Marcia Bjornerud – Yeryüzünün Zamanı: Bir Jeolog Gibi Düşünerek Dünyayı Kurtarabilir Miyiz?

“Jeoloğuna göre değişir,” deyip bitiriyormuşum. Bjornerud’un bildiğimiz bir manzarayla başlamasının nedeni var, 1970’lerde Wisconsin kırsalının karla kaplanması şeylerin karikatürlerini çıkarıyor ortaya, biraz daha yağsa bembeyaz bir tabakadan başka hiçbir şey görülmeyecek. Bu manzaraya aylarca maruz kalanlar vardır, benim gibiler için sihir gibi bir şeydir bu, her yıl tekrarlanmasını isterim. 650 milyon yıl önceki kartopu evresinin tekrarlanmasını istemem ama, bütün dünyanın buzla kaplanması bir şeylerin ters gittiğini gösterir, ölmemişsem canım sıkılır bu duruma. Tabii kimin için bir şeylerin ters gitmesi, canlıların varlığını sürdürmesini istiyorsak böyle bir şeyin tekrarlanmasını istemeyiz ama benzeri “felaketler” kapıda, bütün dünyanın buzla kaplanmasına yol açan yanardağlar veya asit yağmurlarının yağmasına neden olan meteorlar yok bu kez, insan var. “Antroposen” gezegeni mahvetmeye başlamamızın kabulü sayılır, gaz çıkarmak için kayalara verilen suyun depremlere yol açması bile tek başına ne ölçüde yıkımlara yol açacak, göreceğiz. Görmememiz için Dünya’nın jeolojik anlatısını sunuyor Bjornerud, hikâyeyi bilirsek ne yapmamamız gerektiğini görebiliriz. İnsanın yitirdiği düşünme biçimlerine kavuşmamız gerekiyor önce, zaman bilincine tekrar kavuşmalı, şimdinin ağırlığından silkinmeliyiz. Kaybolan zamansallıklarla ilgili, yüz seksen beşinci kez anacağım, Zaman Körlüğü: Öteki Zamansallıkları Anlama Sorunu gösteriyor ki bilgelik, yaşamımızı özellikle son yüz elli yıldır canavar gibi şekillendiren kapitalizmin baskısı altında kaybolmaya yüz tutmuş durumda. Yerlilerin desturları wyrd ve sankofa (geçmişin varlığını hissetme) ile sati (şimdinin anısını saklama) aslında jeolojik zihin alışkanlıklarını içerdiği gibi insanın Dünya’yla kuracağı sağlıklı ilişkinin temelleridir. “Anne ve babaların çocuklarının büyümesini izlemelerine benzer bu; bir yandan dolu gözlerle onların daha önceki yıllarını hatırlarken, bir yandan da gelecekte olmalarını istedikleri şeyleri zihinlerinde canlandırmalarına.” (s. 180) Böylesi bir ilişkilenme biçiminin önündeki engellere kısa da olsa değiniyor Bjornerud, dikkat dağınıklığımız olsun, sömürülen yaşamlarımızdan bize kalan azıcık vaktimizi de iç eden tüketim alışkanlıklarımız olsun, zihnimiz Dünya’yla bütünleşmemizi engelleyen her türlü saptırıcıyla doluyken bir de sahte bilimcilerin zaman algımızı bulandırmaları büyük dert. The Institute for Creation (Yaratılış Araştırmaları Enstitüsü) Dünya’nın bilinenden çok daha genç olduğunu iddia ederken Bjornerud’un bir makalesini makaslayıp savlarına katkı sağlar biçimde alıntılamış, teknik detaylara girmeyeceğim de anlatıyor yazar uzun uzun, sinirini de bu tür safsataları üretenlere fosil yakıt, ilaç falan verilmemesini isteyerek gösteriyor. Fosil yakıt zaten istenmediği için sorun yok, atmosfere karbon salmayan enerji kaynaklarının bütün dünyada kullanıldığını göremeyeceğiz ama şimdiden sevinebiliriz, öyle veya böyle başka bir evreye geçeceğiz. Geçemeyeceğiz belki, Dünya üç milyar yıl dönecek de insanlar göremeyecek, mümkün. Araçlar var oysa, jeolojinin geleceği gösterme niteliğinin uzun süre göz ardı edilmesinden şikayet eden Bjornerud kaynakların diğer bilim dallarına paylaştırılırken alanının üvey evlat muamelesi gördüğünü, bu yüzden gezegenle ilgili çığır açan bilgilerin geç edinildiğini söylüyor, öngörü eksikliği Soğuk Savaş yıllarında fizik, kimya ve mühendislik alanlarına ayrılan aslan payları yüzünden. “Çünkü eğer bir kimse doğal sistemleri büyük ölçüde basitleştirilmiş biçimde düşünmek, idealize edilmiş yasaların uygulanabilmesi için detayları budamak üzere eğitilmişse ve bu sistemlerdeki bozulmaların zaman içinde alacağı biçimler konusunda bir deneyimi yoksa, o zaman bu müdahalelerin istenmeyen sonuçları sürpriz olarak ortaya çıkar.” (s. 25) Laplace’ın şeytanı o kadar indirgeyici mi bilinmez, karmaşık doğal sistemlerin birbirlerini türlü biçimde etkilediği bir devinimde küresel sıcaklıkta net bir azalma olması durumunda yerel hava sistemlerinin nasıl etkileneceğini tam olarak bilmemizin bir yolunun olmadığını söylüyor Bjornerud. “Derin Zaman” dediği olgu insani deneyimlerimizin ötesini gösteren bir mercek sunuyor, jeoloji bu olgunun anahtarı durumunda, özellikle ikinci bölüm bir bilimin nasıl doğduğunu ayrıntılarıyla anlatıyor da yazarın belirttiği gibi kitabın en teknik bölümü bu, izotop jeokimyası ilgi alanımıza girmiyorsa -valla ilgimi çekmedi değil ama adı geçen kimyasal süreçlere dair kuş kadar bilgim yüzünden derinlemesine haiz olamadım Bjornerud’un anlattıklarına ki diğer bölümler de bu bölümden geri kalır gibi değil çoğun- atlayabilirmişiz, ben ne işler döndüğünü anlamak için atlamadım ama zaman zaman atlamak istedim, Dünya’nın yaşının belirlenmesi başta olmak üzere dikkat çeken kısımlara rastladıkça atlamadım. 1600’lerden itibaren tahminler yapılmaya başlanıyor, Kitabı Mukaddes’in verdiği bilgiyi göz önüne aldığımızda derin vadilerin, kalın tortul kaya yığınlarının ortaya çıkması için küçük felaketlerin yaşanmış olması lazım ama hiç kanıt yok, diğer senaryoysa dünyanın yaşını milyonlara çıkarıyor. James Hutton tutarsızlığı tortullara bakıp erozyon hızını kabaca hesaplayarak belirliyor ve Dünya’ya, evrene, kutsal metinlere bakışı dan diye değiştiriyor, süper olay. Geçmiş bölümlenecek, katmanlar kerteriz olarak belirleniyor da her katman aynı zaman diliminde oluşmamış, her yerde aynı olaylar gerçekleşmemiş yani, bu da ikinci devrim zira katmanların uzamsal süreklilik göstermemesi dünyanın farklı yerlerdeki değişiminin eşzamanlı olmadığının kanıtı. Darwin’in savlarıyla ortalık iyice şenlenecek, Lord Kelvin’in fiziğe dayanan varsayımlarıyla Darwin’in biyolojik çıkarımları arasındaki çatışma yüzünden -Darwin evrimin çok, çok, çok uzun bir sürede gerçekleşebileceğini sezerek, tortullardan da el alarak yaş tahmininde bulunuyor, Lord Kelvin gezegenin kondüktif soğuma hızı ve Güneş’in ömrüyle ilgili tahminlerden yola çıkarak bir yaş söylüyor, seyreyle tartışmayı- jeolojinin diğer bilim dallarından ayrılması gerektiği dahi ileri sürülüyor bir dönem. Üstelik son çatışma değil bu, ikincisi 1946’da: Arthur Holmes ve Alfred Nier’in kurşunun tutulumuyla ilgili çalışmaları sonucunda Holmes gezegenin minimum 3,35 milyar yaşında olduğunu ileri sürüyor ama diğer tarafta Hubble’ın galaktik kızıla kayma gözlemlerinin sonuçları, kurşun izotoplarından daha güvenilir olduğuna inanılan astrofiziksel bulgular var, fizikçilerin hesaplarına göre de evren 1,8 milyar yaşında. Hadi bakalım.

Hesaplar mükemmelleşti, artık tortulların, katmanların anlattığı hikâyelere geçebiliriz: chronos geçmekte olan zamanı gösterir, rahatlıkla ölçülebilir, taşıdığı hikâye anlıktır, diğer yandaysa anlatı bağlamında tanımlanan zaman olan kairos var, ikisinin birleşmesiyle birlikte Dünya’ya dair net bir tablo çıkarılmış ortaya. Özetleyeceğim, yaşamın kendisi topoğrafyayı biçimlendirir zira erozyonun çağlar boyunca biçimlendirdiği dünya artık çok daha hızlı biçimlenmekte, yerel ve küresel sistemler değişime ayak uyduramadan varlığını sürdürmektedir, haliyle daha, nasıl demeli, kafasına göre takılan bir dünyada yaşıyoruz artık. Himalayalar yükseldiği zaman karbon yakalama hızı da değişir zira çok daha geniş kaya yüzeyleri kimyasal aşınmaya açık hale gelir, ufuktaki Buz Çağı hız kazanarak yaklaşmaya başlar. Şu alıntıyla Bjornerud’un gösterdiğinin özünü vereceğim: “Toplu yok oluşlar, evrimle çevresel değişimin (tıpkı tektonik hareketlerle erozyonun uygun adım gitmesi gibi) normalde atbaşı giden hızlarındaki uyumun kaybolduğuna işaret eder. Dağ kuşaklarının oluşumu, kıtaların ayrılması gibi ağır gelişen jeolojik değişimler, biyosferi yenilikler icat etmeye yönlendirir, ama ani değişimler biyosferi tarumar edebilir. Toplu yok oluşlarda çevrede meydana gelen değişimler bir nedenle biyosferin büyük bölümünün ayak uyduramayacağı bir hıza ivmelenmiştir.” (s. 124) Dünyayı çok hızlı değiştiriyoruz, doğanın ayarlarıyla oynuyoruz, dolayısıyla öngörebildiğimiz felaketlere kapı aralıyoruz ama karşılaşacağımıza dair hiçbir fikrimizin olmadığı felaketler de var. Bjornerud olabildiğince arkaya kaykılıp da bakıyor Dünya’ya, geçmişin çok büyük bir çember çizerek geleceğe eklemleneceğini söylüyor. Çözüm önerileri bir nevi Gaia Projesi, Lovelock’ın anlattıklarına çıkıyor. Benimsememiz lazım yani Dünya’yı ve dünyayı, başka türlü kurtulamayacağız. Hele kapitalizmle hiç başaramayacağız bunu.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!