“Muse” karşıma “Musa” olarak her çıktığında garipsiyorum, sakallı bir adam beliriyor karşımda ama öyle değil tabii, esin perileri bunlar. Musalara seslenerek başlıyor Hesiodos, şiir ve müzik yeteneğini veren perileri kutsuyor, periler üzerinden tanrılara saygılarını sunuyor. Ulu Helikon’un yamaçlarında koyunlarını güden şairi bulmuşlar bir gün musalar, çobanların “olacakları ve olanları yüceltmeleri” görevini yerine getirmelerini istemişler. Asa diye güzel bir dal, Hesiodos’un içine üfürülen tanrısal sesler, el alan şair hazır. Olymposlu dokuz Musa’yı andıktan sonra Apollon’a da şükranlarını sunuyor, müziği dünyaya hediye ettiği için. Tek bir özelliği yok bu tanrıların, mesela Hephaistos demirciliğin, çekicin, volkanların, maşrapaların ve tavuk dönerin tanrısı. Azra Erhat’ın şahane açıklamasında göreceğimiz gibi Hesiodos’un yaşamı zorluklar içinde geçiyor, toprak verimsiz, denizlerdeki fırtınalar ticari gemileri batırıyor, kaygıdan bunalan Hesiodos için tanrıların hikâyelerini anlatmak, Musalardan esenlik almak bütün dertlerini unutturan bir hediye. Gerçi kölelerinin olduğunu da öğreniyoruz, tarlayı bahçeyi tek başına sürüp hayvanlarını otlatmaya götürse de çok da kötü durumda değil. Her neyse, Homeros’tan sonra dönemin en büyük şairi olarak kabul edilen Hesiodos “Yer-Gök ve Titanlar” bölümünde bildiğimiz hikâyeyi anlatıyor. Önce Khaos, sonra Gaia, Erebos, Eros, tekmili birden Olympos’ta oturuyorlar. Toprak Uranos, Okeanos gibi pek çok titanı yaratıyor, yontulmamış doğa güçleri olarak görebiliriz bu titanları. Kykloplar yine toprağın ürünü. Kronos’un ortaya çıkışı ve babası Uranos’un hayalarını kesmesi neticesinde döller toprağa karışıyor, devler, orman perileri, bu tür mahluklar ortaya çıkıyor, bir de Aphrodite tabii. Gece’nin çocukları arasında Eris de var ki Truva Savaşı’nı çıkaran varlık olarak biliniyor, altın elma meselesi. İlginç, Erhat’ın anlattığına göre Eris’i onca şair arasında bir tek Hesiodos övüyor, hırsı ve kavgayı verdiği için. İşler ve Günler‘de bunun açıklaması var, Hesiodos kavga ettiği kardeşi Perses’e akıl verirken iki tür kavga olduğunu anlatıyor, ilki bildiğimiz pat küt kavga, ikincisi yaşama uğraşı anlamında kavga. Toprağı sür, hayvanı güt, iyi de bir eşin olursa yaşadın. Sonrasında tanrıları, olağanüstü varlıkları sayıp döküyor şair, soyağaçlarını çıkarıyor, Pegasos’tan Kerberos’a kim/ne varsa. “Olympos Tanrılarının Doğuşu”nda Kronos’un düşüşünü, Zeus’un yükselişini, on yıllık uzun savaşın devlerin çabalarıyla bitişini anlatıyor, kısaca değinmek gerekirse Kronos babasını indirdikten sonra titanları, devleri Tartaros’tan çıkarmıyor, Rheia’dan olma çocuklarını da doğar doğmaz yutuyor. Gaia ve Uranos’un yardımıyla Zeus’u kaçırıyor Rheia, çocuğunun yerine beze sarılmış bir taşı yutturuyor. Bu taş yutma olayı Akdeniz civarında ortaya çıkmış diğer mitlerde de var, yutma olayıysa çok daha derin. Zeus da sonraları yuttuğu varlıkların çocuklarını içinden çıkaracak bir şekilde, bir nevi koza, dönüşüm, tekamül vazifesi görüyor tanrılar. Neyse, Zeus büyüyünce savaş açıyor ve babasını titanlarla birlikte Tartaros’a gönderiyor, böylece titanlar çağından tanrılar çağına geçiliyor. Olympos’ta ikamet ediyor bu tanrılar, ara ara insanların işlerine burunlarını sokmak için başka kılıklara girerek aşağı iniyorlar. Truva’da savaştıkları da var, birbirlerini yaralayıp savaşın seyrini değiştirmeye çalışıyorlar ama Odysseus’un at taktiğini bertaraf edemiyorlar. Prometheus için birkaç bölüm ayrılmış, Erhat’ın da genişçe değindiği üzere insanın kendini evrende konumlandırma çabalarının bir aşaması olarak görebiliriz Prometheus’u, kendisi bir titan olarak Zeus’a birkaç kez oyun oynuyor ve insanlığa ateşi ve sırt kaşıyıcısını armağan ediyor, ciğerini yiyen kargadan Herakles tarafından kurtarılana kadar eziyet çekiyor, ardından affediliyor ve serbest bırakılıyor. Tanrılar insanlar üzerindeki kontrollerini yitirmekten korkuyorlar biraz, Prometheus bu yönde vukuatlara karışınca engellemeye çalışıyorlar, Pandora’nın kutusundan çıkanlar canımıza okurken umudumuz kutunun dibinde kalıyor mesela. Gerçi yine çıktı bir şekilde, önemli olan Zeus’un Olympos tayfasından başka bir yerde beliren güce dokunmamaya başlaması. Sunaklarda kemiklerin yakılması geleneğini Prometheus başlatmış yine, bir ziyafet sırasında Zeus’a yağlı, kemikli ve etsiz kısmı veren Prometheus kafasına yıldırım yemediyse de çarptırıldığı ceza malum. O günden sonra kemikler, deriler, tahtalar yakılmış tanrılara. İnsanda da biraz Prometheusluk var gibi görünüyor, tanrılardan çalınan ateşle tanrılara hayvan kemiği dumanı yollamak, bilemiyorum, riskli bir hareket gibi duruyor. Bu kemik hikâyesi başka kaynaklarda geçmiyormuş, Erhat öyle diyor, Hesiodos’un Anadolu söylencelerinden aldığı bir mitin uyarlaması muhtemelen.
İşler ve Günler. Yine Musalara, Zeus’a saygılar, sevgiler, sonra iki tür kavga bahsi, Pandora’nın başımıza açtığı belalar, ardından yaşayanların beş soyu. Ölen her bir soy toprağa, havaya veya denize karışarak cinlere, perilere dönüşüyor. Sırayla altın, gümüş, bronz, tunç ve demir soyları. Hesiodos beşincisinden, hiç memnun değil. Yaşam zor, gündüz didinip eziliyorlar, gece soğukta üşüyorlar, hiç doğmasa daha iyi. Bir gün Zeus bu soyu da yok ettiği zaman dünyanın geleceği halden de umutsuz Hesiodos, o zaman oğullar babalarına saygı duymayacaklar, yaşlılar hor görülecek, herkes aç kalacak, felaketler. Kardeşi Perses’le muhtemelen tarla meselesi yüzünden kavga etmiş Hesiodos, Perses adaleti temin edenlere para yedirerek istediğini almış, buna karşılık Hesiodos durmadan kardeşine seslenerek bir sürü nasihat veriyor. Krallarla başlıyor, kralların rüşvet yememelerini istiyor, sonra kardeşini Demeter’le iyi ilişkiler kurması gerektiğini söylüyor. Sofraya iyi dostlardan başka kimseyi oturtmamalı, evde oturulmalı, ev iyi. Kardeşle anlaşma yaparken mutlaka bir şahit gerek, güven adalete yetmiyor. Kadınlarla ilgili bölümler için her şey söylenebilir, Hesiodos’a göre bir hırsızla bir kadına güvenmek aynı şey. Çalıp çırparlar, işleri berbat ederler, durmadan bir şeyler isterler. İyisine denk gelmek zordur, kişi şanslıysa iyi bir eş bulup yaşamını mutlu mesut devam ettirebilir. Eş iyiyse çok çocuk yapmak lazım, Zeus’un vereceği rızık da çok olurmuş o zaman. Ciddi. İnsan kendini işine vermeli, durmadan çalışmalı, rahat bir hayata ancak bu böyle kavuşabilir.
Azra Erhat’ın açıklamalarına geleyim, Homeros ve Hesiodos arasındaki farklara ve benzerliklere değiniyor. Sınıfsal bakış açısı Hesiodos’la birlikte gelen bir yenilik, Homeros soyluları ve tanrıları anlatıyor bir. Aynı dönemde yaşamamış iki şair, aralarında yaklaşık 200 yıl var, yine de bazı söylencelerde şenlikler sırasında düzenlenen şiir yarışmalarının birinde karşı karşıya geldikleri ve Hesiodos’un birinci olduğu söyleniyor, doğru değil. Hesiodos’un babası Anadolu’dan göçmüş, daha iyi şartlarda yaşama arzusu karşılık bulmamış ama oğlu bütün çetinliğine rağmen o toprakları ve dağları sevmiş. Sıklıkla aşağılanıyor, köylü olduğu için Homeros’un yanında lafının bile edilmeyeceği söyleniyor ama gerek değindiği meseleler gerek Sümer ve Hitit mitlerini Yunan mitleriyle kaynaştırması oldukça önemli bir şair olduğunu gösteriyor. Benzerlikler kurulan pek çok kaynak olsa da en bariz ilişki Kumarbi Efsanesi‘yle kurulmuş, Hurri kaynaklı bu Hititçe metni 1945-1946 sıralarında DTCF’de Hititoloji alanında profesör olan Hans Gustav Güterbock ve Doç. Dr. Sedat Alp çevirmişler, Güterbock çevirdiği metnin Theogonia‘nın temellerini oluşturduğunu kanıtlamak için araştırma üzerine araştırma yapmış. Detaya girmeden bitireceğim, kusma-yutma döngülerinden tanrıların işlerine kadar pek çok mitik öge ortak. Balıkçı’nın iddia ettiği gibi Akdeniz civarındaki hemen her söylence aynı kaynaktan doğarak bölgeden bölgeye farklılaşmış, yeni bulgularla ve iyi araştırmalarla insanın hikâyesi daha eski zamanlara dek takip edilebilir.
İlgilisinin ellerinden öper, okunsun.
Cevap yaz