Mark Fisher – Kapitalist Gerçekçilik: Başka Alternatif Yok Mu?

“Dünyanın Sonunun Geldiğini Hayal Etmek, Kapitalizmin Sonunu Hayal Etmekten Kolaydır”: Children of Men, filmde bir nesildir çocuk doğmuyor, karakterlerden biri kimsenin görmeyeceği bir geleceği anlamsız bulunca diğeri aklına getirmemeye çalıştığını söylüyor bu durumu. Evrenin sonuyla ilgili dört senaryonun açıklandığı bir popüler bilim kitabı vardı, adını hatırlamıyorum, fikri alınan dünyanın en iyi bilim insanları anlamsızlıkla ilgili soruya yaşamlarına sıkı sıkı sarılmanın en iyisi olduğunu söyleyerek cevap veriyorlardı, her şey sona erecekse bile yaşamımızı sürdürmeli, tatmin edici bir hayat yaşamalıyız. Kapitalizmin çürüttüğü insanlığı düşününce iş zor. Mevzubahis filmde otoriter önlemler demokratik bir siyasal yapıda yürütülüyor olabilir Fisher’a göre, olağanüstü zamanların getirdiği olağanüstü önlemlerin sonucunda birbirlerine kıyan insanlar sıradandır. Jameson’la Žižek’e atfedilen “dünyanın sonu, kapitalizmin sonu” şeklinde özetlenebilecek deyiş Fisher’ın “kapitalist gerçekçilik” dediği kavramı karşılıyor, kapitalizmi hayal etmenin imkânsız olduğunu kabullenmeyi. Filmde olduğu gibi devlet en temel güvenlik önlemlerini alıp gerisini koyvermiş olsa neoliberal cennet o dünyaya benzer miydi bilmem, aslında devletin tamamen geri çekilmemesini isteyerek 2008 bankacılık krizini atlatmıştır neoliberalizm ama forsunu da dökmüş, gerçekliğinde büyük bir gedik açmıştır ama hikâyesi hâlâ güçlüdür. Eliot’un Çorak Ülke‘sinde olduğu gibi kısır dünya, öyle ki geçmişin bereketini bile silmiş, filmde olduğu gibi sanat eserleri artık kültürel anlamını yitirmiştir zira görecek göz yoktur. Kapitalist gerçekçilik günümüzde parasal değere indirgiyor kültürü, “eşdeğerlik sistemi”: “Kapitalizm, inançlar ritüel veya simgesel incelik düzeyinde çöktüğü zaman geriye kalan şeydir ve kalan tek şey, harabeler ve kutsal emanetler arasında tökezleyerek yürümeye çalışan tüketici-seyircidir.” (s. 11) Geçmişin ideolojilerinin bireye yüklediği misyonun yoruculuğu yoktur artık, inancın yarattığı tehlikelerden koruyan kapitalizm vardır, beklentileri birazcık düşürmek terör ve totalitercilikten korunmanın küçük bir bedeldir. Badiou eleştiriyor bunu, demokrasi süper değil ama olabilenin en iyisi, süper iyi değiliz ama kötülükten yüz çevirdik artık, buraya kadar gerileyeceksek aksiyon almamak çok kolay. Yeni hiçbir şey yoksa, her şey düşe kalka ilerliyorsa sorun yok, var olduğunu düşünüyorsak da pek kalabalık değiliz zira kültürel bilinçdışında Fukuyama kabul görmüş durumda: tarih liberal kapitalizmle doruğa ulaştı. Olabildiğince çok şeyi almak istiyorum buraya, Jameson’ın post-modernizm kuramıyla Fisher’ın kapitalist gerçekçiliği arasındaki ilişkinin irdelendiğini söyleyip geçeyim. Kapitalizm arzuları, özlemleri ve umutları formatlayarak şekillendiriyor bu arada, 1980’ler Jameson modernist formların metalaştırıldığından bahsediyordu, günümüzde öyle bir form da kalmadı. Kurt Cobain’i örnek veriyor Fisher, Cobain kendisinin bile klişeye dönüşeceğini biliyormuş. MTV’yi protesto etmek mi, adam akustik konser verdi gayet efendi efendi. Black Mirror‘da televizyon programı kıskacından kurtulmak için boğazına cam dayayan adamın kendi televizyon programına sahip olması. Yeni müzik yok, yeni roman yok, havada asılıyız çünkü risk alınmıyor artık, kapitalizmde plan program tıkır tıkır. İrfan Alış’la Hayko Cepkin’in düşünceleri benzer, dönemsel trendleri umursamadan tutkuyla, arzuyla çalışmak dışında, daha doğrusu alternatif bir gerçeklikte var olmak dışında yol yok.

“Bir Protesto Yapsanız ve Herkes Gelse Ne Olurdu?”: Kapitalist gerçekçilik belirli bir anti-kapitalizmi dışlamaktan çok uzak, anti-kapitalizmin tohumlarının kapitalizmin içine saçıldığını söylüyor Žižek. Nedir, Wall-E, tek bir robot bile kalmış olsa önünde sonunda dünya temizlenecektir, çiçek açar zira, ayrıca ilk makaleye dönersek, evet, kilolu ve adım atmaya eringen olabiliriz ama hâlâ yaşıyoruz, yırtmanın yolunu bulmuşuz. Kötü olduğunu dünyanın, bir şeylerin ters gittiğini biliriz ama “ironik bir mesafe”yi koruruz. “Kapitalizmin kötü olduğuna (yürekten) inandığımız sürece, kapitalist mübadeleye katılmaya devam etmekte özgür kalırız. Žižek’e göre, genel olarak kapitalizm bu inkar yapısına dayanır.” (s. 21) Siyasal örgütlenmeden çok protesto sahneleme eğiliminden ötürü anti-kapitalizm hareketinin bir dizi isterik talepten ibaret olduğuna ilişkin anlayış Live 8’le birlikte iyice güçlenmiş, 1980’lerde madenci eylemlerinin gücünü azaltan o zamanın konser serisi de aynı telden. 1960’lardaki “İstifçi Baba” nefreti oluşmamış üstelik, kapitalizmin başarısı. Bono’nun kendi ürünlerini eşantiyon olarak dağıtması ayrı bir facia, bunun yanında doğru ürünlerin satın alınmasıyla küresel eşitsizliklerin dağıtıldığını düşündürmesi böyle etkinliklerin, Žižek’in de bahsettiği gibi Starbucks’ın geri dönüşüme çok aşırı önem vermesinin tüketicilerde yarattığı tatmin falan, tepkinin etkili bir şekilde yönelmesini engelliyor. “1985’teki ilk Live Aid konserlerinden beri hep süren ideolojik şantaj, ‘önemseyen bireylerin’ kıtlığa, herhangi bir siyasal çözüm veya sistemik yeniden örgütlenmeye gerek kalmadan, dolaysız olarak son verebileceklerini ısrarla ileri sürmektedir. Doğrudan harekete geçmemiz gerektiği söylenir bize; siyasetin ahlaki dolaysızlık adına askıya alınması gerekmektedir.” (s. 22)

“Kapitalizm ve Gerçek”: Bir çeşit görünmez engel. İş, eğitim, kültür gibi yapıları alttan alta düzenleyen kapitalist gerçekçilik yayılgan bir atmosfer, ancak bir şekilde tutarsız ve çürük olduğu gösterilirse tehdit altında kalır. Zorunluluk ve kaçınılmazlık rüzgârı estirir bu gerçeklik, her şey kâr amaçlı olunca travmatik boşlukta doğa katliamları telafi edilebilir olarak gösterilir, zihinsel sağlık da gösterilecektir elbet. Neoliberal kapitalizmle akıl sağlığı arasındaki ilişkiyi gösteren araştırmalar var, stresin geniş çaplı öznelleşmesini sırf biyolojik bir çıktı olarak görmektense kapitalizmin toplumları nasıl çürüttüğü konuşulmalı. Bürokrasi de öyle, Graeber’ın tırışkadan işleri bu akıl sağlığıyla doğrudan alakalı, komünizmin bürokratik cehennemi eleştirilse de kapitalizmin farklı bir yapıya başvurmadığını söylüyor Graeber, üstelik çok çok kötü şartlarıyla benimsetiyor onca cort işi. Fisher eğitim açısından ele alıyor meseleyi, kendisi de yükseköğretim kurumlarında ders verdiği için ne olup bittiğine yakından şahit. Yerel yönetimlerin denetimlerinden çıkan okullar piyasa baskılarına boyun eğmiş durumda, sosyal bilimler çöküşte falan, pek çok kaynakta bunlardan bahsedilse de esas sorunlardan biri Peter Singer gibi düşünürlerin öğrencileri daha çok para kazanma uğruna ekonomi eğitimine yönlendirmesi, kapitalizmin sürmesi için türlü rıza üretmesi diyebiliriz. İnsanlar mekanizmaları kendi içlerine yerleştirirler artık, kendi kendilerini denetlemeye başlarlar, alternatifsizlik fikrinin kabulü kolaylıkla gerçekleşir. Teftiş her şey demektir zaten, kontrol mekanizmalarının çıktılarını işlemek hem tırışkadan iş kolları yaratır hem de kapitalizmin başarı köpüğünü büyütür, oysa işlerin gerçekten yürümesi için ayrılacak kaynaklar elde edilecek sayılara ayrıldığı için kapitalist gerçekliğin bastırdığı olgular görmezden gelinir. Çağrı merkezleri, otomatik sistemler, hepsini Kafka’nın karakterinin mücadele ettiği sisteme benzetir Fisher, nasıl özgürlük belirsiz bir tutulma halinde hissedilmek zorundaysa arayanlar da enformasyon duvarlarına çarpa çarpa kaybolmak zorundadır o hatlarda, mutlak bir kurtuluş yok gibi görünmektedir zira ipleri bilinmeyenin elindeki özgürlük yeterli gelir. “Bir hoca acı bir alayla, teftiş rejimine son vermenin köleliğe son vermekten daha imkansız olduğuna işaret etmişti. Böylesi bir kaderciliğe, ancak yeni (kolektif) bir siyasal öznenin doğuşuyla meydan okunabilir.” (s. 62)

“Marksist Süperdadı”: Tek tek ailelerin sorunlarını çözmektense tekrarlanan sonucu yaratan yapısal nedenlere bakmak, değişimi “üzücü tutkuların” ötesinde gerçekleşebilecek şeyler olarak görmek. “Genel irade” kavramının diriltilmesi. Korku ve sinizmin ardı. Çözülmüş toplumsal alanı tekrar oluşturmak, Sermaye’ye karşı stratejiler geliştirmek, yeni bir siyasal özne. “Badiou’nun şiddetle üzerinde durduğu gibi, etkili bir anti-kapitalizm, Sermaye’ye karşı bir tepki değil, ona bir rakip olmalıdır; pre-kapitalist egemenlik alanlarına geri dönüş olanaksızdır. Anti-kapitalizm, Sermaye’nin küreselliğine, kendisine ait, otantik evrenselliğiyle muhalefet etmelidir.” (s. 86)

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!