Jorge Amado – Quincas Suçığlığı’nın Ölümü ve Ölümü

1959’da Amado’nun kendini kaptırdığı, yeni romanını yazmaktan başka hiçbir şey istemediği günlerde ressam Carlos Scliar çıkagelir, bunu Zélia Gattai Amado anlatıyor bu arada, Jorge Amado’nun eşi, yoldaşı, kendisinin de çok sayıda metni olduğu için o ateşi biliyor, kısaca yansıtıyor da, hani Scliar bir dergi çıkaracakmış da ilk sayılardan birinde arkadaşı Jorge’nin de bir metninin yer almasını istiyor. Jorge’nin kafa başka yerde olduğu için, yani, roman yazıyor adam, istemiyor ama yalvarmış Scliar, “hızlıca, hafif, eğlenceli herhangi bir şey” istemiş. Jorge teslim olmuş, makinesine yeni kâğıt takmış. “Yazıp bana veriyordu, ben de kopyasını çıkarıyordum. Bu kadar çok ölen harika serseri figürüne âşık oldum. Öykü hafif ve eğlenceli miydi, o konuda kuşkularım var ama hızlı yazdı, ah, orası kesin!” (s. 69) Bir haftadan kısa bir sürede metni bitirmiş Jorge, revize edip Scliar’a vermişler. Muhteşem. Araya sıkıştırılan kısa metin Jorge Amado’nun en önemli metinlerinden biri haline gelmiş, tiyatroya ve sinemaya da uyarlanmış, olur öyle zira iki ölümü böylesi kaynaştırmak usta işidir, hele aynı ölümü ölen bir karakter söz konusuysa. Nitelikleri farklı gerçi, bir ölüm sıradan ölümdür, diğer ölüm efsanenin ölümüdür. Bir ölüm doğal ölümdür, diğer ölüm olağanüstü. İki ölüm de bir kişinin ölümüdür. Bir kişi kaç farklı yerde kaç kez yaşamışsa o kadar ölebilir, Amado’nun gösterdiği budur. Da nasıl gösteriyor, o da ayrı bir maharet, hüzünlü ve neşeli bir hikâye ki ne kadar kolay görünüyor, o kadar zordur. Bir yanda sevgi dolu baba, bir zamanlar çocuklarının şeker pederi, diğer yanda on yıldır toplumun dibinde yaşayan, serserilerin kralı haline gelmiş baş belası. Ölüm de ikiye ayrılmıştır, kimine göre bir sabah sessiz sedasız, gösterişsiz bir şekilde ölür Quincas Suçığlığı, kimilerine göre Bahia denizine dalıp gitmiş, son sözleriyle akıllarda yer etmiştir, peygamberce bir şehadettir onunki. Kaptan Manuel ve Pörtlekgözlü Quitéria tanıktır bu ikincisine, oysa doktorun imzaladığı ölüm belgesi açıktır: sabah saatlerinde dünyaya veda etmiştir Suçığlığı. Öyleyse diğerlerinin duydukları son sözler nedir, adamın geceleyin gemiye binmesi, içtiği leş içkinin yüzünü güldürmesi, yani neler olmaktadır da bu çatışma ortaya çıkmaktadır? Bu bir sınıf çatışması mıdır yoksa, saygıdeğer kızının ve gelecek vadeden bir kariyeri olan damadının iddia ettiği gibi iflah olmaz sarhoşların, serserilerin, kanun dışı alçakların icadı olabilir her şey, sonuçta cenaze evinden sonrasını bilmiyorlar. Şöyle, sadece götürdüklerini biliyorlar Suçığlığı’nı, gerisi hikâye. Büyük hikâye ama, şehirdeki üst rütbeli memurlardan serserilere dek herkes bir yerine ekleme yapıyor hikâyenin, kulaktan kulağa ne yayılıyorsa gerçekten başka her şeyi taşıyor. Birkaç sabit var, işe yaramıyor pek: ne kadar deli olsa da en özgün saygınlığını geri kazanır ölen, Joaquim Soares de Cunha ne kadar muteberse Quincas Suçığlığı o kadar beterdir ve takım elbiselerle paçavralar aynı bedene yakışabilir. Sıkıcıdır memur hayatı, saygıya değmek için normlara uymak yeter, diğer yanda hayat kadınları falan, yani bu değişime bir şeyin yol açmış olması lazım da uymuyor hiçbir şey, doktora göre delilik değil, aileye göre delilik, dünyaya göre can sıkıntısı olsa gerek. Sonuçta aile memnun bu ölümden, yüz karası, utanç kaynağı yaşamıyor artık, kızı Vanda babasına bakarken anıları geliyor gözlerinin önüne, ne kadar şefkatli bir babayken karşısında yatan adamın suratında pis bir sırıtma, sağ ayak başparmağı çoraptaki delikten fırlamış. Kokuyordur da, tıp öğrencileri parçalamadan önce iyi bir temizlenmesi lazım.

Damat kariyerine zeval gelmesin diye mevzuyu bir an önce kapatmak istiyor, Vanda’nın elinde olsa adamı hemen gömecek, kardeş Eduardo tabut parasının bir servet olmasından şikayetçi, Marocas Hala’ysa taşrada öldüğünü duyurmalarını istiyor, böylece hiçbir serseri kardeşinin cenazesine gelmez, haberi telgrafla yayarlarsa yedinci gün duasına gelen de az olur. Zaten söylememişler Suçığlığı’nın nerede olduğunu, denk gelenler haberi yaymışlardır ama duymayan duymamıştır, özellikle uzaklarda yaşayan akrabalar. Ailenin onuru bir ölçüde korunmuş yani, şimdi hürmet edilen bir büyükbabanın serseri gibi gömüldüğünü görmeler büyük rezillik. Marocas’ın arada söyledikleri diğerlerinin arada söyledikleri kadar önemli, hikâyenin doğuşunu aralarda derelerde aramalı: Joaquim çok severmiş hayatı, çocukluğunda bir sirkle kaçmak istemiş de eşek sudan gelinceye kadar dayak yemiş. Eşi dediğim dedik bir kadınmış, muhtemelen çok bunalmış adam, basıp gitmiş nihayetinde. Gerçekten eğlenceli bir adammış, kuş gibi özgür olmak istediğini söylemiş bir ara Marocas’a. Vanda babasını affetmiyor ama sahipsiz bir köpek gibi gömülmesini de istemediği için cenaze töreni düzenletiyor. Olabildiğince gizleyerek tabii, yedinci gün muhabbeti, eşe dosta geç haber vermek, bir dünya önlem. “Şimdi ölmüş ve ayak ucunda mumlar, üzerinde düzgün giysilerle bir tabutun içine upuzun yatırılmışken bile teslim olmuyordu. Ağzıyla ve gözleriyle gülüyordu, birazdan ıslık çalmaya başlasa şaşmamak gerekirdi. Ve üstüne üstlük bir başparmak –sağ elininki– düzgün bir şekilde diğerine çapraz durmuyordu, anarşist ve alaycı bir tavırla havaya dikilmişti.” (s. 31)

Bahia sokaklarında bir yas dolaşıyor o sıra, aile toplantısı sürerken haber yayılmaya başlamış, şehrin kızları tatlı tatlı asılan, edepsiz şakalar yapan ayyaş adamın ardından ağlıyorlar, denizciler hayal kırıklığıyla eğiyorlar başlarını, ateş suyunu bir efsaneye döndüren adamın ardından –tezgâhın üzerindeki şişeyi ilk kez kafaya dikince öyle bir haykırır ki lakabını kendi kendine koymuş olur, aslında deliliğini bu çığlığa borçlu olabilir- hikâyeler anlatmaya başlıyorlar. Fahişeler o gece erkek aramıyor, hiçbir erkeği kabul etmiyorlar, sanki kutsal bir günmüş gibi yas günü. Üç yakın arkadaşı var Quincas’ın, üçünün de işlerini güçlerini bırakıp buluşmalarının şerefine dirilmesi olmazdı ama olurdu, sonuçta gülümsemesi bir işarettir ama ağzına dökülen içkinin yerlere saçılması da işarettir, ayakta dimdik durması ve tek bir söz bile söylememesi, her şey işarettir, nasıl yorumlanırsa yorumlansın bir ölünün kolay kolay ölemeyeceğini gösterir. Dördüncü çavuş da kadroya eklenince gidip Quincas’ı görürler, aile üyelerinin nefretiyle karşılaşsalar da bitik durumdaki insanlara yardımcı olmak amacıyla “babalarının” yanında durmak isterler. Leonardo Amca kaçıklara on papel verip arazi olur, ne yapabilirler ki sonuçta, kaçırıp gemiden atacak halleri yok. Dua okurlar, sonra çavuşlardan biri cebindeki kurbağayı çıkarıp tabutun içine koyar, sonra adamı oturturlar, üzerindeki ceketi iyi ederler çünkü ölülerin kıyafete ihtiyaçları yoktur. O ân kadar ölü, ne zaman bir yudum daha içirirler de adamın kafasını salladığını görürler, o zaman götürürler adamı. Sokaklar bayram yeridir, Quincas’a yaptığı eşek şakasından ötürü kızanlar hemen ateş suyuna yumulup kutlamaya başlarlar. Şamata, şenlik tam, en sonunda Kaptan Manuel’in teknesine doluşurlar da denizde sürdürürler kutlamayı. O sıra hava celallenir, şimşekler, dalgalar derken gemi sallanmaya başlar, Quincas’ın denize yuvarlandığını zar zor görürler. Son sözlerini duyanlar olmuştur ama aile inanmaz, zaten tabutun parasını geri alamadıkları için öfkelidirler. Vanda’nın biraz olsun üzüldüğünü düşünmek istedim, düşünemedim, söylenceye dönüşüp kaybolan babasının ardından olağan yaşamına hemen geri döndü sanırım.

Dört dörtlük metin.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!