Itır Erhart – Ben Neyim?: Kişiler ve İnsanlar Üzerine Bir Çalışma

Popüler bilim metinlerinin popüler olmasının sebebi olabildiğince az kayıpla indirgenmeleridir, meraklı ama akademik bilgi sahibi olmayan okur içindir bu metinler, verinin bir anlamda demokratikleştirilmesi içindir. Neil deGrasse Tyson’ın YouTube kanalına çıkanlardan biri, Brian Cox olabilir, akademisyenlerden böyle bir beklenti olduğunu söylemişti, yani bulunan, araştırılan süper şeyleri halka da anlatmak gerekir. İngiltere’de, Fransa’da halka açık meşhur dersler vardır, çağının en önemli bilim insanları gelip deneylerini yaparlar, teorileri basit bir dille aktarırlar, ilgili insanlar gelip salonları doldururlar falan, iyidir. Neyse, Erhart’ın metni tam bir popüler bilim metni değil de tezliğini koruyan bir metin olarak görülmeli, elbet anlaşılıyor Erhart’ın savları da konuyla ilgili görüşlerin apaçık ortaya konmasından çok belli bir görüşü akademik camiaya tanıtmak, tanıtırken mevcut görüşlerle tokuşturup farklı yanlarını açığa çıkarmak olunca amaç, eh, o kadar da kolay bir okuma beklenmemeli. Nörolojiyle çok uzaktan bir bağı var ayrıca, felsefi bir metin yani. Davar bir okur olarak son derece basitleştireceğim meseleyi: kişilik nedir, insan nedir, düalizm insana ne etmiştir, Aristoteles’in insan tanımından Aydınlanma zamanının insanına ne değişmiştir, Locke, Hume, Parfit ve Rudder Baker’a göre insan nedir, “yaşayan ceset” gerçekten de yaşıyor mu, ceset olmayabilir mi, ölüm hukuken neye karşılık gelir, bir dünya sorunun cevabını irdeleyen Erhart en sonunda meseleye kendi yorumunu katıp “fetüsün, ergen çocuğun ve bitkisel hayata girmiş hastanın tek ve aynı varlık olduğunu akla yakın bir şekilde” gösteriyor. Anneannesinin Alzheimer’a yakalanması, çıkış noktasını, anneannem beni tanımadığında benim nereye gittiğime duyduğum merak Erhart’ın kendi araştırmasının konusunu belirlemesinde etkili olmuş, benzer kaygıyı öyküye çevirmiştim, araştırması, şimdi tabii konu anneanneye gelince yazının şaftı kaydı da kayıp çorap teklerinin gittiği yere gitmiyoruz sanıyorum, Keret’in kayıp dünyasına da değil, parçalarımızı oluşturan veriler zihinde kilitli kalmıyor da tamamen yok oluyor biriken protein kütlesinin nöronları boğmasıyla. Anneannem bana bakarken bir şeylerin öldüğünü görüyordum, nerede olduğunu bilmediği için mekân da silinmişti, bilişin sürekliliği bir yerde kesilmişti, The Father‘da olduğu gibi adım adım. “Devamlılık”ta bu sürecin anlamı var, Erhart Psikolojik Yaklaşımı terk etmek gibi başka bir yaklaşımın da mümkün olduğunu gösterecek, akademik açıklamalara olabildiğince davarlaştırarak anlatacağım. Bir türlü giremedim, Theseus’un bahsettiği gemiyle örnekliyor Erhart, geminin bütün parçaları değişse de geminin aynı gemi olduğunu savunuyor bir anlamda. Devamlılık meselesi benlikle ilgili, dünkü benliğimizle bugünkü benliğimizin aynılığı, üç boyutçulara göre -etraftaki bütün diğer üç boyutlu nesnelerle birlikte zaman içinde varlığımızı sürdürdüğümüzü savunurlar- her zaman bütün halde bulunduğumuz için biriyle tanıştırılırken yirmi üç yaşındaki halimizin adıyla değil, doğrudan o güne dek taşıdığımız ve öldükten sonra da taşıyacağımız adımızla tanıştırılırız. Dört boyutçu yaklaşımda dallanma sorunu çıkar ortaya, aslında zamansal bir parçamız oradadır hatta beynimizin loblarına kadar gider mevzu, burada Dennett’ın “sezgi pompaları” dediği varsayımlar giriyor devreye, felsefi boyut. Sol yarım küre yok edilmiş, sağ yarım küre başka bir insana takılmış, biz artık o insanla “özdeş” olacağız bu yaklaşıma göre. Elbette özdeşliğin içeriği önemli, psikolojik sürekliliği bir yana bırakırsak yarı kürelerin takıldığı insanlar beynin sahipleri olmayacak, biyolojik bir devamlılığı gözeten Erhart savunacağı animalizmi açıyor tam burada: “Animalizm, beyin yarı kürelerinin alınması ameliyatı ile, birisinin böbreğinin alınıp başka birine nakledilmesi arasında fark gözetmemektedir. (…) Animalizm beyne özel bir statü atfetmediğinden ve beyin ile diğer organlar, böbrek, kalp, karaciğer veya akciğer arasında bir fark gözetmediğinden, beynin alınması da Dilek’in ortadan kalkmasına yol açmayacaktır.” (s. 21) Psikolojik kıstas devre dışı, “Kişi Olmak ya da Olmamak” kişiliğin bir evre veya öz kavramı olup olmadığını sorguluyor Erhart, Locke’un özcülüğüne karşı çıkıyor. Pek çok filozof kişiliği bilinçle, öz düşünümle bir tutarak bu yetilere sahip olmayanların kişi olmaktan çıktığını savunmuş, öyleyse kişi olmanın ilişkisel bir özellik taşımaması gerekiyor ama Erhart’ın gösterdiği üzere yaşam boyunca kişi pek çok şey olur ilişkilenme biçimine göre, eş, öğretmen, yaşlı, hepsi birbiriyle bağlantılı evreleri gösterir, sabit bir “öz” öz yoktur. Bir hayvan türü olarak kişi nedir, David Wiggins’e göre ikisi asgari ölçüde iletişimde olan farklı türlerdir, evreli değildir. Yapay zekâ tartışmalarında da “kişi” kavramı kullanılır, tanımlama çabası halihazırda birçok soruna yol açmış, androidlerin elektrikli koyun düşleyip düşleyemeyeceği dahil pek çok sezgi pompasını harekete geçirmiştir, dolayısıyla kişiyi kişi yapan etkenlerin bulunması YZ’yi değerlendirmede acayip önemlidir. Evre kilit, sosyallik olmazsa olmaz, psikolojik özellikleri kaybedip kazanmamız kişi olmamızı etkilemez, yine de henüz bilemeyeceğimiz pek çok sorunu çözmek için işin başındayız daha.

Levent ve Levent II, yaşamaktan keyif alan Levent beyin fonksiyonlarının durmasıyla ikinci versiyonuna dönüşür, hiçbir şeye hiçbir tepki vermeden yatmaktadır, aynı kişiler mi? Canlıdır Levent, nefes almaktadır ama “yaşamamaktadır”. Çakışmacı Görüşe göre organizma ile kişi maddesel olarak çakışır, bronz kütlesiyle bronz heykelin aynı maddeyi paylaşması gibi Levent (kişi) de İnsan’la aynı maddeyi paylaşmaktadır, tabii Levent’i teşkil eden İnsan’la Levent’in Levent olmaya başlamasının sebebi arasında ilişki kurmalı ki Erhart’a göre Levent’le İnsan’ı ayırmak sorunlara yol açar, sonuçta ayrık olmaları gerekmez, ikiliğe lüzum yoktur, aynı hücrelerden oluşmaları bu görüşü çürütmeye yeterlidir. “Buna göre iki nesne, aynı moleküllerden yapılmış iki farklı türe -hem kişi hem de insan veya hem heykel hem de mermer kütlesi- giremez. İlk bakışta kabul edilebilir gibi görünebilen üzerine-meydana-gelme ilkesi, sahte dolar banknotları veya androidler düşünüldüğünde, çürütülebilir. Örneğin; bir android, mikrofiziksel olarak gerçek bir insandan ayırt edilemeyebilir; ama yine de o bir androiddir, diğeri de bir insandır ve farklı türlere girmektedirler.” (s. 61) İleride gerçekleşebilecek gösterileri hayal ediyorum, biyolojik doğumun insan olmak için tek şart olmadığını savunan kalabalıklar sırf androidlerden oluşmayacak, insan olmanın şartları er geç değişecek, insanla android aynı tür olarak görülecek. Neyse, Çakışmacı düşünürler İnsan’la Levent arasındaki farkları gösteren tatmin edici bir açıklama getiremiyorlar henüz, Erhart’ın verdiği örnekte bir kilo şeker getirip masasına bıraktığı için eyleminin bir sanat eseri yarattığını öne süren sanatçı haklı değildir, en azından İnsan’ın Levent olduğu senaryoda Levent’in Levent olup olmadığını kesinleyecek kadar mutlak bir veri yoktur elde. Varlık enflasyonu doğuyor buradan, Samsa’nın dönüştüğü varlığın ne kadar Samsa olduğu üzerinden bir tartışmaya giren Erhart malum durumda Samsa’nın ne kadar kendisi olduğunu ortaya koyar, savının tersini iddia edenlerin varlık çoğaltma pompalarını eleştirir: “Arkadaşım Tuba’yla buluştuğum zaman, aslında insan, kişi ve konuşucu diye sayısal olarak farklı olan üç varlıkla buluşmuş oluyorum. Sayısal olarak farklı olan üç varlıkla oturup kahve içiyorum; eğer Tuba konuşma yeteneğini kaybederse bu varlıkların sayısı ikiye düşecektir. Tuba kaza geçirip bitkisel hayata girerse, aniden bu sayı bire düşecektir -tabii bu durumda artık birlikte kahve içmemiz de mümkün olmayacaktır.” (s. 79) Onca Tuba’ya gerek olmadığını söyler Erhart sonuçta, temelde kişi olmadığımızı, insan olduğumuzu söyleyen animalizmi savunur ve kendine ait bir versiyonunu geliştirir. Uzuv nakliyle kaybolan bir özdeşlik yoktur, klonlanmak bir özdeşliğe yol açmaz, zaman içindeki devamlılığımız bunlara bağlı değildir.

Benlikle ilgili görüşlerden istifade ettim, hafızayla ilgili bölümlerden istifade ettim, hasılı istifade ettim. Tavsiye de edeyim.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!