk bilinciyle hatırlar, cennete gidip gitmeyeceğini aynı bilinçle düşünür. Savaşın korkunç atmosferi, suikasta uğrayan devlet başkanının cenaze töreni, serseri yuvası haline gelen sokaklar görünüp kaybolurken Tess’te zamanın etkilerini görmeyiz. Göremeyiz, Tess aynılığını yitirmez, yaşama karşı çekingen duruşu, korkuları, kaygıları hep aynı insana uyandırır onu, bir tek 11 Eylül’ün dehşetini yaşar ki kurguya kazık gibi saplanır o katliam, Tess bir zamanlar saçlarını okşadığı, saçlarını okşarken bir süre sonra saçlarını okşayamayacağını düşündüğü, saçları okşayamamanın ölüm gibi bir şey olduğunu onun da düşünüp düşünmediğini merak ettiği oğlunu kaybeder o saldırıda. Oldukça travmatik olayların ardından dünyaya getirdiği oğlunun üzerine titredikten sonra rahatladığını bile düşünecektir bir zaman, hayatta en çok korktuğu şey nihayet gerçekleşmiştir, sonraki yaşamında huzursuzlanacağı pek bir şey kalmaz. Bitmeyen bir yas başlar tabii, Tess’in bu dönemi her gün tekrarlanan ritüellerden, iç oyan bir acıdan ibarettir, hiçbir şekilde sağalmayan Tess oğlunu sokaklarda arar, Akademi Sokağı’ndan defalarca geçer, oğlunun otuz yıl önce gittiği okulun önünden geçerken belki çok iyi bildiği minik bir parmağı görür diye bakışlarını camlardan ayırmaz. Araya sokayım, yayıncıların belli bir sokağı, caddeyi belirten kitap isimleriyle problemi var besbelli, içeriği aktaran bir isim uyduruveriyorlar. Iain Banks’in mükemmel romanı Espedair Street müthiş kıytırık bir isimle, Rock Laneti adıyla çıkmıştı, bu romanın da esas adı Academy Street ama okur ne anlasın bu isimden, isim kitabı sattırmaz da, o zaman hemen göz alıcı bir isim üfürmeliyiz. Üstelik anlatının tekniğine de aykırı, Tess’in ağzından bu hikâyeyi duyabileceğimizi hiç sanmam, mümkün Tess’lerin en iyisi sadece yaşıyor çünkü, sade bir yaşamı var, kalabalıktan biri, asla içinden, büyümekten ve dünyadan bahsedecek biri değil. Anlatı boyunca bir tek kez olsun büyük laf ettiğini görmeyiz, oğluyla yüzleşirken bir zamanlar sevdiği adamı anlattığı sırada bile çok basit cümleler kurar, serbest dolaylı anlatıcının gösterdiği derinliği, hassasiyeti konuşmalarında görmeyiz. Az konuşur Tess, yaşlandığı zaman aslında sessizliğin çok şeyi dile getirdiğini anlar nihayet, o zamana dek sezdiklerini idrak edince yaşamın anlamını da bulur, cennete gidip gidemeyeceğini de anlar, yarım kalmış hiçbir şey kalmaz arkasında. Yarım kalan, okumaya vaktinin yetmeyeceği kitapları düşününce yaşamının daha uzun sürmesini ister, kendisi için istediği tek şeydir bu, okumayı o kadar sever ki Vincent’in kardeşi Theo’nun adını koyar oğluna, iki kardeşin mektuplarından hiçbir şeyden etkilenmediği kadar etkilenir, yaşamının nüvelerini o ilişkide bulur. Anlaşılmak için kıvranan bir sanatçıyla şefkat dolu kardeşi. Başka şekillerde de yorumlanabilir, Tess’in kimliği bu yorumu mümkün kılar. Theo’nun büyüdüğünü görmek, matematikle haşır neşir olan çocuğu geleceğinde bilim insanı olarak görmek, hayalleri bundan ibarettir. Bunların hepsi zamanın aktığını gösteren şeyler, tamamen Tess’e bağlıyız, anlatıcı bir adım olsun dışarıya çıkmaz, basit bir insanın basit, basitliği ölçüsünde derin anlatısını kurar. Coetzee’ye göre kolaylıkla kaybolup gidecek, kalabalığa karışacak bir insanı anlatmıştır Costello, metninin bir yerinde Michael K.’e yer vererek kendi yaşamıyla roman karakteri arasında isabetli bir benzerlik kurar. Yaşam üzerinden akıp gittiğinin pek azı kadar içine dolmaktadır, sonlara doğru Theo’ya içini açtığında yaşam algısını diğer insanları da göz önünde bulundurduğunda nasıl kurduğunu görürüz. Her şey olur, olmaya devam eder, insan yaşadıktan sonra silinip gider.

Epizotlar Tess’in yaşamının dönüm noktalarına odaklanır, iki bölüm arasına önce aylar, sonlara doğru yıllar girer. Başlangıçta daha detaylı, daha renkli bir dünyayla karşılaşırız, beş yaşlarındaki küçük Tess karşılaştığı yenilikleri aklına kazımıştır. Annesinin ölümü ilk darbedir onun için, ablalarının yakınlığı ve erkek kardeşinin muhtaçlığı hemen sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini hatırlatır ama başarılı olamaz, kardeşlerin acıları anlatılsa da Tess’in ne hissettiklerini ayrıntılı bir şekilde görmeyiz de olaylar üzerinden görürüz, mesela babası koyunları yönlendirmesi için kilit bir noktaya koyar kızını, Tess başarılı olamaz ve bütün koyunları kaçırır. Utançtır hissettiği, yaşamı boyunca bu utancı taşıyacaktır. Kardeşler, teyze, akrabalar, komşular, kim varsa yıllar sonra bile bütün canlılıklarıyla hayalinde canlanacaktır Tess’in, evini unutmayacaktır, arka bahçenin hiç gidilmeyen bir yerinde annesinin asıp unuttuğu kıyafeti de unutmayacaktır. Annenin ölümü küllenince yaşam daha hızlı akmaya başlar, Tess önce hemşirelik okuluna gider, sonra kardeşlerinin peşinden ABD’ye göçer. Hemşire olarak çalışmaya başlar başlamaz insanlarla daha yakın ilişkiler kurar tabii, utangaçlığını dizginlemeyi başarır. Yan hikâyeler bu noktadan sonra ortaya çıkar, Boris’le münasebetini anmalı. Önce civardaki parkta görür yaşlı adamı, satranç oynayanları izleyip ara sıra maç yapan Boris bir süre sonra hasta olarak karşısına çıkacaktır. Yaşamaya dair bilgece sözler söyler, satrancın sabretmeyi öğrettiğini söyler mesela, Ukrayna’daki Igor’la mektup üzerinden maç yaptığını, bazı maçların bir yıl sürebildiğini anlatır. Tanrıyı da satranç sayesinde hissetmiştir, hamleleri düşünürken elinin istemsiz hareketlerinin ilahi varlığın kanıtı olduğunu söyleyince Tess öte taraf hakkındaki bulanık düşüncelerini değiştirir, yaşamın anlamını biraz daha kavrar. Bu kavrayışın aşamaları sıklıkla karşımıza çıkar, cinselliği de biçimler. Yirmilerinin başındayken arkadaşlarından birinin kuzeniyle tanışır Tess, adamın durgunluğuna ve ağırlığına âşık olur. Seviştikleri zaman her ne kadar adamın umursamazlığından rahatsız olsa da ömrü boyunca unutamayacağı bir deneyim yaşar. İki anlamda da, Theo gelecektir bir süre sonra. Tess hamile kaldığını teyzesine haber verir, ailesinin tepkilerinden korktuğu için uzunca bir süre İrlanda’ya dönemez, ABD’de uzun yıllar kalacağı kesinleşir. Âşık olduğu adam askere gitmek için başvuruda bulunmuştur üstelik, hiçbir şey söylemeden ortadan kaybolur. Ömürleri boyunca bir daha konuşmazlar, karşılaşmazlar, yıllar sonra Theo babasının kim olduğunu sorduğunda Tess bir gazete kupürünü çıkarıp masaya koyar. Babasının evlendiğini o haberden öğrenir, gizli saklı ziyarete de gidecektir ama bunu Tess sokakta saldırıya uğrayana kadar söylemez. Aslında kimse pek bir şey söylemez, Tess yakın arkadaşı Willa dışında kimseyle bir şey paylaşmaz, ilişkileri o kadar derindir ki yıllar sonra cinsel kıpırtılarına kavuşan Tess arkadaşının göğsünü sıkmayı düşünür bir ara, içi kaynar ama düşüncelerini eyleme dökmez. Metroda yan yana oturduğu bir adama yaslanmakla yetinir, hayatı boyunca bundan başka bir aşırılığı olmamıştır, oğlu öldükten sonra bile acısını içinde yaşamaya çalışır. Kapalı bir insanı pek güzel açar Costello, bölümlerin anlatımını ufak ufak değiştirir, yaşama uğraşının farklı yüzlerini gösterir.

İyi bir roman bu, en yakın benzeri John Williams’ın Stoner‘ı bence. Yapı aynı, doğumdan ölüme parçalı bir seyir. Olabildiğince gerçekçi, karakterlerin yaşadıklarını anlamlandırma çabaları. Okunası.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!