İo Çokona – Çokkültürlü Pera

Pera’nın yüksek tavanlı apartmanlarından birinde evi, Beyoğlu’nun görkemli kiliselerinden birinin yanındaki mimarlık şaheserinde okulu, gezme tozma işleri için de İstiklal Caddesi, Çokona yaşam alanıyla İstanbul’un şanslı sakinlerinden biri. Yazları ailesiyle birlikte Kınalıada’da, yılın geri kalan zamanını bu alanda geçiriyor, üniversite eğitimi için Atina’ya gittiğinde fark etmiş doğup büyüdüğü şehri ne kadar çok sevdiğini. Başka semte gittiği az, bu yüzden taraflıdır ama anlaşılabilir: Çokona’ya göre İstanbul’un kalbi Pera’da atar, her köşenin bir hikâyesi, her çıkmazın bir gizemi vardır. Şöyle biraz dolanıp hayal de edince de, başka türlü olamaz yani, çocuk tarihin içine doğuyor, oynadığı sokakların havasını, o sokaklarda yaşayan ilginç insanları, hikâyeleri öğrendikçe bağlanıyor mekâna, okula aynı yerde başlayıp arkadaşlar ediniyor ve onların hikâyelerini öğreniyor. Nispeten kapalı bir topluluk, az insanla münasebet, büyüden başka bir şey çıkmaz oradan. Seviyorum bu çocukluk hikâyelerini, gezindiğim sokakları genişletiyor, ben yoğ iken âlemde neyin var olduğunu gösteriyor. Pera’dan önce Fener var Çokona’nın yaşamında, evlerini yerle bir eden yangından sonra Pera faslı açılacak. “Fener’de doğdum, Patrikhane’de vaftiz oldum ve beş yaşıma kadar üç katlı, bahçeli, dar ve uzun bir evde yaşadım. Annemle babam öğretmendi ve okuldan okula koşuşturduklarından, beni alabildiğine şımartan anneannem Sofia ve dedem Manoli’nin yanında büyüdüm.” (s. 15) Masallar eşliğinde kahvaltı ediyor çocuk, anneannesinin gelinciklerden yaptığı kırmızı başlıklı kızlarla oynuyor, sonra mutfakta bir nevi sihri izliyor, anneannesinin yemek yapmasını. Sümüklü böcekler soğuk suya atılıp ağır ağır kaynatılıyor, pavuryalar kaynar suya, her şeyin inceliği. Yıllar sonra Atina’ya gittiği zaman yemek yapmakla ilgili deneyimi pek az ama saatlerce izlemiş anneannesini Çokona, mutfak sırlarını öğrenememiş olsa da neyin nasıl yapılacağını bildiği için eli hemen gitmiş malzemelere, ne istiyorsa yapabildiğini fark etmiş. Mirastır. Çocukken yemeyi hiç sevmezmiş, anneannesine kan kustururmuş bu yüzden. Abisinden öğrenmiş o numaraları, ikisinin de nazı geçiyor. Böylece Ari Çokona’yla karşılaşıyoruz ilk kez, ilerleyen bölümlerde karşımıza uçarılığıyla, sinir bozuculuğuyla ama asıl sevgisiyle çıkacak. Yeri gelmişken, Kınalıada’da geçirilen çocukluk pek çok arkadaş kazandırmış Çokona’ya, biri Sosi Dolanoğlu. Üç çevirmenin sokakta oynadıklarını canlandırıyorum gözümde, çok hoş. Ari Çokona küçükken kardeşine eziyet edermiş denk geldiğinde, neyse ki elinden kitabı düşüremediği bir dönem gelmiş de anneannesinin eteklerinden ayrılabilmiş İo Çokona, çocuklukta güven veren bir anneanne var.

Cihangir’deki evle başlıyor asıl hikâye. Her yanda sayısız merdiven var, etraftaki sokaklara erişebilmek için o merdivenler başlı başına sokak. Yüksek topuklu ayakkabı giyen kadınların merdivenlerden yuvarlandığı oluyor, gündelik. Taksim’e çıkmak o merdivenleri çıkmak demek, koca dünyaya açılan kapı, mistik. Çokona’nın yaşadığı sokağın adı “Tavukuçmaz”, yokuşları düşününce uçmayıp tekerlenmesi daha olası. Motor stop ettiğinde arabalar da uçmuyor, kaldırmak çok zor. Karadenizli kardeşlerin işlettiği bakkal mahallenin uğrak yeri, Çokona’nın oturduğu apartmanın sahibesi Bayan Haralambidu da sık sık oraya gidiyor ama yıllar geçtikçe diller birbirine karışıyor, kadın iletişim kurmakta zorluk çekiyor, Çokona’nın annesi tercümanlık yapmak zorunda kalıyor artık. Kardeşler o zamanlar meşhur olan Eti’nin reklamında söylenen şarkıyı söylerlermiş Haralambidu dükkâna girince, matrak. “Bakkal sepetini, sanırım dolmuş gibi İstanbul’a özgü bir patent olmalı, başka yerde hiç görmedim.” (s. 22) Mahalleden çıkıp okullara geçiyor Çokona, anne baba öğretmen olunca eğitim kurumları öne çıkıyor. Zoğrafyon Lisesi diyelim, Ari Çokona’nın mezun olduğu, daha sonra eşiyle birlikte öğretmenlik yaptığı lise. İo Çokona tarihini anlatıyor lisenin, diğer oluşumlarla birlikte toptan özetleyeyim, 19. yüzyılın hayırseverleri tarafından finanse edilen kurumlardan biri bu. Bankerler, bürokratlar başta olmak üzere topluluğun öne çıkanları tarafından desteklenen çok sayıda dernek var, spor kulüplerinden Lefter çıkmış, bilim ve sanat kulüplerinden Einstein’ın hocalarından biri çıkmış, daha da kimler. Kültürel zenginlik nesiller boyu sürmüş ama saldırılar, göçler derken birer birer kapanmış bu yapılar, okullarınsa öğrenci sayıları çok azalınca bazıları kapatılmış, bazıları tek sınıfla varlığını sürdürmüş. İo Çokona’nın mezun olduğu Kumkapı’daki okul kapanmış mesela, en iyi döneminde yüzlerce öğrencisi varmış oysa, üzücü. Hukuki cehennemden başlarını alamadıkları bir dönem de var, Zoğrafyon’un otuz beş yıl boyunca müdürlüğünü yapan Dimitri Frangopulos’un hikâyesi korkunç. Okulun avlusundaki vakıf malı iki harabenin yıkılması sorun olmuş, şu: “Bu iki bina çöplüğe dönmüş, çevredeki serserilerin barınağı olmuştu. Bana anlattığına göre, komşu Yeni Melek Sineması’nın eski film makaraları dâhil herkes çöpünü buraya atmaktaydı. Okul, harabelerde kalanların ısınmak için yaktığı ateşlerle iki kez yangın tehlikesi atlatmıştı. 1968’de belediyeden alınan izinli iki yapı yıktırılır ve sağlanan güvenlik dışında öğrencilerin spor yapabileceği bir alan yaratılır. Yıkım için gereken bütün evrakların tam olmasına karşın, okul müdürü mahkemeye verilir ve 14 yıl sürecek bir serüven başlar. Mahkemeden birkaç kez beraat kararı çıkmasına karşın, her seferinde yeniden dava açılır ve sonunda bir Millî Eğitim müfettişinin müdahalesiyle nihai beraat kararı alınır.” (s. 29) 50 öğrencisi var okulun bugün, internet sitesine girip bakındım da biraz, Frangopulos’un 1993’te görevi bırakmasıyla yerine gelen beyefendi hâlâ müdür, hoş. İo Çokona’nın serüveni nasıl, başta annesinin çalıştığı okula gidip sıkıntıdan patlıyor, yangından sonra anneanne başka bir yerde yaşamaya başlayınca çocuğu bırakacak kimse kalmamış. Sınıf sınıf gezerek hiç anlamadığı şeyleri dinliyormuş Çokona, zamanı gelince bu yüzden ikinci sınıfa başlamış ama Rumcayı annesinin öğrettiği şahane teknikle öğrenemediği için büyük sıkıntı yaşamış, Atina’da dilbilgisi çalışarak eksiğini kapamış. Babası görememiş o günleri, bu sebeple her çevirisini, ürettiği her metni babasına adamış Çokona. Dil meselesiyle ilgili dikkat çeken bölümler var, birini alayım: “Babam halkın konuştuğu Rumca olan Demotiki dilinin taraftarı olduğu hâlde, tutucu aydınların konuştuğu Kathaverusa dilini ve Antik Yunancayı da çok iyi kullanabiliyordu. Bir öğrencisi, Pisagor Teoremi’ni anlatırken tanımını Pisagor’un ifade ettiği şekliyle, Antik Yunancada verdiğini söylemişti. Sınıfta okul kitaplarında yer verilmeyen şair ve yazarları tanıtıyor, eserlerinden pasajlar okuyordu. Daha sonraları manevi çocuklarından bazılarıyla tanıştığımda ilkokul öğretmenlerinden büyük bir sevgiyle bahsettiklerini, üniversite eğitimlerini yapacakları alanı seçerken ondan etkilendiklerini görüp çok duygulanmıştım.” (s. 36) Montessori eğitim sistemini yakından tanımak için Perugia’ya öğretmen gönderildiğini de öğreniyoruz, yıl 1951, eğitimdeki gelişmeleri yakından takip ediyor bu okullar.

Sinemalar, tiyatrolar var, kültürel hayat. “Annemin dediğine göre, eskiden Pera’da sinemaya gidecek olanlar bayramlık elbiselerini giyer, ayakkabılarını cilalar, saçlarını tarar öyle yola çıkarlarmış. İpek çoraplı ve geniş şapkalı şık bayanlar cadde boyunca ilerlerken arkalarından nefis kokular yayılırmış. Karşılarına çıkan beyler de şapkalarını çıkarıp nazikçe eğilerek selam verirlermiş. İstiklal Caddesi’nde takım elbise giymeyen ya da kravat takmayan bir erkek görmek gazetelerde haber olurmuş.” (s. 42) Jak Deleon da bir kitabında değiniyormuş buna, asilzade bir bayan Beyoğlu’nda kravatsız bir bey görünce gözlerine inanamadığını söylemiş falan, dönemin havası böyle. Alain Delon’a bayılırmış Çokona’yla annesi, onun filmlerine giderlermiş sıklıkla, bir de Cem Karaca konseri var. Çok severmiş Karaca’yı İo Çokona, konserinin olduğunu duyunca abisinden rica etmiş götürmesi için, biletler falan her şey tamam da konserin ertesi günü gitmişler mekâna, hayal kırıklığı. Daha da ne hikâyeler var, hepsi Pera’nın ruhunu taşıyor. İlgilisi kaçırmasın.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!