Alex kendi metnini yazmaya başlar, arada sırada Jonathan’a parantez içi mesajlar gönderir ki daha bir öyle veya şöyle yazması için tavsiye alsın. Öyle veya şöyle yazdığı için özür dilediği de olmuştur, bazı şeyleri olduğu gibi yazmaktan imtina ettiğini veya çekinmediğini de söylemiştir, sonuçta Alex yazdığı kısımların tamamını ABD’ye, her şey olup bittikten sonra memleketine dönen Jonathan’a gönderir, metnin bir kısmını kaleme alır. Ailesini anlatır, seks hayatını ballandırır ama sonradan itiraf edeceği üzere kadınlarla pek bir münasebeti yoktur, çocuk ruhlu bir adamdır Alex, çocuktur, aklının önemli bir kısmı büyümemiştir. Filmde tam bir gopnik olarak gösterilen Alex’in serseriliği varsa da itliği, hergeleliği yok sanıyorum, adam kavanozda para biriktirip ABD’ye gitme hayali kuran, basit, içten biri. Diyeceğim de anlatı o kadar katmanlı, o kadar girift ki Geceyarısı Çocukları‘nı anlatamadığım gibi anlatamayacağım bunu da, doğrudan oyunlara yönelmek isterim. Kültür farkının biçimleri muhtelif ve komik, Alex’in “negro” dediği zaman Foer’ın o sözcükle ilgili uyarısı, Alex’in bütün masumiyetiyle sözcüğün neden sorun çıkarabileceğini sorması hoş, yemek yiyeceklerken Foer’ın et yemediğini söylemesi, diğerlerinin neden et yemediğini anlayamaması, böyle pek çok durumun yanında Alex’in İngilizceyi iyi bilmemesinden ötürü hatalarla dolu mektupları derken filmi bitirdim, Elijah Wood müthiş oynamış da film çok çok çok eksik, sadece Alex’in mektuplarındaki hikâye üzerinden ilerliyor, Foer’ın yazdığı bölümler, Trachimbrod’un tarihi, köyün tuhaf insanları, Yankel, Brod, onca hatıra, yaşanmışlık, hiçbiri yok. 1700’lerden itibaren takip ettiğimiz bir süreç var oysa, pogromların acısı Yahudilerde hatırayı, muhafaza etmeyi yaşamsal hale getirmiş, Foer’ın koleksiyonculuğunun temeli koca bir tarihin sonucu, bunların hiçbiri filmde yok. Alex’in dedesinin köyü basan Nazilerden kurtulmak için en yakın arkadaşını ihbar etmesi tarihin, her şeyin aydınlanmasıyla ortaya çıkan suçluluk sonucu intiharını temellendiriyor, bütün bunları bilmeli, filmi izlemeden metni okumalı. Radyo, gazete, insan, her neyse Almanların Ukrayna’ya çıktıklarını ve hızla ilerlediklerini söylüyor, köylüleri uyarıyor ama kimsenin gitmeye niyeti yok, hazırlık yapmıyorlar, atalarının yaptığı gibi akıbetlerini bekliyorlar. Foer’ın dedesi Safran kısa süre önce ABD’ye gidip ev bark peşinde koştuğu için katliamdan kurtuluyor ama eşini ve henüz doğmamış çocuğunu kaybediyor. Filmde şöyle bir gösterip geçiyorlar ama metindeki katliam daha detaylı. Safran’ın kaynatası Tevrat’a tükürmeyi reddedince hamile kızının cinsel organına silahı dayıyorlar, son bir uyarı, ardından ateş. Kadın yerde sürüklenip yardım istiyor, ardında kandan bir yol bırakarak sürünüyor ama yardım eden yok, biri hareketlense askerler anında kurşun yağdıracak. Kadın bir süre sonra kendinden geçip ayıldığında kurşunu bebeğinin durdurduğunu anlıyor, bu yüzden hayatta. Babası Tevrat’a tükürseydi de sağ kalamayacaklardı, şuradaki pratik o köyde, savaşın ortasında gerçekleşmeyecek. Faydalı oldukları sürece Yahudilerin yaşamalarına izin verilmişse de her an soykırımla karşı karşıyalar, Simon Schama’nın Yahudilerin Tarihi nam kallavi metninde daimi göç durumuna dair veriler sayısız. Bu romanda bahsedilen, filmde de geçen yüzük aslında insanların onu bulması için değil, onun insanları bulması ve tarihi ortaya çıkarması için var, her birey kolektif tarihe katkı sağlayabilir ve sağlamalı, bu yüzden yüz küsur yıl önce Kudüs civarındaki mağaralarda bulunan binlerce yıllık kayıtlarla bu metni, hatta bu metnin içindeki, Alex’in ve Foer’ın yazdığı bölümleri, hatta Foer’ın köy tarihini anlattığı kısımlarda ortaya çıkan kurmaca metinleri de Yahudi tarihinin bir parçası olarak görmeli. Kurmaca içinde kurmacadan bahsetmişken kırsalda ortaya çıkan olağanüstü fikirlerin doğasını da irdelemeli. Foer’ın bölümlerinden birinde kasabanın tarihçesini ele alan bir defter var, kim tutmuşsa sanat, zanaat ve yaşamla ilgili benim gördüğüm en isabetli fikirleri yazmış. Foer söyleyemezdi, anlatıda yeri yok. Alex zaten dile getiremez, adamın derdi küçük kardeşiyle birlikte ABD’ye taşınıp muhasebeci olarak çalışmak, sanat sepetle hiç ilgisi yok, en azından Foer’la tanışana kadar. Dede söyleyemez, Foer’ın anlattığı köylülerin hemen hiçbiri yazamaz. Kim yazacak, üçüncü katmanın kurmacasını oluşturan anonim bir şahsiyet, belki Yahudi toplumunun tamamı, kolektif bilinçaltı. Sanatın ereği sadece kendisidir, başka bir amaç sanatı ortadan kaldırır ki sanat eserine rastlanmamasının sebebi de budur. Tanrı kendine benzer bir eser ortaya koymuş da olmuşuz, o halde aynadan çalmıştır, yeni bir şey yoktur yaptığında. Sayısız hüzünlerini tek tek kayıt altına alan Brod’un defteri bir facia sonucu ortadan kalkmıştır mesela, yüzlerce hüzünden geriye kalan tek bir sayfa ölü bir çocuğun yüzüne düşer. Muhteşem kontrast: Yahudilik söylencelerle ilerler, yazılanların yok edilmesi çok kolaydır, bu yüzden bedende, yaşam pratiğinde, Tanrı’yla kurulan münasebette yazılı olan yaşatılmaya çalışılır ki insan metinleşsin veya tam tersi, insan yok olsa da başkaları varlığı öte zamana taşıyabilsin.
Brod köyün en güzel kızı, nehre yuvarlanan at arabasından çıkarıldığında kimin çocuğu olduğu belirsiz. Yankel’e emanet ediliyor, eşi arkasında bir not bırakıp kaçtığı için yaşamına acıyla devam eden adama teselli. Aralarında anlayış temelli bir ilişki var, birbirlerini tam anlamıyla sevemeseler de ayrı yaşamayı düşünemeyecek kadar bağlılar birbirlerine. Brod’un tecavüze uğradığını başlarda öğreniriz, detayları sonlarda öğreniriz, bu da bir oyundur. 1700’lerdeki atalarından kendisine kadar uzanan çizgiyi takip eder Foer, dedesinin dedesine kadar hikâyeler anlatır ve sözü savaşa getirmeden önce Safran’ın tuhaf yaşamına bir bakarız. Doğumuyla birlikte sağ kolunu kullanamaz Safran, ölü kolun enerjisi cinsel organına gittiği için civarın en iyi jigolosu olarak çalışmaya başlar, kadınları memnun eder. Annesinin sözünden çıkmaz, toplumsal normlar gereği evlenecekse bir Yahudi’yle evlenmelidir, bu yüzden çok sevdiği Çingene’yle ilişkisini bitirmek zorunda kalır. Sancılı bir süreç, Safran’ın başka bir memlekete gitmek istemesinin bir sebebi de bu katı düzenden uzaklaşmaktır, neyse ki tam zamanında gider ve Foer’a kadar uzanan zincirin parçası olmaya devam eder. Foer, Alex ve Alex’in dedesi köyü ararlarken denk geldikleri kadının anlatacağı son hikâye geçmişi aydınlatır, tamamlar. Safran’a o da âşıktır ama adamın kalbi kadının kardeşine aittir, bu yüzden gözlemci olarak kenarda kalmış ve bu sayede demeliyim, yaşamından olmamış. Kadına Safran’ın fotoğrafını gösteren Alex metinde defalarca aynı soruyu soruyor, fotoğraftakileri tanıyıp tanımadığını öğrenmek istiyor ve her sorudan sonra kadının tepkilerini gözlemliyor. Filmde üç kez soruyor, romanda ondan fazla kez. Ziyaretçileri eve alan kadın duvara dizdiği kutuları gösteriyor, bombalandıktan sonra geride tek bir taşı bile kalmayan köyden kurtarabildikleri. “Trachimbrod benim.” Muhteşem. Bireyin taşıdığı tarih. Köyün olduğu yere gidiyorlar, 1200 köylünün öldürülmesinden sonra yerleştirilen anıta bakıyorlar ve Foer her şeyi öğrendikten sonra ABD’ye dönüyor. Son mektuplarında Alex bir daha mektup yazmayacağını ekliyor, onun için de hikâyeden geriye bir şey kalmadı artık. Dedesinin yazdıkları da Foer’a gittiğine göre tarih tamamlanmış, ölenler ölmüş ve anlatı bir sonraki nesle aktarılmıştır, tıpkı her zaman olduğu ve bundan sonra da olacağı gibi.
Muazzam bir metin bu ya, daha diyecek bir şey yok. Sahafa mahafa ne gerek, hemen alınmalı.
Cevap yaz