Herman Melville – Typee – Polinezya Hayatına Bir Bakış

Kolonyal kafayla masum yerlilerin karşılaşmalarından bir kaçış hikâyesi çıkar, hatta iki, anlatıcı -yerliler “Tommo” diyecek, adı bu olsun- kelek yapan kaptanının hoytuna katlanamayacak, giderek azalan erzak yüzünden açlık tehlikesiyle baş etmekle uğraşmayacaktır, belli ki seferin sonu ufukta görünmemektedir henüz, hemen adaya kaçma planı yapıp yanına Toby’yi de alarak kirişi kıracaktır. Kabilelerden bazıları insan yemekte, bazıları yememektedir, adanın derinliklerindeki vadilerde yaşayan Typee nam şahıslara yakalanmadan bakir bir alan bulmaktan başka bir planı yoktur bizimkilerin, şelalelerin diplerinden inerler, tepeleri çıkarlar, bitki örtüsünü kesici ve delici aletleriyle harş harş halledip içerilere süzülürler. Betimlemeler çok güçlü, bir dolu sayfada o tropik cehennemin kucağına düşersiniz. Cennettir de, manzaraya paha biçilemez, biyolojik çeşitliliğin emsali yoktur. El değmemişliği unutmamalıyız, Batılıların doğaya dokunmadığı yerlerden hayranlıkla bahseder Tommo, kıyıdaki geçici yerleşimlerden bıkkınlıkla. Fransızlar basmıştır mekanları, sayısız hikâyecikte kolonileştirmenin barbarlıktan halliceliğine değinilir, yerlilerin çektiği eza detaylarıyla anlatılır. İngilizler bütün soyluluklarıyla yer alır metinde, hadsiz Fransız generale haddini bildiren İngiliz leydisi baş üstünedir. Kâr hırsının heder ettiği insanlar olmaktan çıkarlar bir süre sonra, Tommo geri dönemeyecekleri noktaya geldiği zaman ayağını yaralar, Toby’nin yardımıyla ilerlemeyi sürdürür, nihayet yerlilerle karşılaşırlar. Ödleri patlar, karşılarındakiler Typee soyundandır ama bakarlar ki butlarını ısıran yok, merakla yaklaşıyorlar, hemen uyum sağlayıp yerlilerin köyü diyemeyeceğim, mekanına gelirler. Melville’in kurguyu derin derin yardığı bölümler vardır malum, oralarda yerlilerin sosyal yaşamları, ritüelleri, inançları ders gibi anlatılır. Çevirmen M. Barış Gümüşbaş’a göre metinde verilen bilgilere Melville önceden sahiptir, adalardaki deneyimlerinden çok edindiği bilgilere yer vermiştir, öyledir herhalde. “Tabu” hemen her yerde karşımıza çıkar, örneğin kadınların kanoya binmeleri yasaktır, bu yüzden suda balıklar gibi yüzerler. Kutsal yapılara yaklaşmak yasaktır, mekanı terk etmek yasaktır, ölüme kadar varır aksi. Tommo bile yasaktır, yani tabulaştırılmıştır, kimse ona dokunamaz. Dokunulacak bir şey yapmadıkça. Adada kafasına göre gezinen bir başka tabu adam ortaya çıktığı zaman şaşkınlıktan küçük dilini yutayazar -yutayazar?- Tommo, o şakrak yerli çocukken bir kaptanın peşinden Avustralya’ya, Batı’nın ileri karakollarına gitmiş, İngilizceyi çat pat çözmüştür, konuşurlar. Aşağı yukarı iki aydan sonra ilk kez İngilizce konuşmaktadır Tommo, Toby ortadan kaybolduktan sonra dilini sesletecek kimse kalmamıştır etrafında, bu yüzden tabu adama derdini anlatır, serbest bırakılması için kulis yapmaya başlar. Başlarda mahpus olduğunu anlamamıştır Tommo, iyileşme aşamasında zaten gitmeyi düşünmez de Toby’nin yardım getireceğine bel bağlar. Nedir, Toby ilk denemesinde saldırıya uğrayıp kafasını yardırır, ikincisinde ortadan kaybolur. Tommo birkaç gün bekledikten sonra Toby’nin geri gelmeyeceğini kabullenir, sonra yerlilerin onu bırakmak istemediklerini kaygıyla, gördüğü birkaç sert tepkiden sonra dehşetle anlar. Semirmesini mi istemektedirler, şöyle sağlam bir ısırığı mı düşlemektedirler bilmez Tommo, zaten tabu adamın yardım teşebbüsü de çok çok sert karşılanıp adamın hayatı tehlikeye girince üstelemez. Ne ki yine o adamın ve birkaç yerli arkadaşının yardımıyla kurtulur, basıp gider. Aşağı yukarı budur anlatı, Tommo’nun önce kapitalist uygarlıktan, sonra vahşi uygarlıktan (?) topuklaması. Yine Gümüşbaş’a göre yarı otobiyografik yarı kurgusal bir hikâye, Melville gerçekten de Polinezya’ya gitmiş, malum adada bir ay kadar kalmıştır, metindeki gibi dört ay değil. Yerlilerce kaçırıldığı da şüphelidir lakin Toby’nin varlığı kesindir, yayıncısı bu olayların gerçekten yaşandığından emin olamadığı için Melville hemen Tobias adlı arkadaşını çağırır, o yolculukta Melville’e arkadaşlık eden adam, “Toby” olayların gerçekten yaşandığını söyler. Gerçek neyse. Güzel bir yerliye gerçekten tutulmuştur mudur Melville, kızı hem Batı standartlarındaki güzellik anlayışıyla hem yerlilerin estetik bakışıyla tokuşturmuş mudur bilinmez, Fayaway’i egzotik bir Batılı güzel olarak yaratır metinde. Kıyafetler, incik boncuk, dış görünüş biraz şehirlerdeki kadınlarınkini andırırsa tamamdır ama Fayaway’in çiğ balık yemesi olur iş değildir, çileden çıkar Tommo, öyle bir güzelliğin nasıl böyle iğrenç bir yeme alışkanlığına sahip olduğunu anlayamaz. Anlar, oralarda balıklar lüplüp edilirken ateşle mateşle uğraşılmaz, balıklar temizlenmez bile, lüplüp. Şehirlerin gündelik yaşam pratikleri olmadan yalpalar Tommo, yabanın kurdu değildir henüz, etrafındaki her şeyden şaşkınlığa düşmeye meyillidir ki uzun uzun, tüm ayrıntılarıyla anlatır ne varsa. Bir şölen tasviri vardır, başka bir gezegeni gözlemler gibidir. Yerlilerin kutsal mekandaki eylemlerinin anlatımı vardır, sanki hiç bilinmeyen bir tanrıyı görmüş gibidir. Karakterin heyecanını/kendi heyecanını yansıtır Melville, baştan sona zaten coşkuludur, bunun yanında nadirata rastlarsa hemen yavaşlatır zamanı, şöyle iyice bir bakar, baktığının özünü kurutana kadar anlatır. Moby Dick‘teki balina yağı bölümünü hatırlayan anlayacaktır dediğimi, anlamayanlar da durmadan çaça yapan bir gergedanın bornozunu Merkür’e götürmek için Mustafa isimli bir sandala binme ritüelini düşünsünler, bu işlemin her bir adımının uzun uzun, bol betimli anlatımını, tamamdır. Şimdi gözümde canlandı: balina avına çıkmış bir karakter, sandalında, “Bana Mustafa deyin,” yazarak başlıyor romanına. Meh.

Çözümleyiciliği pek yoktur Tommo’nun, gidebildiği yere kadar gider, mesela gündelik yaşamda başkasının eşyalarını asla çorlamayan Typee kişisinin söz konusu yabancılarsa ortada yürütülmedik şey bırakmamasına anlam verememesi matraktır. Yabancı, eşya, yürütmek, bunların derinlemesine analizleri yer almaz çünkü antropolog değildir Tommo, neyi nasıl analiz etsin, gözlemlerini küçük yorumlarla süsler sadece. “İlkel bir toplum düzeninde, sayısı az ve basit olmasına rağmen hayatın zevkleri her âna, her şeye yayılmıştır ve bozulmamış, saf bir haldedir. Fakat Medeniyet, sağladığı her avantaja karşılık olarak yüzlere kötülüğü ilerisi için elinin altında bulundurur. İnsanlığın sefaletinin kabaran faturasının kalemlerini oluşturan husumet, kıskançlık, çekemezlik, aile içi çekişmeler, kibar ve kültürlü hayatın kendi başına sardığı binlerce huzursuzluk, bu sade insanlar tarafından bilinmez.” (s. 155) Beyazlar her türlü ölüm saçan aleti icat ederek, sefalet ve yıkım getirerek dünyadaki en yırtıcı hayvan olduğunu göstermiştir, bu yerlileri vahşi olarak göstermek ak popoların haddine midir? Misyonerleri, sözde medenileri, Batılıyı defalarca eleştirir Melville, yerlileri huzurlu dünyalarından ötürü över, anlayamadığı çoğu geleneği de gudubetlik timsali olarak sınıflar. Evet, huzur vardır ama insan yer bunlar, nasıl iştir? Yamyamlık insan yemenin ötesine erişmez, anlamı muğlaktır, Tommo bir tek düşmanlarını yiyen topluluklardan da bahseder ama o tiksintiyi atamaz bir türlü, Batılı gözlerini bırakıp bakmayı beceremez çünkü fıymak istemektedir bir an önce. Bütün iğnelerini sapladığı uygarlığa geri döner, dönüşmemiştir ama bilinçlenmiştir, o dünyadaki yaşam biçimini metinleriyle anlatacaktır insanlarına. Toby’yle de birkaç yıl sonra tekrar bir araya gelecektir. Şükür. Adamın başına ne iş geldiğini anlayamadan sonlansaydı hikâyeye püh çekmezdik de kırılırdık. Saldırıya uğramış aslında, klişe. Kurtarmışlar bunu, bir gemiye atlayıp yallah medeniyete. Oralarda kaybolan insanlarla bir yerlerde tekrar karşılaşmak mümkün, kimlerin ne belalardan yırttığını bilmek imkansız. Tommo zedelenmiş bir ayakla kurtuluyor neyse ki, kısık ateşte dört dönmüyor.

Son bir alıntıyla bitireyim, Moby Dick‘in yanına koyayım: “Tamam, vahşiler medenileşsinler ama bundan kötülük değil fayda görsünler; putperestlik yok edilsin, putperest değil. Anglosakson ahali, Kuzey Amerika kıtasının pek çok yerinde putperestlikle birlikte Kızılderililerin büyük bölümünün de kökünü kazıdı. Medeniyet yeryüzünden yavaş yavaş putperestliğin kalıntılarıyla birlikte, talihsiz putperestlerin günahkâr bedenlerini de süpürüyor.” (s. 231)

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!