Kolektif – İlhan İlhan

Rus işgali sırasında Oltu’dan Kızılca’ya taşınan ailenin ikinci çocuğu Muzaffer Erdost, yoklukla büyüyor, kardeşi İlhan’ı kaybediyor. Ablası Fadime’yi kaybediyor, zehirlenme. İnsanlar kolayca ölüyorlar, Muzaffer kalıyor bir. “atlar koşuyor lâ li li / cirit oynanıyor lâ li li/ kardeşim ölüyor lâ li li/ mezarları yanyana lâ li li/ kalbim yanyana lâ li li” (s. 43) Babasıyla dedesinin arası genel olarak soğuk, ev kerpiç ve linyit kokuyor, akşamları marşandizlerin döktüğü ateşten yarı yanmış kömürleri topluyor Muzaffer, evin önündeki maltıza koyuyor. İki kardeşi olmuş, ölenler yaşıyorlar: Fadime ve İlhan. Muzaffer 1932 doğumlu, bulgur kaynatılırken doğmuş. İlhan 1944 doğumlu, yokluğun avazı arşa erince doğmuş. Dükkânını kapayan baba define aramaya başlamış, altın bulamamış da çömlek, kap, para etmeyen ne varsa bulmuş. Tokat işi reyhanlı pilav yenirmiş evde bazı günler, çılbır çoğunlukla, beş on tavuktan ne gelirse. Aç kalma korkusu bir, evinki iki: “Evin alt bölümleri karanlıktır. Samanlıkta ve ahırda alkarısı, merdiven altında eski bir sahip, odunlukta, ambarda, fırında gece bastırdı mı cinler…” (s. 45) Amcasının yardımıyla okumaya çalışır Muzaffer, eğitimi kesintiye uğrar, Sivas Lisesi’nden sonra Çorum’a geçer çünkü pansiyon daha ucuzdur orada. Ankara kaderdir artık, Veterinerlik Fakültesi’nde okurken yazıp çizer Muzaffer Erdost, İlhan’ın ilkokulu bitirdiği yıl Rana’yla evlenir ama işi yoktur henüz. Ayarlayana dek Muzaffer’in babasının evinde kalan Rana’nın yanında İlhan da gelir, Yenimahalle’de küçücük bir evde yaşamaya başlarlar. Muzaffer Erdost’a göre İlhan hem kardeşidir hem evin çocuğudur artık, üzerine titrerler iyi bir eğitim alabilmesi için. Muzaffer burslu okumuştur, nasıl bir burssa geri ödemesi gelince darboğaza sokar aileyi, üstüne Muzaffer hapse girince İlhan kapar bu borcu. Askere gitmeyi ertelemiştir Muzaffer, sırf İlhan’ın liseyi bitirmesi için çalışmıştır, nihayet kurayı Şemdinli’ye çekince vedalaşırlar. Gerçi oralarla ilgili kaynakları usanmadan bulup yollamıştır İlhan, abisinin araştırmasıyla ilgili elinden geleni yapmıştır, Muzaffer Erdost birlikte yazdıkları yazıların ilk örneğini o araştırmayla verdiklerini söyler. Konu ilginç, İngiltere-Almanya-Rusya üçgeninde kısılı kalan Şemdinli’nin jeopolitik önemini sosyal yapıyla birlikte ele alır Muzaffer Erdost, röportajlar yapar, Nakşibendilerin gücünü belirlemeye çalışır. Yayınevi doğacaktır bu güç birliğinden, abi askerden dönünce kardeşiyle birlikte Sol Yayınları’nı kurar, gece gündüz çalışmaya başlamalarının yanında Hukuk Fakültesi’nin sınavlarına hazırlanmaktadır İlhan, son döneminde abisini şaşırtarak bir ay kadar ders çalışmak zorunda olduğunu söyler. Geçim telaşı, başka dertler derken kardeşinin ders çalışmaya gereksinim duymasının aklına gelmemesinden ötürü dertlenir, bir yandan da onca işi tek başına nasıl kotaracağını düşünür. “İlk” İlhan’la da ilgisi var sanırım bu suçluluk duygusunun zira Muzaffer Erdost kardeşini son gördüğünde azıcık şamarlamış, cortlayan top yüzünden azarlamıştır kardeşini, kısa süre sonra ölüm haberini alınca, işte, yine aynı şeyi yapmamak ister artık. Yirmi gün boyunca yurtta kalır, çalışır, son sınavının olduğu gün eve dönmez. Kaygılanan Muzaffer yurda gidip bakar, orada da yok. Yurdun önüne çıkar, İlhan ağır ağır gelip son sınavdan kaldığını söyler. Yayınevini coşturabileceklerini söyler abisi, İlhan’ın kederi dağılır ama askerliği gelmiştir bu kez, kıtasına hareket edeceği gün Muzaffer savcılığa çağrılır. 1 Şubat 1966, İlhan’ın abisine, hapishaneye yıllarca eşya götürmeye başlayacağı tarih. Kader ortaklığı diğer yandan. “İlhan’la birlikte çıkardık evden. Birlikte gelirdik çalışmaya. Birlikte çıkardık bürodan. Birlikte alırdık eve götüreceğimiz şeyleri. Birlikte dönerdik eve. Birlikte olurduk evde de. Aynı nesneler, aynı sesler, aynı gazete, dergi, kitap. Aynı sorunlar. Aynı sevinişler. Aynı acılar.” (s. 55) 19 Mayıs 1971, Ankara Emniyet Sarayı. 21 Mayıs, Sansaryan. 22 Mayıs, Davutpaşa Kışlası. Yıldırım Bölge, 1 Nolu Askerî Cezaevi. Gözlerim doluyor, iki kardeşin fotoğrafı var kitapta: Muzaffer Erdost çizgili bir takım elbise giymiş, elleri kelepçeli, İlhan Erdost’un elinde sigara, üzerinde beyaz gömlek. Gülümsüyorlar.

Yayınevinin işleri yoluna girince anca, İlhan kilidi açmış da kalbini serbest bırakmış. Gül’le evleniyor, Türküler doğunca abisinin kapısına bir sigara kutusuna yazdığı notu bırakıyor, isim kıza konacak. Çocukluk hayaliymiş İlhan’ın, tabancası olsun istermiş, olmayınca erkek çocuğuna alacakmış ama Türküler doğunca olmamış. Tabii çok seviyor Türküler’i, sonra Alaz’ı. Uyandırmaya kıyamadığını, öpüp evden çıktığını söyleyecek başçavuşa mı kimeyse, başçavuş da kızını bırakıp vazifeye başladığını söyleyecek o gün. Astsubay on yaşındaki çocukları zehirlediklerini söyleyecek, Einstein nasıl zehirliyorsa artık. Darwin basmak suç mu, birkaç gün sonra serbest bırakılan Muzaffer Erdost’un düşüneceği başka şeyler var. Rastgele numaralara basıp telefonu düşüren, babasıyla konuşan Türküler’in yaptıklarını anlatmak için mektuplar yazacak İlhan’a. Babaya merhabalar, amcayı babaya benzetmeler, babanın çalıştığı yeri merak etmeler, Türküler büroda bulamadığında matbaaya gittiğini, geleceğini düşünüyor babasının. Bir gün, hazırlar artık, konuşup karar veriyorlar Türküler’i de götürmeyi. Yaşı küçük ama zihinsel yaşı büyük, mezarlığa gideceklerini söylemişler, ağlamamaya söz veriyor. Alaz ağlamaya başlıyor bu sefer, mezarlık kapısında beklemesine karar veriyorlar ama alıyorlar yanlarına, olacaksa olsun. “İlhan’ın sininin biraz açığında durduk. Arabadan indik. İlhan’ın yanına geldik. Gül, baştaşını, herzamanki gibi öptü. Türküler de öptü. Alaz yetişemedi, yandaki mezarın kıyısına çıkarak, o da Türküler’e öykündü. Ben kasımpatını dikmeye koyuldum. Türküler, ‘Amca sen kardeşini niçin öpmedin?’ diye sordu. Yanıtlamadım.” (s. 236) Giderlerken babasına veda etmiş Türküler, mezarlığa giren bir gelin arabasına el sallamış, babasına selam götürmesini istemiş gelinden. O sıra İlhan’ın Rana’ya sorduğunu hatırlamış Muzaffer Erdost, acaba Türküler’in evlendiğini görür müymüş. Yazamayacağım, başka bir kitapta Muzaffer İlhan Erdost’un ilgili yazısına rastlamış, anlatmıştım olanları da elim varmıyor bir daha.

Can Yücel dolandığını yazıyor şiirinde, Beylerbeyi’ne iniyor Asaf Halet Çelebi’nin yamacından, daha doğrusu indi inecek, Samsun yakıyor bir tane, yağmur çisemi. “Olmuyor allah kahretsin/ Şu araba cayırtıları yüzünden… İlhan Erdost’un nasıl öldürüldüğünü/ Kaç gündür aklımdan çıkaramadığım gibi…” Vecihi Timuroğlu: “Düğün dernekti yüreğin/ Halkın gülende/ ‘Toprağım’ der de öperdin karını/ Kerem Kerem çağırırdın Türküler’ini/ Dağ dağ yakardın Alaz’ını/ Düğün dernekti yüreğin” Turgut Uyar kayayı incire deldirirken anıyor: “yeni bir soydandı yepyeni/ kendi mezarında kendi açan bir güldü ilhan / sabah da kırmızı akşam da kırmızı/ hep kırmızı kalacak solmadan” Cemal Süreya bir türkü tutturuyor, Oktay Akbal yazıyor, İlhan Selçuk yazıyor, kitapta onların tanıklıkları da var. Gazete ilanındaki fotoğrafında dimdik duruyor İlhan Erdost, genç ama yaşından çok daha büyük gösteriyor, elinde gazeteler mi, dergiler mi, Muzaffer Erdost’un şiirlerinden alıntılar konmuş. Bir çocuğun duvardaki fotoğrafla konuşması her gün. O olmadığını söylemişler de abisi tanımaz mı İlhan’ı. İki koluna girmişler, oradan çıkarmaya çalışmışlar ama durmuş Muzaffer Erdost, imamı izlemiş, dört geceden sonra köpüklerle kaplanan kardeşini. “Muzaffer İlhan Erdost” artık, kardeşinin adı kendinde yaşayacak, ne yazdıysa üstünde kardeşinin adı da yazacak. “Sonra yıkadılar sabun köpüklerini. Yüzü açıldı. Gözleri hafif aralık kalmıştı. Üst dudağı tüm bedeni acıyormuş gibi yukarı çekilmişti. Eğildim yüzüne, iki ellerimle tuttum yanaklarından. Yüzünü, gözlerini öptüm sordum, öptüm sordum: hani yarım, hani yanım/acı nerende kardaşım.” (s. 35)

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!