Oyun Asla Berabere Bitmez de böyleydi, çok uzun sürmeyen epizotlar, C’den B’ye, B’den A’ya, sonra tekmili birden C’ye, zaman zıplamaları yani, karakterlere ufak dokunuşlarla travmaları belirlemece, travmaları olay örgüsünde görünür kılmaca. Hepsi birden: az sisli anlatı, dehşete düşüren hikâyelerin etkisiyle hemen yoğunlaşan atmosfer, mevsimlerin devinimiyle kurulan zamansal sezgi, kısa cümlelerle kurulan biçim, dört dörtlük. Aykut Derman çevirmiş, tekrar basılması lazım. Evet, Meras anlattıklarını İkinci Dünya Savaşı sırasında Litvanya’nın iki taraftan da sıkıştırıldığı dönem halkın açlıkla, zulümle boğuşmalarından topluyor, savaşın sağa sola savurduğu insanlar ilerleyen bölümlerde memlekete döndükleri zaman durmadan sallanan dünyaya uyum sağlamış olarak çıkıyorlar Veronika’nın karşısına, eski çatışmaların veya dostlukların üzerine yeni yaşantılar eklenince belirsizlik doğuyor, özellikle öyle bir ortamda. Almanlara çanak tutanların hangileri güç peşinde koştukları için boyun eğiyorlar, Ruslarla çalışanlar yeni dünya görüşüne tamamen inanıyorlar mı, güvensizlik toplumsal bağları iyice zayıflattığında kimin omzuna yaslanabilir Veronika, bir kendisinin. Ergenliğinden yaşlılığına dek izleyeceğiz kadını, araya savaşlar girecek, işgaller, açlık. En önemlisi de çocuklar, Veronika’nın kendi çocuğunun yanında üç çocuk daha. Emanet edilen, ansızın ortaya çıkıp bahçedeki sebzeleri yiyerek hayatta kalmaya çalışan çocuklar, toplama kamplarından kaçanlar, türlü çocuktan üçüne yıllar boyunca bakmak Veronika’nın yaşamını katlanılır kılıyor. Birazcık sevgi daha en baştan yıkılan bir hayatı ayağa kaldırıyor, yeni yıkımlara karşı yine çocukların sevgisi, anlatı aslında tamamen bu özenin, şefkatin, insanlığı hatırlamanın anlatısı. Şiddete başvurmak da gerekiyor bunları sağlamak için, Veronika’nın biricik durumunda kafaya indirdiği balta benliğini bir arada tutmaya yarayacaksa, eh, neyin adil olduğunu okur tartsın. Başa dönüyorum, at pisliklerinden geçilmeyen taş meydanda bir kadın bekliyor, mağazaya girecek ama cesareti yok henüz, akşam olduğu için daha fazla duramayacak. C’den B’ye: Veronika dokuz kilometre yol yürüyüp kente gelmeden önceki gece Antanas’a yalvarıyor yine, zengin komşunun oğlu kapıda dikilirken tepeden bakıyor Veronika’ya, keyif alıyor olanlardan. Evlenmeyecek, hayır, çocuğun kendisinden olup olmadığı bile şüpheli, oysa evlenmek için pabuçlarını bile giymiş de gelmiş Veronika, adamın insafa gelmesini bekliyor. Aynı pabuçlarla taş kentte geziniyor, Meras nesneler üzerinden zaman zıplamalarını görünür kılıyor yer yer, yoksa neyin ne zaman yaşandığını ayırt etmek hızlı geçişlerle zor. B’den A’ya: Amerika’ya gidip para kazanacağını, bir gün geri döneceğini üç yıl önce söyleyen Vincas Jatautas, Veronika’nın tutulduğu adam geri dönmeyecek, Antanas da pervane gibi dolanıyor etrafında, Veronika için daha iyi bir eş adayı yok. Baba yükleniyor, kızı resmen adamın kucağına atıyor ama Antanas çocuğun kendinden olmadığını öne sürerek oyalıyor aileyi. Cinayet çıkacak, kadına kaçmaktan başka çare yok. Üç kademe boyunca Veronika’yı kente getiren olayları gördük, kurtulduğunu varsayabiliriz. Göğsünde iki leke, çocuğunu köyde bıraktığı için besleyememiş, sütü leke bırakıyor, kollarını kavuşturup öne eğilerek dükkân sahibini etkilemeye çalışıyor, fahişelik yapmak istemediği için adamın bahsettiği evlere gidip iş aramaya başlıyor. A’ları B’leri saymıyorum artık, kronolojik bundan sonra. Bölge başkanının evine giden Veronika sorguya çekilir, aşağılanır, bir parça yiyecek isteği bile reddedilir ve yallah, Yahudilerin evine yönlendirilir. Kapıdaki küçük çocuk belirtir bunu, babasına kadının Yahudilere gidip gitmeyeceğini sorar. Çocuklar ayrımcılığı iyi bellemişler, tam savaş arifesi. Yahudi doktor iş bulur Veronika’ya, merhametlidir, sürüldüğünü görmek üzecek. Bir başkasının çocuğunu emzirirken köyde bıraktığı kendi çocuğu Juozukas’ı düşünür Veronika, Vincas’ın kardeşi Jatautiene bebeği ekmek içi ve şekerle beslemesine karşılık arkadaşının gittiği yerden şeker getirmesini ister. Veronika sık sık köye dönüp istenenleri götürecektir, işlerin karışmaya başlamasından önce Rimantas son macerası olacak. Noterin oğlu Rimantas komşu bahçede kitap okurken bakışmaya başlarlar, konuşurlar, sonra Birute piyasaya çıkıp her şeyi mahveder. Evlenirler, Veronika zaten Rimantas’la evlenemeyeceğini bilir, bu yüzden dert etmez. Rimukas’ı dert etmek zorunda kalacaktır ama, Ruslar gelip komünist gençlik örgütleri kurulunca her şey değişmeye başlar, kodamanlar Sibirya’ya sürülür, kıt kanaat yaşayan ailelere köyde toprak verilir ki Veronika’nın ailesi de emanet edilen toprağı sürüp kazancıyla rahatça yaşamaktadır artık, anne bir ara piyasaya çıkıp kızından eve dönmesini ister. İki çocuğu bırakıp dönmek istemez Veronika, noterin ailesi komple sürüldüğü zaman onların evine yerleşir, Birute’yle Rimantas yola çıkmadan önce Rimukas’ı Veronika’ya emanet ederler, çocuğun Sibirya’da ölmesi işten değildir çünkü, nihayetinde bir gün dönüp kavuşacaklardır. Etti iki çocuk, bir de Antanas geliyor o eve, ailesinin toprakları elinden alınınca sürülmemek için kaçak hayatı yaşayan adamımız Veronika’nın izini defalarca bulacak, kadını rahatsız etmeyi sürdürecektir, baltayla münasebetine kadar. Yıkımı da o getirir, Veronika köyüne gittiği zaman ailesinden kim varsa herkesin cesetlerini bulur, köyü basan Almanlar çocuklar dışında herkesi katletmiştir. Almanlara katılan Antanas ekmek içi ve şekerle beslenen çocuğa dair hiçbir şey söylemez, ondan bilgi almak da istemez Veronika, direkt karargâha gidip komutanla konuşur. Akşam evine gelip ortalığı temizlemesini ister komutan, Veronika’yı istismar eder, ertesi gün bir kâğıda yazdığı Almanca sözcükler çocuğun kurtulması için yetecektir. Sözde. Toplama kampının yolunda askerlerle karşılaşan Veronika kâğıdı verir, askerler gülmeye başlarlar çünkü odayı iyi temizleyemediği yazmaktadır kâğıtta. Kamp taraflarından silah sesleri gelir sürekli, Juozukas’ın oraya götürüldüğünü görmüştür, askerlerinkine kendi kahkahası da karıştığında tüylerimiz şöyle bir ürperir çünkü dramatizmden olabildiğince uzaktır bu tepe noktaları, Meras sadece eylemler üzerinden, adeta eylemiyle karakteri kopuk göstererek -rastgeleliğe benzer bir yapı, karakterin davranışları hakkında fikir yürütebildiğimizde dahi- yükseltir tansiyonu, belli belirsiz. Anlatıcının devinen doğayı anlatımı bir diğer dayanaktır anlatıya, tekrar eden kalıplarla birlikte Veronika’nın frekansının olağan akışa uyduğunu görürüz. Ölümler, doğumlar, ayrılıklar elbet iz bırakır, yalnızlık her zaman zorlar ama kaya gibi durur Veronika, aşınmaya direnç kazanmıştır artık, sabittir. Bu yüzden herkes bir şekilde geri dönüp onda kendini sağlamak, kendi değişimini anlamak ister çünkü katliam çağında kendinden ayrı düşmeyen, suça karışmayan yoktur, Veronika’yı bulmak özü bulmakla birdir. Finalde sıra Veronika’ya gelecektir, taş kente geri dönen yaşlı kadın geçmişinin en derinlerinden çıkıp gelen silik bir anıyla karşı karşıya gelir, yüzleşirler, döngü tamamlanır böylece. Şu devinen doğaya örnek verecektim: kuzuyu satıp keçi almak ister Veronika, baktığı üç çocuğa yarımşar bardak süt çıkarsa iyi. Ne ki çözülme başlar o sıra, savaş bittikten sonra herkes kayıp çocukları aramaya başlamıştır, aileler birer birer ortaya çıkıp çocukları koparırlar kadından. Önce bir bardak, sonra bir buçuk, tayın giderek artar, en sonunda bütün süt Veronika’ya kalır. Ihlamurların kokuları güven verir mevsimler boyu, yanmaya başladığı zaman ıhlamur ağacı da anılaşır, silinip gider. Buna benzer nirengi noktaları önemli, karakterlerin gelişimini dolaylı yoldan gösteriyor.
Çocukların yaşamlarına, savaş sırasında yaşanan insanlık dışı olaylara hemen hiç değinmedim, Boyalı Kuş‘takini andıran olayların nefes kestiğini söylemekle yetineyim. Kuzularını kaçırmaya çalışan şapşal askerin hayatını kurtarmaya çalışır bir bölümde Veronika, komutanı suçüstü yakaladığı askeri oracıkta kurşuna dizdirmeye çalışırken kadın orta yere atlayıp kuzuyu askere kendisinin hediye ettiğini söyler. Buna benzer merhamet anları var, toplama kampından can havliyle kaçan çocuğun arkasından sıkılan kurşunlar, kontrast aşırı şiddetli. İyi roman bu sebeple, çok iyi roman.
Cevap yaz