17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüsü Kanunu kabul edilmiş, Makal’ın yola çıkışı 1943. Berrak bir anı: “Mevsim kış. Gecenin yarısı. Şiltemden ayrılarak ocak başına doğru emekledim. Oradaki kibriti el yordamiyle bularak yeri ocağa yakın olan bezir çırasını yaktım. Anam babam ve kardeşlerim uykunun derinliklerine dalmışlar. Ayakları tandırın gündüzden kalma sıcaklığında birleşmiş. Benim kalkmamla tandırın dar gözü boş kaldı. Anamı uyandırıp uyandırmamayı düşündüm. Uyandırmasam da olurdu. Azık olarak birkaç bazlamayı akşamdan sarmıştı çıkına. Harçlık da komşudan bulup vermişti. Bütün mesele babama duyurmadan yola çıkabilmekte idi.” (s. 7) Babaya göre köyün toprağı Makal gibi pek çok iti doyururmuş, okumaya gerek yokmuş da karnı doysun istemiyor, okumak istiyor Makal. Dışarıda bir haftalık kar, arkadaşı Zeki’yi çağırıyor, birlikte bata çıka yürüyecekler. Öğretmenleri söylemiş, köy enstitüsü diye bir şey varmış da kayıt olmaya gidecekler, ilçeye. Millet sabah namazından sonra camiden dağılırken onlar yürüyorlar, kasabadaki hana gittiklerinde alayla karşılanıyorlar. Deyyus babaları niye yollamış sabahın köründe, köylerine dönsünlermiş. Hancı gülüyor, o okullarda çocuklara amelelik yaptırıldığını söylüyor, ardından “Sikerim okumanızı,” diyor, tabii Makal kibar bir insan olduğu için üç noktayla örtmüş eylemi. Bizimkiler ısrarla sınava gireceklerini söyleyince maarif memurunun okulunu gösteriyor hancı, kurtuluyorlar adamdan. Yazılı sınav kolay, veriyorlar, sonra günler geçiyor, Makal koyunun birisini kuzulatıyor, terlemiş. Geliç ve Geçtin dereleri var orada, Makal düşünüyor: Hz. Ali oraları gezmiş, susayan arkadaşlarından birine geçtikleri dereyi hatırlatmış, karşılarına çıkan ikinci dereyi gösterip onun da adını belirlemiş böylece. Kurguyla dolu bir zihin. Sonra bakıyor Makal, babası eşekle gelmiş köyden, “enisdos nektebine taam verip vermediğini” soruyor oğluna. Muallim gelmiş de oğlanın acele gelmesini istemiş, “intaam” tamam, iş oldu. Yirmi altı arkadaştan yedisi kazanmış, biri Makal. Okumaya başlıyor, ziyarete gelen bakanın konuşmasını dinliyor ve sorulan soruya cevabı bilmesine rağmen heyecandan cevap veremiyor. Bakanın söylediği: “‘Çocuğun konuşamamasını bir hatâ saymıyorum. Bunlar asırlardan beri sustukları için elbette birdenbire konuşamazlar. Bunlara ilk öğreteceğiniz şey konuşturmak, konuşmalarını ve düşüncelerini söyleyebilmelerini sağlamak olmalıdır!’” (s. 12) İletişimin temelleri öğretiliyor, bir dünya gazete ve dergiden günceli takip ediyor çocuklar, dünya edebiyatından yapılan çevirileri okuyorlar. 1959’da basılmış bu kitap, enstitüler öğretmen okullarına çevrileli çok olmuş, Makal bu değişimi tüm yanlışlarıyla ele alıyor. Okuldan yetişenlerinin yetersiz olduklarına dair iddiaları reddediyor en başta, ezberci eğitimin tartışmalı kazancındansa uygulamalı eğitimin sorgulayan, düşünen öğretmenler yetiştirme başarısını öne çıkarıyor. Birkaç tanıdığını, arkadaşını anlatıyor aralarda, köylerde ahırlar inşa eden, hayvan hastalıklarını iyileştiren, nereye ne ekileceğine karar veren enstitülü öğretmenler köylünün vazgeçilmezi haline gelmiş, çıkan her sorun öğretmenlerin yardımıyla çözülür olmuş. Eğitmen Durmuş ayrı bir bölümde anlatılmış, enstitülerin temelini oluşturan eğitmen kurslarından mezun olan Durmuş’un aklı her şeye eriyor köylüye göre, şehirde bir işleri olduğu zaman hemen Durmuş’a başvuruyorlar. Dilekçeler, yazılar, ne varsa hallediyor Durmuş, köyün diğer işleriyle ilgileniyor, “Osmanlı’da eşi benzeri yok” diyorlar onun için. Bir köyden eğitmen geçti mi anlaşılıyormuş hemen, bahçelerdeki ağaçlardan binaların boyasına her şey eğitmenin eseriymiş. Ne olmuş, işten el çektirmişler de çapaya göndermişler. Ellez var, İlyas, onun hikâyesi de ibretlik. Çankırı’nın Bozkuş köyünde milleti arıcılığa alıştırmış, sırf kendisinin kırk kovanı varmış da bala bal demiyormuş. O tutmasaymış başka bir şey deneyeceğini söylüyor, eline rende keseri alıp köylünün kapısını penceresini yaparmış, demircilik ve sobacılık yaparmış ki zaten yapıyormuş, köylünün ne sorunu varsa. “‘Enstitü mezunu demek kafasında örümcek gibi bir teşkilât olan adam demektir. Bedri Rahmi’nin bir resmi vardı görmedin mi, söylediğim gibi bir kafa içi yapmış, altına da ‘Bir Enstitülü başı’ yazmıştı.’” (s. 41) Köyün yollarını düzeltir, hastalanan çocuklara bakar, demiri kırılanın demirini yapar, gönlü kırılanın gönlünü. Kalaycılık, bakırcılık, elinden ne gelirse. Arıcılığı o kadar işlemiş ki fazlasına kızmış köylüler, işi herkese öğrettiği için yaylım bulamaz olmuşlar. Ne uğraş ama, köyü kalkındırmak için herkesi seferber etmek. Makal diğer metinlerinde dayak yiyen, köyden kovulan arkadaşlarını anlatır, okul için bina hazırlatmayan muhtarlardan ve hocalardan illallah eder, bütün bunların arasında yılmadan çalışanlara helal.
Kıyas için de kaynak var, “Değişen”de yeni sistemin okulundan mezun öğretmenle Makal’ın laflaşmasını dinliyoruz. Yeniye göre eskiler coğrafya, kimya falan öğrenemezlermiş de o yüzden köylülerle anlaşamazlarmış, artık bu dersler öğretildiği için bilgi eksiği kalmamış öğretmenlerin, eskinin güdüklüğü ortadan kalkmış. Hayır, bozuk kapıyı tamir edemez çünkü bilmiyor tamir etmeyi, şehirden gelecek tamirciyi beklemek zorunda. Tarlada çalışan işçiler sayesinde çocuklar ameleliği bırakıp sadece okumaya odaklanmışlar, kafalarını başka bir şeye vermek zorunda değillermiş. Sırf kültürle yetişiyor, derslere girip çıkarak öğreneceğini öğreniyor, sonra yallah şehre. Diğer yandan Amerika gelmiş, bütün borçların kapatılacağı söylentisini yaymış, Tarım Kooperatifi donlarını almasın diye köylüler dua ediyor ve arada sövüyorlar. Kredi almışlar, sonra daha da almışlar ve tehdit giderek büyümüş, millet borçlandırılıp sımsıkı bağlanmış. Daha diğer yandan okullarda solcu avına çıkan öğretmenler türemiş, birkaç özellik belirlemişler de şablona uyan çocukların iflahını kesmişler. Köylünün sefaletini anlatan yazı yazanlar, çarpıklıkların üzerine gidenler, emeği savunanlar hemen fişlenmiş, propaganda faaliyetleri yüzünden kovuşturmalar, bir dünya dert. Devletin henüz ulaşamadığı köyler cabası, Bin Veli Sarı’nın okulu yıkıldı yıkılacakmış, kimse dönüp bakmıyormuş, nişanlısıyla evlenemiyormuş çünkü kuş kadar aylığa kız vermezmiş kaynatası, ayrıca köyde kitap da yokmuş. Okuyacak hiçbir şey yok, köylüler akıllarını salı akşamı yemediklerini söylemişler, gazete okumazlarmış, hava telsiziyle öğrenirlermiş olan biteni. Bin Veli’nin boynu boğazı saç, sakallı yüzü zayıf, pantolonu asker kışlığından bozma külot, ceketinin omzunda iki yama, gözleri kanlı, kafası aç. “Çileler yalnızlıklar içinde viran köy okulunu seslendiren, sümüklü çapaklı köy çocuklarını ‘çocuk’ etmiye çalışan Veli, Fakir Baykurt gibi senin de çok dertlerin var söylenecek, ama kimse kulak asmıyor, dergiler gazeteler uzun yazı basmıyor, dertli dokunaklı, suyla sabunun yanına yaklaşan yazı basmıyor.” (s. 78) 1959’da maaşların yükseltilmesi söz konusu olmuş, öğretmen açığını kapatmak için yapılması gerekenlerin başında gelen maaş düzenlemesinin yanında gençlerin öğretmen okullarına yönlendirilmesi gerektiğinden bahsediyor Makal. Eskiden her bir enstitü yılda iki üç yüz öğrenci çıkarırmış, yeni okullara rağbet az olduğu için ihtiyaç azalmıyormuş bir türlü. 1945’ten itibaren köylere particilik girdiği için mevcut öğretmenler bir şekilde uzaklaştırılmış oradan, mahalle mekteplerinde hocalarla sürdürülen eğitim malum. Öğretmenler, eğitmenler geçip gitmişler köylerden, diktikleri ağaçlar, yaptıkları binalar, onardıkları yapılar kalmış da ne kadar kaldıysa. Kendileri okurken köylüyü de okutan neferler gitmiş, yerleri boş. Erkekler tarlada bahçede çalışırlar diye yollanmıyor, kızlar hiç yollanmıyor, sosyal ortamları evden ibaret, başlık karşılığı verilene kadar aileden, sonra kocanın ailesinden eziyet, Dursun Akçam’ın anlattığı dehşet dolu dünyalar. “Köylüleri nasıl kurtarmalı?” Köy de kalmadı gerçi, mahalleye çevrilenler hemen şehre katılıyor, betonla dolmaya başlıyor. Altmış küsur yıl öncesinden bozulmayı anlatıyor Makal, ders kitabı gibi bir kitap.
Cevap yaz